KAZANCI YÖRESİNDE TARİHİ İZLER
Taşeli Bölgesi ve dolayısıyla, Kazancı yöresinde, 50.000 yıldan beri insan yaşadığı, mağara ve taş devirleri, kabataş, yontma taş, bakır (maden) devirlerini takiben, M.Ö. 3000 yıllarında Hititlerin bölgeye yerleştikleri bilinmektedir. Bir çok devir ve kavim yaşadıktan sonra, M.Ö. 300 yıllarında Büyük İskender, Makedonya’dan gelerek tüm Anadolu ile birlikte bu bölgeyi de istila etmiştir. Bölge M.Ö. 100 yıllarında Doğu Roma İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. M.S. 40 yıllarında ilk Hrıstiyan papazlar gelerek vaazlar vermeye başlamışlar, daha sonra, Doğu Roma İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu hakimiyeti altında kalan bölge, 1228 yıllarından itibaren Türklerin (Karamanoğulları ve Anadolu Selçuklu Devleti) hakimiyeti altına girmiştir. Müslümanlığı yok etmek ve Kudüs başta olmak üzere, Hıristiyan dünyasınca kutsal sayılan toprakların tekrar ele geçirilmek için Avrupa’dan yola çıkan 3. Haçlı Ordularının Komutanı Alman İmparatoru Frederik, Silifke yakınlarında, Göksu ırmağından atıyla geçmeye çalışırken suya kapılarak boğulmuştur.
Kazancı yöresindeki taş devirlerinden izlere, Kürtlü tepesi ve eteklerinde bulunan taş oyma evler (inler) başta olmak üzere, Avlağı İni (atların bağlandığı yer), Delik Taş, İlabadının İn, Çurfalıklı İn ve Kayağıl İni sayılabilir. Şehir devletleri döneminin en ünlüsü Asar Krallığıydı. Şimdiki Uluköy mahallesinin Kuzey-Batı kesimindeki kumluk tepeliklerde kurulduğu söylenir. Şehrin hemen üstündeki tepe halen Asar Beleni olarak anılır. Yıkıntıları görülebilen kale kalıntıları da “Asar Kalesi” adıyla anılmaktadır. Bu şehrin kralı çok set bir adammış. Esirleri ve suçluları hemen idam ettiğinden “Asar Kralı” adını almış. Defineciler tarafından tahrip edilen kale kalıntıları ve içindeki toprak altına gizlenmiş sığınak (depolar) halen durmaktadır. Bir deponun sonuna gelindiğinde bir kapı ve sonrası ikinci depo başlamaktaydı. Bu kale ve depoları savaş zamanlarında halkın sığındığı yer olmakla birlikte, yaz mevsiminde yaylalara göçüleceğinde ev eşyalarının kira karşılığı depolanıp emniyetinin muhafızlarca sağlandığı (yedi emin depoları) emanet görevi de yapıyormuş.
Bir zamanlar bölgenin iki güçlü kralı, Asar Kralı ve Enebolu (İrenepolis) Kralıymış. Aralarında kız almak-vermek konusunda savaş çıkmış ve Enebolu Kralı tüm silahlı adamları, at, katır ve develeriyle birlikte Piladan Burnu’ndan inerek Asar şehrini hedef alıp saldırya geçmiş. Asar Kralı güçleri de, Demircilik deresi ve Kazanpınar civarına gizlenmiş. Enebolu Kralının hesaba katmadığı bir husus, iki güç arasındaki arazinin, sazlık, bataklık ve kaygan zeminlerden oluşmasıymış. Nitekim, askerler, atlar ve develer bu bölgede balçığa saplanıp kalmışlar ve savaşı Asar Kralı kazanmış ve istediği kızı almış. Bu bölgenin adı şimdi bile “ Deve Çökeği” adıyla, yani, deveyi çökerten yer olarak bilinir. Çevresindeki yerler ise, Kanlıcagöl, Parçukruru ve Göl adıyla söylenir ki, bu savaşın çok kanlı geçtiğinin işaretidir.. Sonraları, Asar şehrine bir düşman saldırısı sırasında, tüm insanlar Asar Kalesine taşınırken, evlilik hazırlığı yapan bir kız “ çeyizlerim düşman eline geçmesin “ diye, evlerini ateşe vermiş ve şehir tamamen yanmıştır. Bu yerlerde define arayanların kül yığınlarıyla karşılaştığı bilinmektedir.
Türkler öncesi, yörenin en büyük şehirlerinden biri de, şimdiki Köyönü adıyla bilinen yerdeydi. Köyün çevresindeki Art Beleni (At beleni) olarak bilinen yerde, yarışmalar ve atlı oyunlar oynandığı için halen bu isimle anılmaktadır. Bu bölgenin yakınındaki Derecikköy, Ayyanı (Ağayanı), Körhana (Karhane) ve Gümüşdamı adıyla bilinen yerlerde de şehirler vardı. Gümüşdamı en zengin yerdi ve toplu mezarlar bu bölgeden çıkmıştır. Körhana’daki saray/kale yıkıntısı, 1910 yıllarında bile duruyordu.
Bu şehirlerde yaşayan halk, yaz mevsiminde yaylalara göçerdi. En büyük yayla şehri Kilise/Körüstan yöresiydi. Bölgenin en havadar ve suya yakın yerleri yerleşim yeri olarak seçilmişti. Kilise tepesinde kalan son kemer ev, 1961 yılında merkez camii inşaatı için yıkılmış, diğer yerlerdeki yapı taşlarıyla birlikte cami inşaatında kullanılmıştır. Bu bölgedeki Çurfalıklı İn ayrı bir tarihi eser niteliğindedir. Tamamen taşa oyulmuş olan bu eserin kapısı batıda olup, içerisi bir dokuma atölyesi şeklinde oyulmuş, doğu kapısı bir balkona açılır. Bu kapının üstündeki taşa oyma halı desenleri halen görücü bekleyen tarih tanıklarıdır. Ardıç ağaçlarının gizlediği tepelerdeki ev kalıntıları ve taş parçalarındaki çekiç izleri tüm açıklığıyla görülebilmektedir. Bazı inlerin içindeki mezarlar 30-40 öncesine kadar duruyordu. Yukarı Aybeyim (Aybahım) olarak bilinen yerin bir adı da İnönü idi. Yol yapımında tahrip olmuş olan iki in vardı ve içleri mezardı. Pınarın yanındaki kaya içine dehliz şeklinde oyulmuş bir su yolu vardı. Bu dehliz “Çıldırdak” adıyla bilinirdi. Bir kısmı yol yapımında yıkılan bu dehlizin büyük bir kısmı halen kapısına kilit vurulmuş şekilde tarihe tanıklığını sürdürmektedir. Burada, yaşı 1500 yıldan fazla olduğu söylenen ünlü bir kavak (deli kavak) ağacı vardı. Ağacın dibinde bir takta kurulmuş, gelip geçen yolcuların dinlenmesi ve yemeğini yemesi temin edilmişti. Bu ulu ağaç, yıllar önce çok kar yağan bir kış günü kendiliğinden yıkılmıştır.
Dinek Kulesi (Kalesi), halen yörenin sembolü olmuş en ünlü ve görüş alanı en geniş olan gözetleme yeriydi. Bu yerin bir alternatifi de Kayağıl tapesindeki (Öreğenli Kayağıl) Kudret Kalesiydi. Bu kale yıkıntısı ve çevresindeki oyulmuş inler ziyaretçi beklemektedir. Kürtlü tepesindeki kale ve mezar inler ile İlabadının İn ve girişindeki kaya mezarlar da defineciler tarafından en sık ziyaret edilen yerlerdir. Kartal tepesindeki Kartal Kalesi de çıkılması en zor olan yerlerdendir. Kuşaklı mevkisindeki Davullu Kale, Art Beleni (At Beleni) çevresindeki oyulmuş (Kayacık inleri) inler, Uçurum altında Hocaini (Hocini), Maşat deresi (Hristiyan mezarlığı), Önges pınarı adı, Alain ve çevresi yörenin Türkler öncesi devirlere ait tarihi izlerdir. Popas Kuyusu (Papazın kuyu), hayırsever bir papazın, orada bir kuyu açtırması ve gelip geçen canlılara su vermesiyle bu adla anılmıştır.
Bölgedeki tarih izlerinin en önemlisi, Alain’deki resimler ve yazılardır. Son dönemlerde, definecilerin kazıları ve ateş yakmaları sonucu, asırlardan beri rengi bile değişmemiş olan sfenksler, Meryem Ana figürleri görünmez olmuştur. Bucak mahallesinin hemen üstündeki inlerde de yazılar olduğu ve bunun anlamını öğrenmek için aysını yazıp İstanbul’a gönderildiğini biliyoruz. Latin harfleriyle “ çata- pata “ gibi kelimler geçtiği ifade edildi. Bu yakalardaki muhtelif inlerde, definecilerin kazılarıyla, asırlarca beklemekten kömürleşmiş buğday yığınlarının ortaya çıktığı, bazılarından kemikler çıktığı da eski define arayıcıları tarafından anlatıldı. Genel olarak, tarihte uygulanan bir usul olduğu üzere, bölgemizde yaşamış olan insanlardan yetkili ve zengin olanların mezarları ve cesetleri daha uzun süre kaybolmasın diye kayadan inlerin içine anıt şeklinde defnedildiği de ortaya çıkmaktadır.
Bölgemizde, Türkler ile birlikte yaşamış on Hrıstiyanların, bir dönem sonra, topluca, Anamur çevresine nakledildiği, bu kişilerin bir müddet Anamur bölgesinde yaşayan Türkler gibi yaylalara çıktığı ve hatta, Kilise – Köristan ve Toros yaylasına geldikleri de bilinmektedir. Anamur Rumları, Kurtuluş Savaşına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunların içinde, Uzun Konstantin diye bir taş duvar ustası varmış. Bu usta tarafından yapılmış evlere ait birkaç duvar kalıntısının Merkez mahallede bulunduğu bilinmektedir. Bu, Uzun Konstantin’in yeğeni olan bir şahıs, Kurtuluş Savaş sırasında askere alınmış ve Isparta-Burdur toplanma bölgesine getirilmiştir. Bu bölgede asker toplamakla görevli olan Tahir Hoca’yı (Tuncel) tanıyınca, ona sarılarak “ ben sizlere ev yapan Anamurlu Uzun Konstantin’in yeğeniyim, beni koru “ diye yalvarmıştır.
Kazancı coğrafyası tarihi izler ve tanıklarla doludur. Yaylalar ve köylerin civarlarında sayısız mezarlık vardı. Bir çok mezarlı zaman içinde tahrip edilmiştir. Araziye su taşımak için taşlardan yapılmış oluklu kanallar, tarlalara yerleştirilmiş su sarnıçları ve dev gibi toprak yapısı su küpleri de (güp) ortaya çıkarıldıkça tahrip edilmiştir. Kasabada zenginleşen aileler için hemen bir hikaye uydurularak “ şu zamanda, şurada bir küp altın buldu “ diye başlayan söylentileri uzun yıllardır dinlemekteyiz. Bazı kazılarda, bulunan, toprak küpler içinde renkli ve parlak bir toz çıktığı, toprağa karıştığı veya su ile akıp gittiği, definecilerin bu maddeyi bilmediklerinden yok edildiği, aslında bu renkli tozun “ kimya “ diye bilinen bir çeşit altın tozu olduğu öyküleri de anlatılır.
Görüldüğü üzere, Türkler öncesi, yöremizde yaşamış olan insanlar, yaşadıklarını ve kültürlerini gelecek asırlara taşımak veya tekrar geldiklerinde aynısını bulmak ve kendilerine ait olduğunu ispatlamak için, kalıcı malzemeler ve kendilerine özgü işaretler kullanmışlardır. Tüm eserler, kayalara oyularak yapılmış, evler veya şehirler, arazinin doruk noktalarına, pınar yakınlarına ve yol güzergahlarına yapılmıştır.
Coğrafyamızdaki bu izler, zamanın ve insanların yıpratıcılığı, yıkıcılığı ve yok ediciliğine rağmen varlıklarını ve izlerini inatla sürdürmektedirler. Bu kültür mirası tarihi eserler, tüm insanlık için, korunacak eserler listesine aldırılmalı, özenle korunmalı ve gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.
(Gelecek sayıda “ Kazancı Yöresinde Türk İzleri “ konusu incelenecektir.)
Yazan : Av. Naci SÖZEN , Mayıs 2007/ANKARA
21 Ağustos 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder