21 Ağustos 2007 Salı

Kore'ye Gönüllü

KORE’YE GÖNÜLLÜ BİR KAZANCILI


1957 yılının serin bir sonbahar günüydü. Kazancı İlkokuluna henüz yeni başlamıştım. Sınıftaki arkadaşların birinin elindeki oyuncak arabaları hepimiz şaşkınlıkla seyrediyorduk. Doğal olarak, madeni yapıda, gerçeklerinin birer minyatürü ve değişik tip ve modelleri olan bu oyuncak arabaları ilk defa görüyorduk. Arkadaşımıza arabaları nereden bulduğunu sorduğumuzda, arkadaşımız “ Hüseyin Ağam Kore’den getirdi” diye cevap vermişti. Böylece, Kore adını ilk kez duymuş oluyorduk.

Yıllarla birlikte yaşımız ilerledi ve Kore’den oyuncak araba getiren Hüseyin ÜNLÜ Ağabeyi bende tanıdım. Kendisiyle üç kuşak önceden kardeş torunları olarak akraba da oluyorduk. Kasabalı tarafından “Koreli Hüseyin “ adıyla anılıyor, hatta, çoğu zaman sadece “Koreli” diye çağrılıyordu. Koreli, bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda kasabamız Kazancı da fırıncılık yaptı. Kore savaşı anılarını her fırsatta mutlulukla ve heyecanla anlatır dururdu. Fırıncılığı bıraktığında çiftçiliğe ağırlık verdi. Akarsuyu olmayan ve Balıyurdu olarak bilinen tarlasına diktiği badem fidanlarını sulamak için eşek sırtına yüklenmiş bidonlarla su taşıdığını yıllar önce görmüştüm. Bundan iki yıl önce, kendisinden badem bile satın almıştım. Yetiştirilen ürünlerin değer fiyatına satılamadığından dert yanmıştı. Bacaklarından sorunu olduğunu ve yürümekte güçlük çektiğini fark etmiştim, fakat, sebebini soramamıştım.

Kurban Bayramı tatilinden faydalanarak 1995 yılı ilkbaharında köyüm Kazancıya gitmiştim. Koreliyi ayakkabı boyacılığı yaparken gördüm. Onun, Kore’den getirdiği oyuncak arabaları 38 yıl önce gördüğüm (eski) Kazancı İlkokulu’nun tam önündeki duvarda oturuyordu. Birleşmiş Milletler tarafından kendisine verilmiş olan BARIŞ madalyası ile KAHRAMANLIK rozetini göğsüne gururla takmıştı. İznini alarak bir resmini çektim. İki yanında duran ağaç sopaları dikkatimi çekti. Onları yürürken asa yerine kullandığını, değilse yürüyemediğini duyunca çok üzüldüm ve sopalarla yürürken de resmini çektim.

Koreli ile uzunca bir sohbet yapmanın zamanı geldi diye düşündüm. Bayram günü olmasından da cesaret alarak onu eve davet ettim. Hatırlar soruldu, kurban eti ve tatlılar yendi. Teyp ve bantları hazırladım. Kore macerasını anlatmasına sıra gelmişti. Geçmişi yeniden yaşamaya başlamış gibi görünüyordu. Derin bir nefes alarak özlem ve hasretle başladı anlatmaya. Şimdi kendisine kulak verelim.

“ Uzun yıllar önce, Kore’de savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Bir temmuz günü 15 arkadaşım (tertiplerim) ile birlikte Kazancıdan törenlerle askere uğurlandım. Muhabere ve hat bakım sınıfına ayrılmıştım. Şubeden sevkle birlikte Diyarbakır 7. Kolordu’da Telefon Hat Bakımcısı Temel Kursu görüyordum. Bu sırada birlik içinde, Kore Türk Tugayı’nı takviye için asker seçileceği haberleri yayılmıştı.

Beklenen gün geldi ve komutanlarımız istenen niteliklere uyan arkadaşlarımızı Kore’ye gidecekler arasına seçmeye başladı. Birinci gurup, eğitimde başarıları dikkate alınarak seçildi. İkinci gurup ise, kura ile belirleniyordu. Benim adım her iki gurupta da yer almamıştı. Annem ben küçükken ölmüş, babam da tekrar evlenmişti. Varlıklı bir aile değildik ve babam köy bekçiliği yapıyordu. Askerliğim sırasında bana harçlık göndermeleri zordu. Bu nedenlerle, adımın Kore’ye gidecekler arasında olmasını arzu etmiştim. Ayrıca, Türk Milleti’nin bir ferdi olarak kutsal bir görev yapma fırsatını da bulmuş olurum diye düşünmekteydim. Seçilemediğim için burukluk içindeydim.
Taburumuzun toplu olarak eğitim yaptığı bir sırada, Komutanımız eğitim yerine gelerek bir konuşma yaptı. Kore’ye seçilenleri kutladıktan sonra “ arkadaşlar Kore için 3 kişi daha seçmemiz gerekiyor. Bu üç kişiyi de istekliler arasında seçmeye karar verdik. Aranızdan Kore’ye gönüllü gitmek isteyen varsa taburun önüne çıksın” dedi. Hemen karar vermek ve hareket etmek zorundaydım. Kafamdaki düşüncelerim bir film şeridi gibi geçerken, gözlerimle çevremi kontrol etmeye çalışıyordum.

Zamanımın olmadığını düşünerek, arkadaşlarımın arasından geçtim ve birliğin önüne çıktım, selam verip durdum. Beni takip ederek gelen Denizlili Niyazi sağımda, Niğdeli Hüseyin BALÇIK solumda durdu. Komutanımız bize dönerek “ çocuklar, sonra vazgeçmek yok ona göre düşünün “ dedi. Bizden bir açıklama bekliyordu. Komutanıma dönerek “ komutanım, vade gelmişse, ölüm kaderse, alnımıza yazılmışsa, kaçılmaz “ diyebildim. Kore’ye gideceklerin ayrılması söylendi. Askerler arasında kısa süreli bir kararsızlık ve sessizlik oldu. İstanbullu Çavuş Celalettin SUGAY “ arkadaşlar ne duruyorsunuz ? “ diye bağırarak öne çıkıp bizim yanımızda durdu. Bunu takiben, seçilen askerler de öne çıkarak selamlarını verdiler ve durdular. Artık ben de Kore’ye gideceklerin arasında, bir gönüllü olarak yerimi almıştım.

Telefon hat bakımcısı olarak 32 kişi seçilmiştik. Diğer askerlerin sınıfı farklıydı. Trenle Konya Aslanlı Kışla’ya gönderilecektik.. Hareket edeceğimiz günün erken saatlerinde uyandırıldık. Kalan arkadaşlarımızla gidecekler arasında duygusal bir vedalaşma yaşanmaktaydı. Kazancıda ev komşumuzun oğlu ve tertibim olan Yahya KORMAZ ile aynı koğuştaydık. O birlikte kalacağından, onunla vedalaşmak için yatağının ucuna gelerek “ Yahya biz gidiyoruz, Allahaısmarladık, kal sağlıcakla “ diye seslendim. Arkadaşım tatlı bir sabah uykusundaydı ve uykusu ağırdı. Gözlerini bile açmadı, kafasını kaldırmadan, ayaklarını yatak içinde aşağı yukarı hareket ettirerek “ güle güle, güle güle “ diyebildi. Bu durum karşısında gözyaşlarıyla odadan ayrılışımı içim sızlayarak hatırlıyorum.

Konya’ya intikal ettikten sonra, burada bir müddet daha eğitim gördük ve İzmir’e gönderildik. İzmir Seferihisar civarında savaş tatbikatları yaptık. Nihayet, beklenen hareket günü gelmişti. İzmir Alsancak limanından Amerikan General Eltinge gemisiyle Kore’ye gitmek üzere yola çıktık. Bölük Komutanımız Üsteğmen Fikret TÜRKEBAĞLI gemide ders vermeye devam ediyordu.

Gemi, Akdeniz’den geçti. Sırasıyla, Portsait limanı, Süveyş kanalı, Hint Okyanusu, Singapur ve diğer bir çok limana uğrayarak 23 gün yolculuktan sonra Güney Kore’nin İnçon (kelimeleri hatırladığım ve söylendiği şekliyle belirtiyorum) limanına ulaştık. Bizleri coşkulu bir kalabalık karşılamış ve sevgi gösterilerinde bulunmuşlardı.

Birliğimiz, Seul yakınlarındaki Tesin bölgesinde bir okula yerleştirildi. Türk Tugayının komutanı General Mete YURDAKUL idi. Birlik içinde ve cephe gerisinde telefon hatları çektik. Çinli esirler yol inşaatlarında çalıştırılıyordu. Bizden önce yaşanan Kuniri savaşında çok şehit verilmişti. Bize anlatılanlara göre, Çin ordusu müttefik askerleri (ABD birliğini) ablukaya almışlar, General Tahsin YAZICI, Türk askerine hücum emri vererek düşman cephesinin yarılmasını sağlamış ve müttefikleri kurtarmıştı. Türk askerinin bu kahramanlıklarını bilen halk bizlere çok yakınlık gösteriyor, kurtarıcı olarak görüyorlardı.

Birliğimizin yakınında Türkçe kelimeler öğrenmiş Koreli kızlar vardı. Tel örgülere yaklaşırlar, siparişleri alırlar, çevreden temin ederler, getirirlerdi. Amerikan kantininden (PX) alış veriş ederdik. Bize, aylık 5 dolar harçlık ve sigara dağıtılırdı. Ermenek ilçesinden 5 kişiydik, fakat, Kazancıdan başka kimse yoktu. Sigara içmeyenler paketleri biriktirir, beze sarar, içine bir taş koyar ve tel örgüler üzerinden, uzakta bekleyen Koreli köylülere atardı. Köylüler sigaraları alır, bezin içine iki dolar koyar ve aynı yöntemle bize atarlardı. Bizlere, “Törkiş, Törkiş, çabuk, çabuk” diye bağırırlardı.

Tesin Ortaokuluna yerleşen Muhabere Bölüğü (Turkısh Sıgnal Corp) tabelası önünde arkadaşlarımla resim çektirmiştim. Birlik civarında çekilmiş resimlerim var. Zamanla Koreli arkadaşlarım da oldu. Bunlardan biri olan Liyen ile resimler çektirmiştik. Bir gün birlikte bulunan ve MORS haberleşmesi için kurulmuş olan telsiz alıcısının frekans ayarı ile oynarken TRT Ankara uzun dalga radyosunu bulduk. Hiç unutmuyorum, radyoda Hamiyet YÜCESES “ akmıyor çeşmi siyahı “ dizelerini söyleyerek şarkı okuyordu. Vatan hasretini bir ölçüde gidermiştik.

Çinli askerlerinin ağaçlara gizlenerek pusu kurdukları, çok kıvrak ve kurnaz oldukları söylenmişti. Kablo çekilmesi, tamiri ve arazi kontrolünde dikkatli olmaya çalışıyorduk. Kış mevsimi çok sert geçti. Rüzgar ve ayaz bıçak gibi kesiyordu. Toprağı kazmak ve direklere tırmanmak mümkün olmuyordu. Direklere tırmanıp indiğimizde kulaklarımıza buz parçaları eklenmiş olurdu. Bir çok kez donma tehlikesi geçirdim. Kışı 12 kişilik çadırlarda geçirdik. Savaşmaktan korkumuz yoktu. Sağ olarak Türkiye’ye dönebileceğime ihtimal vermiyordum. İzmirli bir arkadaşımız vardı. Müttefik askerlerle güreş tutardı. Cesur ve mert bir kişiydi. Bir gece, hat kontrolü yaparken pusuya düşürülerek şehit edildi. Onu kaybetmemize çok üzülmüştük.

Koreli ihtiyarlara “ papasan “ derlerdi. Bize Çinlileri anlatırken “ Çayniiz, bum, bum, boğazımızı keserler, ekmeğimizi alırlar “ diyerek nefretlerini belirtirlerdi. Tesin ortaokulu bahçesine, Türk Askerini anlatan bir heykel yapılmış ve altına “ Türk Tugayını ölünceye kadar unutmayacağız “ ifadesini yazmışlardı. Bu durum bize sonsuz mutluluk ve gurur vermişti.

Uzun süre memleketimden mektup almamıştım. Üzüntülü olduğumu anlayan Üsteğmen Nazım ÖCAL sebebini sorunca anlattım. Birkaç ay sonra memleketten mektubum geldi. Sonradan öğrendiğime göre, komutanım durumu Türkiye’ye bildirmiş, babam Kazancı Jandarma Karakoluna çağrılmış ve mektup yazdırılarak postaya verilmesi sağlanmıştı.

Nihayet, savaş sona erdi ve anlaşma sağlandı. Memlekete dönüş hazırlıkları tamamlandı ve 1955 yılında gemilere bindirildik. Bizleri limandan binlerce Koreli uğurladı. Yolculuğumuzda fırtınaya tutulduk. Gidiş yolunu takip ederek 26 gün sonra İzmir limanına ulaştık. İzmir Konak’ta bulunan Sarıkışla’ya yerleştirildik. Her birimize 157 lira cep harçlığı verildi, madalyalarımız, rozetlerimiz ve beratlarımız dağıtıldı.

Terhis belgemi aldım ve yorucu bir dönüş yolculuğundan sonra Kazancıya sağ salim döndüm. Adım “KORELİ” olarak değiştirildi. Seul’ün dondurucu soğuklarının etkisiyle bacaklarımda başlayan romatizma hastalığı zamanla ilerledi. Birkaç kez ameliyat oldum, tedaviler gördüm. Sosyal bir güvencem olmadığından sıkıntılar içindeyim. Gördüğünüz gibi, şimdi sopaların yardımıyla ve güçlükle yürüyorum. Ayakkabı boyacılığı yapmaya çalışıyorum.Kore’ye gönüllü olarak gittiğimden hiç ir zaman pişmanlık duymadım. Koreli lakabımı mutlulukla taşıyorum.” diyerek sözlerini bitirdi.

Koreli Hüseyin bunları anlatırken geçmişi adeta tekrar yaşıyordu. Civar köylerden Kore’ye gidenlerin de “Koreli” diye çağrıldığını öğrendim. Bu hikayeyi dinlediklerimden sonra, 4-5 yıl önce Zeyve Pazarında yaşadığım bir olayı hatırladım. Yıllık iznimde arkadaşlarla birlikte Zeyve Pazar yerinde çay içmek için bir kahvehaneye girmiştik. Kahveci Bahri DOĞAN’da Kore savaşına katıldığından KORELİ olarak çağrılıyormuş. Benim subay olduğumu öğrenince, çayları verdikten sonra masamıza oturdu ve kısa hayat hikayesini anlattı. Kuniri savaşına katıldığını, Bölük komutanı Üsteğmen Doğan BEYAZIT’ın cephede yaralandığını, onu sırtında taşıdığını söyleyerek, eğer hala sağsa adresini bulmamı rica etmişti.

Yıllık iznimin sonunda Ankara’ya döndüm. Kara Kuvvetleri Komutanlığındaki arkadaşlarla görüşerek Doğan BEYAZIT’ın sağ ve görevde olduğunu, Kuzey Kıbrıs Cumhuriyetinde Barış Kuvvetleri Komutanı olarak ve Korgeneral rütbesiyle görev yaptığını öğrendim. Bir mektupla adresini Koreli Bahri’ye bildirdim. Bir yıl sonra aynı kahvede kendisini görerek neticeyi sordum. Kıbrıs’a mektup yazmış ve kendisini komutanına yıllar sonra hatırlatmıştı. Kıbrıs’tan gelen cevabi mektupta “ bunca yıl sonra bir silah arkadaşımın beni hatırlaması ve araması beni çok memnun etti. Sizi Kıbrıs’a davet ediyorum “ ifadeleri yer almıştı. Kıbrıs davetine gidemediğini öğrenmiştim.

Kore savaşının üzerinden bunca yıl geçti, fakat, hatıraları ve Türk Askerinin kahramanlığı unutulmadı. Kore halkı, bizim bu fedakarlığımızın değerini bilerek dostluğu devam ettirmektedir. Yaklaşık 830 şehit verdiğimiz Kore harekatı sonrasında, Türkiye NATO üyeliğine kabul edilmiştir. Amerika’daki birliklerin salonlarında, duvarlara asılan tablolarda, Türk Askerinin Kore savaşında gösterdiği kahramanlıklar anlatılmakta ve yeni askerlere örnek olarak gösterilmektedir. Kore savaşında şehit olanları rahmetle anıyoruz ve sağ olan KORELİLERE uzun ömürler diliyoruz.

Yarbay Naci Sözen / 1995-ANKARA


NOT : Güney Kore’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından, savaşın sona ermesinin 40 yılı nedeniyle, 1995 yılında açılmış olan “ Kore Gazilerinin Öyküsü “ yarışmasına bu hikaye ile iştirak edilmiştir. Yarışma sonunda, birinciliği Sivaslı bir gazinin öyküsü almış ve bizim öykü ikinci olmuştur. Elçiliğin sadece birinci için ödül koyduğunu öğrendiğimizde, duruma üzüldüğümüzden, her yarışmada en az,” birinci, ikinci ve üçüncü ödüllendirilir, bazen de mansiyon ödüller konur” diyerek durumu protesto ettik. Maalesef, yarışma bir yasak savmak için düzenlenmiş gibi görünüyordu. Bu arada, Kore Şehitleri anıtının Ankara Garı yakınlarında olduğunu, her yıl bu şehitlikte yapılan anma törenlerine birkaç kez katıldığımı, Korelilerin bu törenlere de lütfen katıldıklarını gözlemiş olduğumu belirtmek isterim. N.S.

Hiç yorum yok: