KAZANCILI “ ÜŞÜMEZ ADAM “ VE BİR ŞAHİTLİK ÖYKÜSÜ
Ermenek ve çevresi (Taşeli ) için “ tekerleğin değmediği yer “ olarak bahseden kitapların yazıldığı 1940’lı yıllar. Zamanın Ermenek Kaymakamı, yol yapımı konusuna büyük önem veriyor. Karaman ve Mut yollarının halkın mecburi katılımı ile yapılmasına çalışır. İnsanlar, kişi başına 5 lira verecekler, parayı veremeyen yol yapımında bizzat çalışacaktır. Halk fakir olduğu için çoğunluk para vermek yerine çalışmayı seçmektedir. Mevsim kış olmasına rağmen, bir çok Kazancılının da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi yağmur, kar ve rüzgar altında yolda çalıştırılmaktadır.
Şiddetli ve dondurucu poyraz altında çalışan işçiler, yağan yağmurun, kar ve doluya dönüşmesiyle kazma kürek sapını dahi tutamadıklarından, mola verilmiş ve herkes ağaç altları ve taş kovuklarına sığınmıştır. Guruptan ayrılan bir işçi, biraz ilerde, göğsünü açmış ve esen rüzgara karşı yatmış, uyuyan bir adam görür. Yatan adamı ölmüş sanarak “ yetişin “ diye bağırır. Çevreden koşanların gelmesiyle birlikte yatan adam da kalkar ve “ ne oldu ?” diye sorar. Koşanlar arasında Kazancılılar da vardır. Yatan adamı tanımayanlar, gördükleri manzara hakkında bir açıklama beklerken, bir Kazancılı atılarak “ merak etmeyin, bu arkadaş bizden, ona “üşümez adam” denir. Soğuktan etkilenmez ve hiç üşümez” diyerek durumu açıklar.
Herkesi şaşırtan bu üşümez adam, Kazancı Nahiyesi, Yukarı Mahalle, Halil Hocalar sülalesinden 1310 doğumlu Hasan YILMAZ (Tığgulak Çoban )’dır. Yol parasını veremediği için herkes gibi yolda çalışmaktadır. Kendisinin, karda kışta, ne kadar sert soğuklarda kalsa da hiç üşümediği, elini yüzünü karlar ve buzlu sularla yıkadığı bilinmektedir. Gençliğinden itibaren çobanlık yapan Tığgulak Hasan, genellikle Kabalak yaylasındaki yurt yerlerine oba kurarmış.
Kazancılıların, Anamurlu, özellikle “Gurtlar” olarak bilinen Yörüklerle, yaylaların paylaşılması konusunda yaşamış olduğu anlaşmazlıklar, çoğu zaman silahlı çatışmalara ve kavgalara kadar varırdı. Bizim çocukluğumuzda yaşanan silahlı çatışmalar öyle şiddetli olurdu ki, Konya’dan toplu askeri birliklerin gelip çatışmalara katıldıklarını hatırlıyorum. Böyle bir dönemde, Yörüklere ait birkaç at ve katır, Bozdağ mevkiinde silahla vurularak öldürülür. Malların sahipleri, bu işi yaptığına inandıkları bazı Kazancılıları mahkemeye verirler. Çoban köpeklerinin, öldürülen hayvanlara ait kemikleri Kabalak obalarına kadar getirdikleri duyulduğundan Tığgulak Çoban’da Yörükler tarafından şahit gösterilir.
Mahkeme huzuruna, şahit sıfatıyla çağrılan Çoban Hasan Yılmaz’a, hakim, kimlik tespitini takiben, dava konusu olayı anlatır ve “ bu olay hakkında neler biliyorsun ? bildiklerini, gördüklerini ve duyduklarını anlat “ der. Şahidimiz, söze başlayarak “ hakim beğ Münevsiz Yurdu bilimin?” der. Hakim, konuşmasına devam etmesini sağlamak için “ bilirim devam et” der. Şahit, devamla “ yurdun arkasında koca bi daş var, bilimin?” diye sorar. Hakim, çaresiz “ bilirim anlat” diye geçiştirir. Şahit, bu sefer de “ o daşın üstünde koca bir ardıç var, onu da bilimin?” diye sorunca, hakimin sabrı taşmıştır. Hakim hiddetle, “ be adam, ben senin yurdunu, daşını, ağacını nerden bileyim, sen olayı anlat “ diye bağırır. Şahit, bu ikazla kendine gelir ve “ efendim ben o ardıç ağacının başındaydım, benim köpek, ağzında bir kemikle öteden ağrı geldi” der. İşte, Kazancılıları gülümseten şahitlik öyküsü de böyle yaşanır.
Kazancılı “ Üşümez Adam” sonra nasıl yaşadı? Oğlu Hüseyin YILMAZ (Arap Hüseyin)’ın verdiği bilgilere göre, hayatında hiç üşümeyen çobanımız, bir gün aniden felç geçirdi. İnsan vücudu ne kadar tabii şartlara dayanıklı olsa da, neticede, vücudumuz demirden değil, et ve kemikten oluşur ve olumsuz etkilerden mutlaka zarar görür. Bu felçle birlikte yatağa düşen Merhum Tığgulak Çoban, tam 17 sene felçli olarak evinde yatmış ve sonunda rahmetli olmuştur.
Bir insanın,17 sene, aynı yatakta hiç kalkmadan yatması ve yakınlarının ona bu kadar uzun süre bakması, söylemesi dile kolay, fakat, yaşaması gerçekten zor bir durumdur. Benim çocukluğumda, sanırım 1960 yıllarında, bir gurup çocukla birlikte, bir bayram günü ziyaretine gitmiştik. Kalabalık bir aile arasında, odanın bir köşesinde yıllardır hiç toplanmayan yatağında yattığını ve bizim gelişimize memnun olduğunu işaretlerle anlatmaya çalıştığını az da olsa hatırlıyorum. Eskiden, Kazancı da güzel adetler vardı. Bayram namazı çıkışı toplu yemek yenilir, akraba ve komşular sırayla ziyaret edilir, çocuklar mahallede hasta olanları ziyaret etmesi için tembihlenirdi.
Bir Kazancılı öyküsü de burada bitiyor. Geçmişte yaşayan, yaşantımız ve kültürümüze renk katan, zahmetlere katlanan ve mazide tatlı birer anı olarak hatırlanan tüm Kazancılıları rahmetle ve saygı ile anıyoruz. Güzel adetlerimiz ve dayanışmamızın tekrar toplumumuzda yaşanmasını temenni ediyoruz.
Derleyen : Av. Naci SÖZEN (Araştırmacı-Yazar )
21 Ağustos 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder