21 Ağustos 2007 Salı

İlk Kazancılı

İSTANBUL’UN İLK KAZANCILISI



Kazancı ve Kazancılılarla ilgili her şeyi “ bilmek ” isteği, bende çocuk yaşlarda başladı ve zaman içinde bir tutkuya dönüştü. Kazancıdan ayrılarak gurbet ellere savrulan Kazancılıların her birinin bir öyküsü olduğunu düşünürdüm. Karaman Lisesi yıllarımda, yani, 1966 yılından itibaren öyküleri dinlemeye, yaşlılarla görüşmeye ve ip uçlarını değerlendirerek yolum düşünce de sonuçlarını öğrenmeye çalıştım. Tespitlerime göre, gurbete düşen Kazancılıların çoğunluğu, geçim derdi, yani “ aşları” peşinde koşmak suretiyle ayrılmışlar, çok azı ise “ dertli başlarından kurtulma“ için kaçarak uzaklaşmışlardı. Bu araştırmalarımdan biri “ Kazancıyı ilk kim terk etti ve nereye kadar gitti, sonucu ne oldu ? “ konusunda olmuştur.

Şimdi hayatta olmayan, yaşlı Kazancılılarla 1996 yılından itibaren fırsat buldukça yaptığım görüşmelerde, Kazancıyı ilk terk eden ve geri dönmeyen kişinin, Yukarı Mahalleden Hacı Rüştü (Çelebi) Efendi olduğunu öğrenmiştim. Bana anlatıldığına göre, Kazancıya tuzun Anamur’dan, hayvanlara yüklenerek veya insan sırtında taşınarak getirildiği, bir asırdan daha önceki yıllardı,, 18-20 yaşlarında olan Rüştü, bir ekibe katılarak, bir kış mevsimi, tuz getirmek için Anamur’a gider. Dönüş yolculuğunda, önce yağmura, Kaş yaylasına çıkınca kara tutulurlar. Karanlıkta dahi yürümek zorunda kalarak,önlerinde yürüyen atların kuyruklarından tutarlar ve hiçbir şey görmeden Abanoz’a ulaşmaya çalışırlar. Bilindiği üzere, atların gözü insanlardan 20 kat daha iyi görür. Fakat, atların duvara yakın yürüdükleri fark edilmez ve bir ara genç Rüştü duvardan aşağı uçar ve sadece “ vay anam, yandım ! “ sesi duyulur. Diğer yolcular o zifiri karanlıkta dereye düşen genci bulup çıkarırlar ve sırtlarına alırlar.

Ekibin hedefi, kimse donmadan Abanoz’daki dağ evlerinden birine sığınabilmektir. Güçleri ve yaşama umutları tükenmiş olarak ulaştıkları ilk dağ evinin (sayvand) kapısını kırarlar ve içeri girerler. Zorlukla yaktıkları ateşte ısınmaya çalışırken, ekibin tecrübeli liderleri, gençleri, ateşe birden yaklaşmamaları ve herkesin poşularını bacak aralarına sarmalarını ikaz etmektedir. Bir de bakarlar ki, genç Rüştü’nün her tarafı yaralar ve kanlar içinde kalmış. Sabaha kadar bu dağ evinde kalan tuz ekibi yola tekrar koyulur. Bin bir güçlüklerle Kazancının göründüğü yere gelinir. Kurtuldukları için herkes ağlamaktadır. Önceden, çok ağlamış olacak ki, bir tek Rüştü ağlamaz. Sadece dudaklarından “ Yüce Allahım, bu getirdiğim tuzdan bana bir gramı kısmet olmasın “ diye dua eder.

Tuz getirme kafilesi köye girer ve herkes kendi evine doğru dağılır. Genç Rüştü’de evlerinin önüne gelmiş ve tuz kesesini kaldırmaktadır. Bu sırada, karşı köşeden çıkan köyün bekçisi, onu görünce “ Rüştü, pusulan çıkmış, seni muhtar çağırır “ diye seslenir. Tuz kesesini oracıkta bırakan genç, koşarak, Aşağı Mahalledeki Köy Odasına gider. Askerlik pusulasını öğrenir ve geceden Ermenek yoluna düşer. Askerlik görevi İstanbul yollarına düşürmüştür onu. Görevi sonunda Kazancıya dönmez ve İstanbul’da kalarak evlenir. Zaman içinde varlıklı bir kişi olur, yanına yolu düşen akrabaları ile diğer köylülere hep yardım eder. İstanbul’un Şişli semtinde, kapısında, “Çelebi Apartmanı” yazan bir binanın sahibi olduğu bilinir.



Bu bilgileri öğrendikten sonra, 1958 yılında Yukarı Mahalleye çeşme yaptıran fötr şapkalı, babacan ve güler yüzlü amcayı hatırladım. Mahallenin sokak araları kazılmış ve su boruları döşeniyordu. Çalışmaları denetleyen muhtar ve köylülerin arasında hemen fark edilen bu kişinin “ İstanbul’da yaşayan, zengin ve hayırsever bir kişi ve adının Rüştü Efendi olduğu “ konuşuluyordu. Yukarı mahalleye su sağlayan ve 40 yıldan fazla bir süre kullanılan 3 adet çeşmeyi onun yaptırdığını herkes biliyordu.

Nihayet, Karaman Lisesini, Haziran 1969 ayında bitirince Hava Harp Okulu sınavı için İstanbul yollarındaydım. Maceralı bir yolculuk ve adres arama trafiği sonunda okula ulaştım. Yazılı-sözlü sınavlar, sağlık raporu, Eskişehir’de (İnönü Kampı) paraşüt atlama ve uçuş eğitimlerinden sonra, yani 3 ay süren sınavlarda sonra 01.10.1999 günü resmen Harp Okulu öğrencisiydim. Birkaç hafta sonra, aklımın bir köşesinde duran Çelebi Apartmanını aramak istedim. Yeşilyurt’tan banliyö treni ile önce Sirkeciye, oradan belediye otobüsü ile Taksim’e vardım. Şişli semtini sorarak söylenen yönde yürüdüm. Sanırım, aldığım bilgilerde, cadde adı veya belirgin bir noktanın adı da vardı. Sorarak aradığım binayı buldum ve ailenin oturduğunu öğrendiğim daireyi çaldım. Kapıyı 40-45 yaşlarında bir bayan açtı. Resmi askeri öğrenci kıyafetliydim. Kendimi tanıttım ve içeri girildi. Koltukta, güler yüzlü ve oldukça sevecen yaşlı bir nine ile karşılaştım. Kendisi Rüştü Beyin hanımıydı. Tabi ki, Rüştü Bey uzun yıllar önce rahmetli olmuştu.

Aramızdaki sohbet Kazancıya, Kazancılıya ve geçmişten geleceğe uzandı. Benim, Yukarı Mahalleden Abdurrahman Hocanın torunu olduğumu öğrenince çok memnun oldu ve “ gece rüyasında eşini gördüğünü, rüyanın bu görüşmeye karşılık geldiğini “ söyledi. Dedemin, Rüştü Bey ile aynı yaşta, komşu çocukları ve arkadaş oldukları biliniyordu. Kızları da “köyümüzden babamın arkadaşının torunu ziyaretimize geldi, bu ne mutlu bir olay” diyerek memnuniyetini belirtiyordu. Yaşlı ninenin anlattığına göre, kendi ailesi ile genç kızlığında Beyazıt semtinde oturuyorlardı. Beyazıt semti eski İstanbul asilzadelerinin oturduğu semt olarak bilinir. Rüştü Beyin çok anlayışlı, nazik ve herkese saygılı bir insan olduğunu, kendisini hiç üzmediğini, hiçbir güçlükten şikayetçi olmadığını, Kazancıyı her zaman andığını, Kazancılılara fırsat buldukça yardım etmeye çalıştığını anlattı.

Sohbet ve ikramlardan sonra ayrılık saati gelmişti. Yeşilyurt’a dönüş için uzun bir zaman gerekiyordu. Beni, büyük bir memnuniyetle uğurladılar ve evlerine tekrar gelmem konusunda tembih de bulundular. Bu muhterem aileyi daha sonra hiç göremedim ve haklarında bilgi alamadım. Rüştü Beyin muhterem eşleri, gördüğüm İstanbul Hanımefendisi çoktan ölmüş olmalı. Hepsine Allah’tan Rahmet diliyorum. Merhum Rüştü Bey, ömrünü geçirmiş olduğu İstanbul’da Kazancı ve Kazancılıları çok iyi temsil etmiş, seçkin bir kişilik olarak yaşamış, gelecek nesillere örnek olmuş, doğduğu toprakları hiç unutmamış ve yardım elini hep uzatmış muhterem bir kişiydi. Bu tespitlerimi ve İstanbul’un ilk Kazancılısının öyküsünü gençlerle paylaşmak istedim. Rüştü Beyi tekrar saygı ile anıyorum..

DERLEYEN : Av. Naci SÖZEN
Haziran 2006- ANKARA

Hiç yorum yok: