KAZANCILI “GRAMOFON ADAM” IN HAYAT ÖYKÜSÜ
Kazancılı Gramofon Adam’ın hayat öyküsüne, bu lakabı almasından öncesine giderek başlamalıyız. 1940’lı yıllar, 2. Dünya Savaşı yılları, dünya ateş almış yanıyor. Türkiye’nin bu dünya savaşına katılıp katılmayacağı tartışılıyor. Askerlik süresi 4 yıla çıkmış ve o zamanlar, süvari, orman askeri ve gümrük askeri gibi askerlik sınıfları var. Ermenek bölgesinden askere sevk edilenler, yeni tertip edilenler ve izinden dönenler Ermenek’te hanlarda kafile bekliyor ve katırcıların öncülüğünde oluşan kafileler şeklinde 5 gün sürecek yürüyüşle Karaman’a ulaşıyorlar. Sılaya izinli gelen ve terhis olanlar da Karaman’da, Kervansaray denen bir handa toplanıp, aynı usullerle Ermenek yolculuğu yapıyorlar.
İşte bu şartların devam ettiği yılların birinde, giden ve gelen kafileler, Karaman Kervansaray’da buluşurlar. Terhis olup memlekete dönenler arasında, Yukarı Mahalleden İbrahim (Ünal) isminde ve sonradan lakap olarak “ Gramofon Adam / İbiş” diye anılan bir genç de bulunmaktadır. Askerliğini Gümrük Askeri olarak yapmış olup, afilli bir görünümü vardır. Çok rahat bir askerlik yaptığını, çok parası olduğunu, sınır boylarında gezdiğini anlatır durur. Onu yakından tanıyan ve komşusu olan rahmetli Kömbeç Ali (Korkmaz)’da oradadır. Biraz palavracı olan arkadaşını fazla yüksekten uçmaması konusunda ikaz eder.
Bizim İbrahim, uzun bir yolculuktan sonra havalı bir şekilde köye dönmüştür. Şimdilerde bile unutulmamış olan “ bu köylü hala çarık mı giyiyor? “ cümlesini söylemiştir. Hatta, uzaktan gördüğü keçileri işaret ederek “ bu hayvanların kafasındaki çangallı, çungallı şeyler nedir? “ diye sormuş ve onların boynuz olduğunu öğrenmiştir.
Köye, yeni giysiler ve cihazlarla gelip genç kızlara caka satmaya başlamış olan gencimiz, köye ilk defa bir gramofon getirildiğini duyar. Askerde, bu aleti çok gördüğünden hemen ilgilenmek ister. Bu gramofonu (halk dilinde “çalgı” deniyor) 1940’lı yıllarda Kazancıya ilk olarak getiren kişi Gözel Omar (Ömer Güzel)’dır. Ermenek’e bu cihazın 1924 yılında Şam üzerinden getirildiğini de hatırlatalım. İbrahim hemen gramofonun sahibine gider ve biraz çalmak için cihazı ödünç ister. Askerde çok çaldığını anlatınca cihaz kendisine taş plaklarla birlikte kısa süreliğine ödünç verilir.
Gramofon verildikten birkaç saat sonra, Gözel Omar’ı gören biri, çalgısının nerde olduğunu sorar. Aldığı cevaptan sonra “ senin gramofon İbiş’in sırtında Yavşanı yukarı geçti diye haber verir. Gramofonun Yörüklere satılacağından veya Anamur’a kaçırılmakta olduğundan endişelenen sahibi, hemen Jandarma Karakoluna koşar ve olayı anlatarak şikayetçi olur. Karakoldan silahlı iki jandarma verilir ve yayla yoluna düşülür. Kızıl Alan yönüne gitmediği öğrenilince İlabadı yoluna dönülür. İlabadı düzünde, Yörüklere (Ortagöl) doğru ilerleyen ekip uzaktan bir türkü duyar. Ses İlabadı İninden gelmektedir. O tarafa dönerler ve ine varınca ne görsünler, bizim fiyakalı asker, tüm obalı kızları başına toplamış, onlara plakları çalıp dinletmekte, askerlik hikayeleri anlatmaktadır.
İbrahim ve gramofon bulunmuştur. Bir öfkeyle İbrahim’in elleri kelepçelenir, birkaç tokat atılır, gramofon sırtına yüklenir ve arada da ensesine vurularak Kazancı dönüşü başlar. Gencimiz, Gramofonun sahibi ve Jandarmalara, kötü niyeti olmadığını, sadece kızlara dinletmek için obaya getirdiğini anlatır, fakat, durumu düzeltemez. Karakolda biraz tutulan İbrahim hatırlı kişilerin araya girmesi sonucu şikayetten vazgeçildiğinden serbest bırakılır. Bu olay nedeniyle “ Gramofon İbiş” lakabı takılır. Takip eden zaman içinde köyde evlenen İbrahim (İbiş)’in 2 kızı olur. Fakat, bir gün aniden ve kimse görmeden ortadan kaybolur. Kendisinden uzun süre haber alınamaz. Anamur, Mersin ve İzmir’de olabileceği söylenir durur.
Yıllar geçmiş, İbiş’den haber alınamamıştır. Gaipliğine karar verilir ve köydeki hanımı tekrar evlenir. Bu olaylardan da uzun yıllar geçer ve bir gün İzmir/Karacaağaç köyünde çalışmakta olan 2 Kazancılının yanına bir yabancı gelir. İzmir’e çalışmak için gitmiş olan bu Kazancılılar Kahveci İbrahim (Tekin) ve Bıhıdın Kerim (Can)’dan başkası değildir. Bir ara uzaklara bakan Merhum İbrahim Tekin, Kerim Can’a dönerek “ Kerim, şu çalılıkların arasından gelen adam Kazancılıya benzer” der. Kerim Can “ nerden anladın? “ deyince, “ baksana sallana sallana yürüyor” diye ekler. Fakat, yinede ihtimal veremezler ve gelen Kazancılı olsa normal yoldan gelmesi gerekir diye düşünürler. Biraz sonra, uzaktan görünen adam yanlarına gelir ve yıllardır kayıp olan İbiş İbrahim olduğu anlaşılır. Karşılıklı hasret giderilir ve hal hatır sorulur. İki Kazancılı bulmak için tüm köyleri dolaştığını ve aldığı bir bilgiye göre araziden kestirme yolla kendilerini bulduğunu anlatır.
Gurbetçinin derdi anlaşılmıştır. Yerini ve adını söylemediği civar köylerden birine yerleşmiştir. Köyden bir bayanla evlenmek istemiş, nüfus kaydında hala evli gözüktüğünden Cumaovası (Menderes ) ilçesi mahkemesinde boşanma davası açmıştır. Hakim, davacının iddialarını dinler ve eski (Kazancılı) köyünden olan iki şahit getir boşanma kararını vereyim der. Civardaki tüm köyleri gezerek Kazancılı aramakta olan İbrahim, bulduğu hemşerilerine duruşma tarihi ve saatini verir ve “ sizin şahitliğinize muhtacım, mutlaka mahkemeye gelin, o günün yevmiyesini ben duruşmadan sonra size ödeyeceğim” diyerek yalvarır. Kendisine söz veren şahitler, bir hafta sonra, araziden sorarak, yön takip ederek ilçeye gider ve duruşma salonu önünde beklerler. Duruşma saati gelir, fakat davacı ortalıkta yoktur. Bir müddet sonra gelen davacı, duruşmasının geçtiğini öğrenince adeta yıkılır. Hakime çıkarak, ağlayarak yalvarır ve bir daha şahit bulamayacağını bildirir. İnsafa gelen hakim şahitlerin kalemde dinlenmesi ve tutanaklara geçirilmesini kabul eder. Böylece tanıklar gererek bilgileri verirler ve adliye önüne çıkılır. Bizim tanıklar günün yevmiyesinin verilmesini beklerken, davacı, onları bina önündeki çayocağına götürür ve birer çay söyleyerek içmeye başlarlar. Onlara “ siz çayları içe durun, ben hemen geleceğim “ diyerek ayrılan İbiş, saatler geçmesine rağmen ortalıkta gözükmez. Tanıklar, gittikleri yoldan çalıştıkları köye geri dönerler ve davacıyı bir daha hiç göremezler. Yıllar sonra bu konuyu tanıklarla konuşurken, gurbet vurgunu Kazancılının, cebinde parasının olmaması nedeniyle böyle bir davranışa mecbur kalmış olabileceğini belirterek kendisine kızamadıklarını da eklemişlerdir.
İzmir’de bulunduğumuz 1980’li yılların ortalarında, Kazancılı İbiş İbrahim’in yaşamakta olduğu köyün, Gümüldür yolu üzerindeki Değirmendere köyü olduğunu öğrendik. Kendisini ziyaret etmek için köyü bilen kireççi Kara Veli (Tekin) dayımızın rehberliğinde bu köye gidip Gramofon İbiş lakaplı Kazancılıyı bulduk. Kendisi orta halli bir köylü görünümündeydi, Yıllar önce bu köyde evlendiğini, bir kızının olduğunu ve evlenerek İzmir merkezinde yaşamaya başladığını, hanımının yakınlarda ölmüş olduğunu anlattı. Bizim gurbet garibi köylümüz, yine yapayalnız yaşıyordu. Kazancıyla ilgili fazla bir şey sormadı. Beklide duymak istemediği şeyler vardı. Belki de her şey aklından silinmişti. Hiç olmazsa, bebek yaşlarında bıraktığı 2 kızını sorar diye bekledim. Onları da sormadı. Aslında sormadığı iyi de oldu. Çünkü, sorsaydı, yıllar önce genç yaşlarında, kısa aralıklarla ölmüş olan kızları hakkında ne söyleyecektim.
Aradan geçen yıllar, akıllardan ve kalplerden çok şeyi alıp götürür derler.. Paris yakınlarında sürgünde yaşamaktan bıkan ve nehirde intihara karar veren Kırım Türkü şairi düşündüm. Son yazdığı şiirde, Nehir kıyısında bir sabah bulacaklar cesedimi, Kimsesizler mezarlığına koyacaklar. Fakat, kafamın içindekileri ve kim olduğumu, ne bilecekler ? anlamına gelen mısralar yazar. Cesedi nehir kıyısında bulunduğunda cebinden bu “ Ne Bilecekler ? “ başlıklı bu şiiri çıkar.. İşte, bizim gurbet garibi Kazancılımız da çıktığı dönümsüz yolda, yalnız olarak, bu dünyadan göçer gider. Köy mezarlığına kaldırılır. Şairin dediği gibi, Kazancılı bir köylü ölmüş ve mezara konmuştur, fakat , kalbinden, kafasından geçenler, acıları-hüzünleri, arzuları ve özlemleri hiç kimse tarafından bilinmemiştir. Bu öykünün bazı bölümlerini not ettiğim ve bazı bölümlerini yaşayarak yazdığı taslak notları birleştirerek bu öyküye son şeklini verdiğim şu sırada bile sanki ilk defa duyuyorum ve kendimden bir şeyler kaybediyorum gibi hissettim. Her Kazancılının Körkuyu başında soğuk bir su içme özlemi olduğunu biliyorum. Hatta, gurbet ellerde yaşayan bir büyüğümüzün “ Kızıltaşın başında çadır kurup bir hafta yaşamak hayalim” diyerek özlem belirttiğine tanığım. Bazı yaşlı kişilerin ölmeden önce, çocuklarına “ beni, hayvanımıza bindirin ve Körkuyu-Toras bir dolandırıp getirin” dediklerini duymuştum.. Doğuştan, insanına ve toprağına bağlı olan tüm Kazancılıların, sıla özlemlerinin bitmesi ve gurbet acılarının yaşanmaması dileklerimizle…
(Bir Başka Kazancılı Öyküsünde buluşmak üzere….. )
Yazan : Av. Naci SÖZEN , Mayıs 2007 / ANKARA
21 Ağustos 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder