21 Ağustos 2007 Salı

Hasan Çağlayan

KAZANCILI BİR “ HASAN ÇAĞLAYAN “ VARDI

Kazancılı Hasan ÇAĞLAYAN, merhum Fehmi ÇAĞLAYAN’ın dördüncü oğlu olarak 1950 yılında merkez mahallede doğdu. İlk okulu 1962 yılında bitirerek Ermenek ortaokuluna başladı. Aynı yıl Tepecik mahallesinden Nurullah AKTAŞ (Dede Hoca) ve zamanın nahiye müdürünün oğlu Vecdi ÖZDEMİR‘de onunla birlikte ortaokula başlamışlardı. Ben, bir yıl sonra, 1963’de ortaokula başlamış olduğumdan, Ermenek’te okul, şehir ve yurt dahil her konuda bana bıkmadan usanmadan bilgi verir, tavsiyelerde bulunurdu. Orta Okulu bitirdikten sonra, bir gurup arkadaşla Karaman lisesine başladılar. Bir yıl sonra, yani 1966 yılında, bende Karaman lisesine başladım.

Karaman günlerinde de bana her türlü bilgileri veren yine arkadaşım Hasan ÇAĞLAYAN’dan başkası değildi. Aslen Ermenekli olan Mehmet ERDURAL isimli kişinin evinde, Sami YILDIZ , Muhammet ERDOĞA ve Hasan ÇAĞLAYAN ile ben birlikte kirada oturuyorduk. Aynı sofrayı paylaştık, aynı sıkıntıları çektik ve hep dayanışma içinde olduk. Paramız biter, bazı ihtiyaçları alamaz ve dolayısı ile yemek yapamaz olurduk. Böyle günlerde soğan ekmek yiyerek gün geçirdiğimiz çok olmuştur.

Bir gün, hiç paramız kalmamış ve evde tuz bitmişti. Tuzun kilosu 15 kuruş olduğundan, cüzdanlar ve cepler karıştırıldı, 15 kuruş toparlandı. Ben, peşinen “ bakkala gidip bir kilo tuz ver diyemem” dedim. Bu sırada, arkadaşımız Hasan parayı alıp çıktı. Bir müddet sonra geri döndü, fakat elinde tuz yoktu. Bakkala bir kilo tuz ver deyince, bakkal, “tuz 15 kuruş, tuzu koyacağım kağıt kesenin kilosu 150 kuruş” demiş ve vermemiş. Başka bir gün ise, tanesi 5 kuruş olan yazılı kağıtlarını alacak paramız yoktu. İşte bu ve benzer sıkıntılarla yaşar, paramız olursa kahveye veya sinemaya gider, olmazsa evde ders çalışırdık.

Arkadaşım Hasan, 1968 yılında liseyi bitirip İstanbul’a gitti. İktisat fakültesine başlamıştı. Bir yıl sonra, bende İstanbul/Yeşilyurt’da bulunan Hava Harp Okuluna başladım. Beni okulda buldu ve abisi merhum Osman ÇAĞLAYAN’ın Küçükçekmece’deki evine götürdü. Bu kez bana İstanbul’u anlatıyordu. Arkadaşlığımız böylece devam etti. Şakacı, her şeyden bir espiri çıkarabilen ve hayata daima umutla bakan bir kişiliği vardı. Lisede, içinde bulunduğumuz sıkıntılar nedeniyle, üniversiteye gidemeyeceğimi düşündüğümden, geleceğimizin belirsiz olduğunu söylediğimde, bana “ senin geleceğin bu zengin çocuklarından daha parlak olacak “ diyerek moral verirdi. Bu sözünü hiçbir zaman unutmadım. Ben,1972 yılında, okulumu bitirip İstanbul’dan ayrılınca haberleşmemiz devam etti, fakat bir daha görüşemedik. Fakülteyi bitirip askere gittiğini ve Trakya’da bir birlikte Asteğmen olarak askerliğini yaptığını öğrenmiştim.

Aradan birkaç yıl geçmiş ve ben Konya Hava Üssünde görev yapıyordum. Bir 27 Eylül 1976 günü ( hafta sonu) birlikte nöbetçi olduğumdan, sabahın dokuzunda nöbet yerine gittim ve eski heyetten nöbeti devraldım. Koltuğa oturduğumda, gözüm masanın bir köşesinde duran Hürriyet gazetesine ilişti. Manşetten ilk haber “ Fabrika İşçilerinin Maaşını Taşıyan Arabaya Soygun Girişimi, Muhasebeci Öldürüldü” şeklindeydi. Gazete, nöbeti devreden heyet tarafından alınıp okunmuş ve masada bırakılmıştı. Haberin ayrıntısını merak edip gazeteyi elime alınca, başlığın hemen yanındaki küçük resim bana yabancı gelmedi. Bir taraftan resme bakarken, diğer taraftan yazının devamını okumaya başladım.

İstanbul / Bakırköy bölgesinde bulunan Edip İplik Fabrikasında çalışan işçilerin ücretlerini bankadan çeken araç fabrikaya dönüş yolunda silahlı şehir eşkıyaları tarafından soyulmak istenmiş, araçta bulunan fabrikanın muhasebecisi Hasan ÇAĞLAYAN, aracın durmaması ve gaza basarak devam etmesini söylemiş, şoför hızını artırıp devam edince de soyguncular aracı taramışlar. Kurşunlardan biri muhasebeci Hasan ÇAĞLAYAN’a isabet ederek ölümüne neden olmuş, araç patlak lastiğe rağmen paraları kurtararak fabrikaya ulaşmış. Haberin özeti bu şekildeydi.

Gazeteden bu haberi okuyunca donup kaldım. Bir müddet hiç kımıldamadan durmuşum. Yaşadığımız günler bir şerit gibi gözlerimin önünden geçti gitti. İstanbul’a telefon ettim. Tüm Kazancılılar olayı biliyorlardı. Fevzi ÇELEBİ başta olmak üzere, herkes ilgilenmiş ve cenazesini sabaha kadar dualarla beklemişler. Olayın üzücü yanlarından biride, rahmetli arkadaşımızın askerden yeni gelmiş ve bu fabrikaya gireli henüz bir ay bile dolmamış olmasıydı. Daha önceden, ilerisi için satın aldığı ev eşyaları hayrına birilerine verilmiş ve cenazesi İstanbul’da defnedilmiş.

Kazancıda başlayan, Ermenek yollarında ve Karaman düzlüklerinde devam eden, sonrasında İstanbul’a uzanan, bir bakıma, zamana, mesafelere, maddi sıkıntılara, gurbet ve hasretliklere karşı verilen “EĞİTİM MÜCADELESİ” sonunda, bir meslek kazanılmış ve geçimi sağlayabilecek bir iş bulunmuştu. Fakat, işinde ilk maaşını bile almadan, insanlık dışı yaşayan canilerce atılan ve adres sormadan ilerleyen bir “ KÖR KURŞUN “ bu zorlu mücadelenin sona ermesi ve mutlulukların yaşanacağı hayat safhasının başlamasına müsaade etmedi.

Çok sevdiğimiz arkadaşımız, merhum Hasan ÇAĞLAYAN, 26 Eylül 1976 günü, patronunun parasını kurtarmak için aracı durdurmadı, parayı kurtardı, fakat, bedelini canı ile ödedi. Bu davranış görev ve sorumluluk duygusu ile hareket edebilen insanların davranışı olup, adı da “ soylu davranış “ olarak konmalıdır. Kendisini ve iyiliklerini hiç unutmadık ve unutmayacağız. Allah Rahmet eylesin..
Ne demiş ozan ;
Bunca çabanın bedeli..
Değil mi ki, bir avuç toprak..
Hiç bir şeyden korkum yok,
Tek korkum unutulmak…

Soğan ekmek yiyerek, Kazancıdan Ermenek’e yürüyerek giderek, kış günleri ceket ve pantolonlarla yatarak, 5 kuruşluk yazılı kağıdını bulamayarak, aç acına imtihanlara girerek başarılan eğitim serüveni sonunda, “ bir adam oldum “ denileceği sırada karşılaşılan böyle bir ölüm, elbette hak edilmemiş bir ölümdür. İnsanlarımızın daha güvenli, mutlu ve sağlıklı ortamlarda yaşayacağı huzurlu günlerin gelmesi dileğiyle….


Yazan : Av. Naci SÖZEN , Nisan 2007 /ANKARA

Hiç yorum yok: