SEVGİ MEZARI VE SONSUZ BİR AŞKIN ÖYKÜSÜ – (3)
AH ! BU NASIL ÖLÜM, BEYLER, AĞALAR. !!!
Göç yolculuğuna devam eden obamız, Alaköprü’den geçerek Ermenek şehrine ulaşmaya çalışmaktadır. Fakat, şimdiki Kuruçeşme yakınlarına gelindiğinde, hamile olan kadının doğum sancıları artar. Oba tekrar mola verir. Gece, nur topu gibi bir kız çocuğu dünyaya gelir ve adını Suna koyarlar. Bir güzeli kazaya kurban veren Obanın, bu kaybı, bir kız bebek ile karşılanmış gibidir. Bu bebek bile acıları dindirmeye yetmeyecektir. Bu sonsuz acıya neden olan ölümü, Ozan, şöyle satırlara döker ;
. Ah, bu nasıl ölüm, Beyler, Ağalar..
. Sevdiceğim Tuna’m, ah çekip ağlar..
. Üstünden geçtiğim, ak karlı dağlar,
. Eğilip içtiğim sular ağlasın….
Göç katarı, nihayet, Ermenek’e ulaşmış ve Keben geçidine doğru ilerlemektedir. Damlardan seyredenler ile göçerler selamlaşmakta ve gecikmenin nedeni konuşulmaktadır. Oba reisi “ Zeyve Bükü’nde bir güzeli toprağa koyduk, yerine Allah bir kız bebek verdi” diyerek kucağında kızı ile yürüyen kadını işaret eder. Seyirci kadınlar “ ah zavallı, bu halde nasıl yola devam edecek, bebeği de soğuktan hastalanır, nasıl koruyacak “ diye seslenirler. Bunları dinleyen kadın, yol kenarında kendilerini seyreden çocukları göstererek “ şunlar gibi benzi soluk ve cılız olacaksa hemen ölsün, sağlıklı olacaksa yaşasın “ diye seslenir. Karşılıklı konuşmalar altında ilerleyen kafile tekrar yüksek yaylalara çıkmıştır. Perişan halde yürümeye çalışan Tuna, sevdiği kızı koruyamamanın üzüntüsünü tüm benliğinde duymaktadır. Bu durumu Ozan şöyle dile getirir.
. Tuna’m, ben vuruldum, yapış elimden.
. Çöz önceği, kan olmasın, belimden,
. Ben kalmışım, sen de kalma yolundan,
. Göç çekip geçtiğim yollar ağlasın….
Zorlu yolculuk, üzücü ve yorucu bir macera şeklinde sürmüş ve Oba, Barçın yaylasına ulaşmıştır. Yurt yerleri ve ağıllar temizlenir, sayvandlar (yazlık oba evi) onarılır. Tencereler tekrar kaynamaya, kuzu ve oğlaklar çimenlerde oynamaya başlamıştır. Tuna, yaşadığı acı olayı ve toprağa verdiği sevdiceği ile aşklarını ölümsüzleştirmek için, önden bildiği, Sarıveliler köyünde yaşayan ünlü halk ozanı Fil Ahmet’e gider. Olayı ve aşkını anlatır, bu yaşananlar için bir “Yakım “ yakıvermesini, diğer bir deyişle “Aşk Destanı” yazıvermesini diler. Fil Ahmet, yakım için şart olarak, Tuna’nın, iki kurban kesmesi, birini camiye bağışlamasını, diğerini kazanlarda pişirtip fakir ve fukaraya ikram etmesini ister. Tuna, bu şartları hemen yerine getirir. Fil Ahmet dilden dile dolaşarak günümüze kadar ulaşan bu Aşk Destanı’nı yazar.
. Tuna’m varsın, hocasında okusun,
. Garip bülbül, gül dalında şakısın..
. Gelin anam, al astarı dokusun,
. El yerine baksın dursun, ağlasın…
Bu acı ölüm olayı bir kaza olarak kabul edilmiştir. Fakat, yıllar boyu, bunun bir kaza olmadığı, Suna’yı seven ve karşılık göremeyen oba reisinin oğlu tarafından bilerek vurulduğu söylentileri devam edip gitmiştir. Uzun yıllar evlenmeyen Tuna, yakınlarının “ölenle ölünmez “ sözleri ve ısrarlarına dayanamamış ve başka bir aşiretten bulunan bir kızla evlenmiştir. Obanın, bahar ve güz dönemi göçleri sırasında, Zeyve deresine gelindiğinde, Tuna başta olmak üzere, Suna’nın ailesi ve sevenleri mezar başında gözyaşı dökmeye, ağıtlar söylemeye devam etmişlerdir. Uzun yıllar sonra, göç güzergahı değişmiş ve göçler, kamyonlarla başka yollardan yapılmaya başlanmıştır. Zaman içinde hikayeyi bilenlerde azalmış ve mezar unutulup gitmiştir. Başka bir ozan, mısralarında “ mezarın üstünde biten otlar beş karış olmayınca, gönül yardan ayrılmaz” demiştir. Bu öykümüzde, mezarın üstünde biten fidanlar ağaç olmuş, gönül yardan ayrılalı yüzyıllar geçmiştir.
1999 yılında, ankara’da karşılaştığım bir kamyon şoförü ile sohbet ediyordum. Kendisinin Anamurlu Bahşişli Yörüklerinden olduğunu ve yazları Barçın yaylasına çıktıklarını öğrenince, bu aşk öyküsünü ve kahramanlarını sordum. Tesadüf olacak ki, şoförün adı Mehmet NEHİR’di. Hikayeyi çok iyi biliyordu. Aşkın kahramanı Tuna’nın kendi sülalesine mensup olduğunu, sülalesinin ve oymaklarının “ Nehiriler “ adıyla da anıldığını, soy adlarını da bundan almış olduklarını, söyledi. Destanın bir dörtlüğünün “ Nehiri’dir, kara gözlüm, Nehiri..” mısrası ile başladığını, bu ismin tesadüfü olmadığını anladım. Oymaklarının çok azaldığını, insanların ekmek uğruna başka diyarlara gittiğini, bazı akrabalarının Anamur’da esnaflık yaptıkları için yaylaya çıkmadıklarını öğrendim. Nehiriler’den, Kara benizli Yörük genci, “ bir gün, yolumuz Barçın yaylasına düşerse, evlerinin cami yanındaki ev olduğunu, mutlaka uğramamızı, çok memnun olacaklarını” söyleyerek yanımızdan ayrıldı..
Bu hazin ve ölümsüz aşkın öyküsüne şu dörtlükle son verirken, tarihimizde ve yöremizde yaşanmış olan yoğun aşkların kahramanlarını rahmetle analım….
. Barçın yaylasının güzel kuşuydum..
. Eğri feslilerin fino taşıydım,
. Yörük kızlarının deste başıydım..
. Seven akranlarım, ansın, ağlasın….
Yazan : Av. Naci SÖZEN ,
HAZİRAN 2007 / ANKARA
19 Ağustos 2007 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder