KAZANCI HİKAYELERİ
KAZANCILI İBRAHİM TÜRKER’DEN SIRADIŞI BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ –(1)
(Tilkinin Kaptığı Çarık Kimindir ? )
Yayınlamakta olduğumuz Kazancı Hikayeleri ve Eğitim Mücadelemiz serilerini birlikte kapsayacak niteliklere sahip olan bu hikayemizin konusu, Kazancılı İbrahim TÜRKER tarafından verilen olağanüstü eğitim mücadelesini ve gerçekleştirdiği sıra dışı bir başarının öyküsünü özetlemek olacaktır. Eğitim çabalarının, tüm Taşeli insanı için bir uğraştan öteye, bir mücadele ve destan yazmak olduğu, eski yıllarda, ailesini, evini, köyünü ve yöresini terk ederek, uzak diyarların yollarına yayan olarak ve çocuk yaşlarda düşmüş olan bu öncü insanlarda ortak olan en önemli özellik, şartlar ve güçlükler ne kadar ağır ve aşılmaz olursa olsun “ başarmak zorunda olmaları “ gerçeğiydi. Bu ve benzeri hayat hikayeleri, günümüz gençlerine ve gelecek nesillere “ geçmişi bilmek ve geleceği planlamak” açısından katkılar yapacak, hedefleri belirlerken cesaret verecek ve ülkemizin bu günlere gelişinde, canlarını, kanlarını, emeklerini ve ömürlerini harcayan büyüklerimizin anısı uğruna daha çok çalışılmasını teşvik edici olacaktır.
Kazancılı İbrahim TÜRKER, Yahyalar sülalesinden merhum Hacı Yahya ile Hocalar sülalesinden merhume Ayşe Hanımın oğlu olarak, 12 Mayıs 1928 yılında Kazancı Merkez Mahallede doğmuştur. Doğduğu ve çocukluk yıllarını geçirdiği dönem, Ulu Önder Atatürk liderliğinde kurulmuş olan genç Cumhuriyetimizin ilk yıllarıdır. Ülke çapında bir aydınlanma, çağdaşlaşma ve kalkınma seferberliği başlatılmış olmasına rağmen, dünya çapında etkisini sürdüren 1930 yılı ekonomik krizinin de dönemidir. Kazancı İlkokulu, efsane öğretmen merhum Sami ÖZTAŞ hocanın insan üstü gayretleriyle çevresine ışık saçmaya başlamıştır. İbrahim TÜRKER’in kendi kaleme aldığı özgeçmişinden öğrendiğimize göre, henüz 5-6 yaşlarındayken, ailesi tarafından, dedesi olan merhum Abdurrahman Hoca’dan din bilgilerini öğrenmesi istenmiştir. Her akşam, yemeğini yedikten sonra, Yukarı mahalledeki dedesinin evine koşar, odanın ortasına tek başına diz çökmüş vaziyette oturur, dedesinin yatsı namazından gelmesini beklermiş.
Dedesinin evinde din dersi almakla başlayan bu ilk eğitimi 3-5 ay sürdükten sonra söylenen her şeyi kolayca ezberlemekte olduğunu göstermiştir. Bu duruma şaşıran dedesi, bir gün , babasına “ bu çocuk çok akıllı, her söyleneni hemen öğreniyor, onu ötesine bir okula göndermeye çalış “ şeklinde önemli bir tavsiyede bulunur. Bu tavsiye üzerine yeni açılmakta olan meslek okullardan birine gönderme konusu babasının aklına düşmüştür. Hatta, ilk okul dönemlerinde, babasının, “ seni gedikli okuluna göndereceğim” dediğini hatırlamaktadır. 1930’lu yılların sonlarına gelindiğinde, açılan öğretmen okulları, ziraat mektepleri ve askeri okullar gidilebilecek okullardı. Konya’da Askeri Ortaokul, Kayseri’de Astsubay Okulu ve Ereğli İvriz’de Öğretmen Okulu olduğu biliniyordu. Öğretmenleri Sami Bey’de okulunu bitiren öğrencilerden birilerinin ileri okullara gittiğini görmek için gayret sarf ediyordu. Nihayet, 1941 yılına gelindiğinde, ilkokulu bitiren çocuklardan Gözel Hüseyin oğlu Mehmet (Güzel), babasının isteği ve öğretmeninin gayreti ile bir ilk olarak İvriz Öğretmen okuluna gönderilmiştir. İbrahim Türker ve o dönem arkadaşları ilkokul son sınıfı okurken önlerinde bu örnek vardır.
Kazancı İlkokulunu 1942 yılında bitirecek olan çocuklardan kimlerin ileri okullardan birine gidebilecekleri tartışılmaya başlanır. Çocukların ailelerinin isteği, mali durumu, cesareti, çocuğun zeka durumu ve imtihanlar sonunda yukarıdan kayıt için emir gelmesi gibi aşamalar, kayıt için yollara düşmek, zahmet ve masrafları göze almak gibi hususlar arka arkaya sıralanmış engeller zinciri oluşturmaktadır. Benim, çocukluğumda, büyüklerimden öğrendiğime göre, o eğitim yılı içinde, devlet tarafından görevlendirilen bir heyet tüm okulları dolaşmış, son sınıfları derslerde denetlemiş ve zeki çocukları belirlemeye çalışmıştır. Bu heyet, Kazancı ilkokulundaki incelemeler sonunda,, öğrenci İbrahim TÜRKER’i kast ederek “ sınıfın köşesinde oturan, kara ve ufak çocuğa dikkat edin, gözleri ışık saçıyor “ demişlerdir.
Eğitim dönemi sona ermiş, öğretmen yardımı ile yatılı okula dilekçeler gönderilmiş, gelecek cevaplar beklenmektedir. Öğretmenleri Sami Bey, yaz tatili olması nedeniyle Ermenek merkezdedir. Öğrencilerini üst okullara gönderebilmek için resmi makamlarla irtibatını sürdürmektedir. Yıl içinde sınıflarında en zeki öğrenciler olarak, kendisi ile birlikte Gazi Hasan Ali oğlu Sami TUNCA ve Polis İbrahim oğlu merhum Dede UĞUZ seçilmiştir. Nihayet, bir güz günü Ermenek’teki hocalarından gelen bir haber hayatlarının akışını değiştirecek bir haber olur. Babalarıyla birlikte, evraklarını da alarak, acele şehre gelmeleri istenmiştir. Atlar hazırlanır ve bir gurup olarak yola çıkılır. Delallar bölgesinde Göksu çayından yürüyerek geçilir. Tabi ki, çocuklar atların üzerinde binilidirler. Babaları, yalın ayak suda yürümekte, çocukların attan düşmemesi için yan taraftan sıkıca onları tutmaktalar.
Yorucu bir yolculuktan sonra şehre varan ekip, hana yerleşir. Öğretmen Sami Bey bulunur. Evraklar doldurulur ve imzalanır, resmi makamlara teslim edilir. İvriz Öğretmen Okulundan (O zamanlar ismi İvriz Köy Enstitüsü) haber geldiğinde, kesin kayıt yaptırmak ve okula başlamak için İvriz yolculuğu yapacakları kendilerine bildirilir. Kazancılı bu 3 öncü çocuk ve aileleri köylerine dönmüş, gelecek haberi beklemektedir. Yeni eğitim dönemi başlamak üzeredir. Ailelerde, başka yatılı okullara da dilekçe gönderseydik lafları edilmektedir.
Eğitim döneminin başlamasına haftalar kala, 1942 yılı sonbaharında, yukarılardan gelen yazıda, Kazancılı İbrahim, Dede ve Sami ismindeki çocukların velileriyle ve evraklarıyla birlikte acele olarak İvriz okuluna gelmeleri emredilmiştir. Aileleri ve de çocukları tatlı bir heyecan sarmıştır. Atlar, heybeler, eşyalar ve yiyecekler yine hazırlanır ve gurup olarak yollara düşülür. Bu ekibe askerlik hizmeti için giden Kazancılı merhum İbrahim TOKSOY’da katılmıştır.Ermenek hanında toplanan ve tüm çevre köylerden gelen öğrenciler, askerler ve gurbete giden işçiler, yolculuğa klavuzluk ve taşımacılık yapacak olan “ katırcıların” ortaya çıkmasını beklerler. Katırcılardan hiç biri bu yolculuğa çıkma konusunda istekli olmaz. Bizim öğrencilerin zamanı daralmaktadır.
Katırcının katılmadığı yolculuğun bir gurup olarak başlatılması kararlaştırılır. Yanlarındaki eşya, yiyecek ve diğer yükleri azaltılacak ve hayvanları geri götürecek olan kişi ile Kazancıya gönderilecektir. Yolculuk zahmetli ve uzun bir yolculuk olacaktır. Bu sırada, Hocamız Sami TUNCA’dan aldığım bilgilere göre, kendi babası hayatta olmadığı için yanında amcası vardır. Diğer iki arkadaşının babaları yanlarındadır. Nihayet, yükler sırtlanır, çocukların ellerinden tutulur ve katırcısız olarak Yellibel-Tekeçatı istikametine doğru yamaçlara tırmanılır. Yolculuğun hangi güzergahtan gideceği, nerelerde konaklamak zorunda oldukları, havaların kötüleşmesi ve diğer tehlikeler, hastalık ve de ölüm durumlarında nasıl hareket edileceği şehirdeyken kendilerine tembihlenmiştir. Yine, Sami Hoca’nın anılarına göre, bir yolculuk esnasında, boğaz köylerin birinden askere giden bir genç yolculukta aniden ölmüş ve oracıkta defnedilmiş ve yolculuk devam etmiştir.
Yola çıkan guruba verilen yol güzergahına göre, üç gece geçirildikten sonra ve 4. günün akşamı Karaman Kervansaray hanına varılabilecektir. İlk günün akşamı ulaşmaları gereken noktada bir büyük in vardır. Ekip geceyi bu inde geçirecek ve sabahla birlikte sağlıkları yerindeyse yola devam edeceklerdir. Yanlarında taşıyabilecekleri kadar bir kaç çamaşır ve hafif eşya mevcuttur. Yolculuğun belli safhalarında, ayakları kabaran ve güçleri tükenen çocuklar, velileri tarafından “höbüc “ edilecektir. Katırcı, ekipte olsaydı, para karşılığı, çocuklar, sırayla katıra binebileceklerdi.
Derelerden ve tepelerden geçen dar ve kayalık yollardan ilerleyen yolcular yorulmaya başlamış, küçük çocuklar elleriyle böğürlerini (bellerini) tutmaktadırlar. Babalarını korkutan, çocuklardan birinin bir karın ağrısı veya böbrek sancısı gibi dayanılmaz bir hastalığa tutulmaları konusudur. Bir tepe aşılır, arkasında daha büyük bir dağ çıkar. Bu dağ aşılır, başka bir geçilmez vadi gözükür. Bedenler yorulmuş, ayaklar şişmiş, hafif olan yükler ağırlaşmış ve akıllar, konaklanacak Ayı ininin artık gözükmesine kilitlenmiştir. Geceyi geçirecekleri Ayı inine gelindiğinde herkes bir tarafa savrulur. Ayakkabı ve çarıklar çıkarılır, ayaklara sarılan bezler açılır ve taşlar üzerine serilir. Yanlarında taşıdıkları yiyeceklerden biraz yenir ve vakit geçirmeden yatma hazırlığı başlar.
Gece bu in içinde geçirilecektir. Alt zemin taş ve üzeri keçi gübresiyle örtülü, üst tavan taş ve kuşların yuvasıdır. Yanlarında ne yorgan ne döşek mevcuttur. Bazı hazırlıktan sonra yat saati gelir. Babalar, bir birine sırtlarını vererek yatacak, çocuklarını da kucaklarına alacaklar, böylece, çocukları üşümesi önlenecek ve bir birlerinin vücut ısılarından karşılıklı faydalanmaları ile gereksiz ısı kaybına mani olunacaktır. Bu yatış sistemi, Kırkkuyu yaylasında, ilkbaharda ekin ekerken, sayvantlarda yatış esnasında da uygulanan yöntemdir. Gecenin karanlığı çökmüş, hava giderek soğumuş, dışarıda vahşi hayvan ve gece kuşlarının naraları yankılanmakta, yorulan bedenler bir bir uykuya dalmaktadır. Tan yeri ağarmadan önce, gözün gözü görmediği bir sırada, uyuyanların ayak ucunda bir patırtı kopar. Çevreden yaklaşan karnı aç bir tilki, ayak uçlarında duran ve taze deriden yapılmış bir çarığı kapmış ve kaçmaya başlamıştır. Saldırıya uğradığını sanan herkes, rastgele bağırmakta, bir birini cesaretlendirmek için “ davran, korkma, koş, vurun, yakalayın “ gibi kelimeler sarf etmektedirler.
( Gelecek Sayıda “ Kim Bu Kazancılılar ? “ diye bağıran öğretmen … )
DERLEYEN : Araştırmacı Naci SÖZEN , Mart 2008 /ANKARA
27 Mart 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Hello. This post is likeable, and your blog is very interesting, congratulations :-). I will add in my blogroll =). If possible gives a last there on my blog, it is about the TV de LCD, I hope you enjoy. The address is http://tv-lcd.blogspot.com. A hug.
Yorum Gönder