15 Mart 2008 Cumartesi

Ermenekli'ye Nerelerde Rastladım ? (7)

ERMENEKLİ'YE NERELERDE RASTLADIM ? – (7)
(Arkadaş Sen Nerelisin ? )


Ermenekliye daha nerelerde rastlayacağımı merak ederek, her gittiğim yerde karşıma gelen kişinin, bana bu yönde bir sürpriz yapabileceğini ihtimal içinde tutardım. Bazen, bu ihtimalin bile söz konusu olamayacağı zaman ve yerde bir hemşerime rastladığım da oluyordu. Örneğin, İstanbul’da Hava Harp Okulu’na başladığım Ekim 1969 ayından, hatta, yaklaşık 4 ay süren sınav sürecinin başlangıç tarihi olan Haziran 1969 ayı sonlarından itibaren çevremde bir Ermenekli olmadığından çok emindim.

Giriş sınarları ve yer eğitimi tamamlandıktan sonra, 01 Ekim 1969 günü, kutsal “yemin” töreni yapılarak toplam 200 öğrenci kesin kayıtla Hava Harp Okulu öğrencisi olmuştuk. Bu öğrenciler arasında, Karaman ve Ermenekli yoktu. En azından benim edindiğim bilgi bu şekildeydi. Zaten, yer eğitimleri ve paraşütle atlama sürecinde, giydiğimiz keplere herkes memleketini yazmıştı. Benim kepin önünde “ERMENEK” yazdığından, arkadaşlar beni Ermenek diye çağırıyorlardı. Bu şekilde, öğrenciler arasında hemşerim olmadığı da test edilmiş oluyordu.

Birinci yıl ağır bir eğitim dönemi yaşadık ve sınıfı doğrudan geçtiğimiz için bir ay fazla tatil yaptık. Tatil sonrası, ikinci sınıfa başlamış, hatta, ikinci yarı yıl başlarına kadar gelmiştik. Sınıfımızı yine doğrudan geçerek fazla tatil yapmak hayaliyle yoğun bir çalışma içine girmiştik. Arkadaşlarımızın çoğu muhtelif illerin lise birincileri, dereceli mezunları ve iddialı kişileriydi. Sınıflarımız 33 kişilik olmak üzere 6 kısma ayrılmış olup, bizim sınıfta 34 kişi vardı. Geçen iki yıl içinde, bu arkadaşların, nereli oldukları, baba mesleklerinin ne olduğu, mali ve kültürel durumları ve zevkleri dahil her konuda bilgi sahibi olmuştuk. Çünkü, sınıf arkadaşlarımızla, derste, yürüyüşte, yemekte, yatakhanede ve merasimlerde hep birlikteydik.

Eğitimlerin uygulama bölümü için açık arazide bulunduğumuz bir sırada, verilen dinlenme arasında yerlere uzanmış oturuyorduk. Tesadüf olacak ki, yanımda, benden iki sıra geride bulunması gereken Mersinli arkadaşım Şarman ELİBOL oturuyordu. Bu arkadaşı, İnönü Kampında gördüğüm ilk gün, hem adından hem hareketlerinden genel deyişle “ gıcık “ kapmıştım. Adı Türk adı değildi. Mersin Lisesinde sürat koşucusu olduğunu söylüyor, kasıntılı ve olayları önemsemez bir tavır içinde dolaşıyordu. Başlarda, isminin anlamını sorduğumuzda, babasının Mersin içinde yabancıların yürüttüğü bir inşaatta çalıştığı zamanlarda müdürü olan bir Almanın adını kendisine vermiş olduğunu söylemişti. Kısacası, hemen bitişiğimde istirahat eden arkadaş, zaman içinde eleştirdiğim biriydi.

Eğitim dinlenmesi devam ediyordu. Yanımda oturan ve aramızda henüz bir konuşma geçmemiş olan arkadaşım Mersinli Şarman, bana dönerek ve her zamanki umursamaz - yavaş çekim hareketleriyle “ yahu Naci, sen Ermenekliydin değimli ? “ deyiverdi. Bu soru karşısında, içimden “ eyvah, Ermenekle ilgili bir şey çıkacak, Mersin’den Ermenekli bir komşu veya arkadaşından bahsedecek “ diye geçirerek “evet, Ermenekliyim “ dedim. Hatta, “Kazancı kasabasındanım” diye de ekledim. Bu cevap karşısında “ oralarda Akmanastır adında bir köy olacak, orayı da bilir misin? “ dedi. Benim hem merakım, hem de sinirim artıyordu. Cevaben “ evet bilirim, bize 5 km. uzaklıkta, anne tarafım da oralı” dedim. Arkadaşım yine aynı tavırlarla “ benim babam Akmanastırlı, gençliğinde Mersine gelmiş ve yerleşmiş, ben 5 yaşlarında sadece bir kez Akmanastır’a gittim “ deyince şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Şaşkınlığım kadar, öfkem de artmıştı. Kendisine doğru dönerek ve yüksek bir ses tonuyla “ yuh be, bunu söylemek için bir buçuk yıl niye bekledin” diye bağırdım.

Kaderin bir cilvesi, uzaktan gördüğüm haliyle ve ismine bakarak sinir olduğum ve uzun süre samimiyet kurmadığın sınıf arkadaşım, Ermenekli çıkmıştı. Yine bir Ermenekli beni şaşırtmış ve hiç ihtimal vermediğim bir şekilde karşıma çıkmıştı. Arkadaşımız, babasının memleketinden hiçbir şey bilmiyordu. Yıl sonu tatile geldiğimde, Akmanastır köyüne gittim. Köyün girişindeki derenin kenarında evleri olan geniş bir sülalenin soy adı ELİBOL idi. Bu aileden birilerine arkadaşımı anlattım. Onlardan getirdiğim selamı da okul arkadaşıma ilettim. Fakat, gönüller ve akıllar (hafızalar) arasına o kadar uzun mesafe ve uzun zaman girmiş ki, bu bağları tekrar kurmak imkansız hale gelmiş durumdaydı.

Sözden ibaret kalan Ermenekli (Gökcekent) arkadaşımla “ hemşerim ” hitapları ve sohbetleri devam etti. Yıllar bir birini kovaladı, değişik yerlerde görevler icra edildi ve herkes emekli oldu. Bir kaç yıl önce, Ankara Çayyolu semtinde, semt pazarında dolaşıyordum. Kolumdan tutan biri “ nasılsın hemşerim? “ diyerek beni sarstı. Dönüp baktığımda, babası Akmanastırlı, ismini bir Almanın isminden almış, köyünü ve yöresini hiç tanımayan bu arkadaşım Şarman ELİBOL (Em. Hv. Alb.) olduğunu gördüm. Bizim yakınlarımızdan bir siteye taşınmış, yani Ankara’ya yerleşmişti. İçerisinde hemşerilik olmayan hemşeri muhabbetine zaman zaman devam ediyoruz. Bu olayı yazıya dökerken, bir zamanlar Ermenek şehir çıkışındaki tabelada yazan “ Dağılıp Tükenmemek İçin El Ele “ yazısı aklıma geldi. İnsanlarımızı yabancılaştırmak için, aralarındaki kültürel, duygusal ve ruhsal bağların koparılması gerektiği iddiasının doğruluğunu da kanıtlamış oluyoruz. Günümüzde, Türk insanı için bu yabancılaştırma, ayrıştırma, bölme-parçalara ayırma ve zayıflatma taktikleri sürekli ve yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Bizler, hemşerilerimizle bağlarımızı koparmamaya özen gösterelim….

Yazının sonunu “ Bakalım Ermenekliye daha nerelerde rastlayacağım ? “ diyerek bitireyim..

Yazan : Av. Naci SÖZEN Ocak 2008 / ANKARA



Not : Tüm yöresel ve ulusak konulardaki yazılarım “ nacisozen.blogspot.com “ sitesindedir. Ayrıca, güncel yazılar yerel paylaşım (kazancibeldesi.com, arnava.net ) sitelerindedir.

Hiç yorum yok: