15 Mart 2008 Cumartesi

BEN O GÜN NEREDEYDİM ?

BEN “ 15 ŞUBAT 1999 GÜNÜ “ NEREDEYDİM ?
(…… MEMLEKETE HOŞ GELDİN .!!!.)


Gazete ve haber bültenlerini izlerken, doğu bölgesi illeri ve ilçeleri (Hakkari, Şırnak, Urfa, Van, Yüksekova, Batman, Mersin, Adana gibi..) başta olmak üzere, ülke düzeyinde bir çok merkezde, hayatın felç olduğu, gerginlikler yaşandığı, polis ile göstericilerin, (ön saflarda çocukların) karşı karşıya getirildiği, hatta, çatışmalar yaşandığı, bir gencin hayatını kaybettiği gibi haberlerin çoğunlukta olduğunu gördüm. Bu yoğun haberlerin, bölücü başı … ‘nın, 15 Şubat 1999 tarihinde, Kenya’da paketlenerek özel bir uçakla ülkesine getirilişinin 9. yıldönümü nedeniyle ve bu olayı protesto etmek amacıyla, bölücü örgüt üyeleri, yandaşları ve destekçileri tarafından düzenlenmiş olduğunu ve gösterilerde “ biji serok apo “ diye bağırdıklarını da öğrenince, 15 Şubat 1999 günü nerede olduğumu düşündüm.

Ben, 15 Şubat 1999 günü, bir resmi görev için gittiğim, Hollanda’nın başkenti (hükümet ve idare merkezi ) La Hey ( Den Haag ) kentindeydim. Burada bulunan NATO Teknik Merkezine, uluslar arası müşterek bir projenin koordinasyon toplantısına katılmak için bir gün önce gelmiştim. Beni, tren istasyonunda karşılayan Büyükelçiliğimizde görevli ve doğma büyüme bu şehirde yaşamakta olan Levent ERTÜRK isimli görevliydi. Otele yerleştikten sonra, kısa bir şehir turu yaptırarak, bana çevreyi tanıtmış ve bir ihtiyaç halinde arayabileceğim elçilik telefonlarını da vermişti.

Şehre gelişimiz ikinci günü, yani 15 Şubat 1999 günü, planlı görev yerine giderek çalışmalara katıldım. Şehir dışında olan bu merkezden şehre dönerken, bizi misafir eden Hollandalı görevli, çevresi yüksek duvarlarla çevrili bir binanın önünde, “ bu binada savaş suçlusu Sırp liderler var, Adalet Divanında soykırım suçundan yargılanıyorlar “ dedi. Balkanlarda, Müslümanları topluca katleden Sırp kasapların orada tutulduğunu duyunca, görevliye “ yoksa, Türk asıllı azılı esrar kaçakçısı Baybaşin (Türk Escobarı deniyor) de bu hapishanede mi yatıyordu ? “ diye sordum. Görevlinin gözleri iki karış açıldı ve “ evet” diye bağırdı. Hatta, “ o müthiş Türk, bu hapishane havlusundan helikopter ile kaçırıldı, inanılmaz bir durumdu” diye de ekledi.

Bu ve benzer konuşmalarla süren şehir içi yolculuğumuz, benim kalmakta olduğum otelin önünde sona erdi. Kendilerine teşekkür ederek ayrıldım ve odama çıktım. Vakit ikindi üstü ve hava bulutluydu. Bir taraftan üzerimi değiştirirken, haberleri izlemek için cihazın ayarlı olduğu Türk kanallarından Star TV’yi açtım. İlk gördüğüm sahne, bir uçak içinde, yüzleri maskeli şahıslar ayakta, gözleri ve elleri bağlı katillerin başı (bölücü başı) koltukta oturmaktaydı. Ben, “ bu görüntüler de ne zaman çekilmiş, arşivden olmalı” diye düşünürken, görevlilerden biri, gür sesiyle “ … memlekete hoş geldin” diye seslendi. Olup biteni anlamaya çalışmaktaydım. Dikkatimi ekrana verip gerçeği öğrenince, bir taraftan şaşkınlık içinde, diğer taraftan “ acaba gerçek mi?” kaygısıyla ayakta hareketsiz durakaldım.

Her şeyin gerçek olduğu, bu hainin ülkemize getirildiği ve artık Türk adaletinin elinde olduğu hususlarını tam olarak anlayınca göz yaşlarımı tutamadım. Silahsız olarak, Bingöl yolunda seyahat eden 33 askerimiz üzerine 1570 kurşun sıkarak şehit eden, nice öğretmen, doktor, hemşire ve devlet görevlisini acımasızca katleden, çocukları kurşunlayarak, körpe beyinlerini yere kıvrılmış bedenlerinin yanına akıtan, nice insanımızı, öksüz, eşsiz, oğulsuz bırakan bu caninin yakalanmış olmasında duyduğum bu mutluluğu birileriyle paylaşmak zorundaydım. Telefon ile ulaşabileceğim tek yer elçilikti. Hemen numarayı çevirdim ve Levent TÜRKER’i karşımda buldum. Kendisine, bu günün mutluluğunu paylaşmak için elçiliğe gelmek istediğimi, bana adresi vermesini söyledim.

Telefonda karşımda olan görevli biraz durakladıktan sonra “ efendim elçiliğe gelmeye teşebbüs etmeyin, hatta otelden çıkmayın, bölücü örgüt yandaşları bir çok caddeyi işgal ederek elçiliğe doğru gösteri yürüyüşüne başladılar. Bizde elçilikte can endişesi yaşıyoruz, güvenliğinizi tehlikeye atmayın, rica ediyorum “ diyerek konuşmasını bitirdi. Bu görüşme, benim sevincimi bir anda alıp götürdü. Böyle, sakin ve adaletin beşiği sayılan bir kentte bile tüm caddeler bir anda bölücülerce işgal edilebilir ve elçilik tehlikeye girebiliyorsa, bu işin boyutları nereye kadar uzanmış ola ki diye kaygılanmaya başladım. Hani, büyüklerimiz, bize, bu bölücüler için “ bir avuç eşkıya” demişler, “ Kürt sorunu yok, terör sorunu var “ demişlerdi. Demek ki, olayları ve gelişmeleri küçümsemişler, gizlemişlerdi.

Geçen zaman içinde, bölücü terör şiddetlenerek genişledi, siyasallaşma sürecine girdi, beğenmedikleri demokrasimiz ve sağlanan yasal hak ve özgürlükler sayesinde, örgüt üyeleri, destekçileri, yardakçıları ve tutuklu-hükümlüleri dahil milletvekili oldular ve açıkça “ eyalet sistemine geçelim, özgürlük taleplerimiz karşılansın” söylemlerini sıklaştırdılar, Türk Devletini ve Milletini açıktan tehdit etmekten geri durmadılar. Dağlıca saldırısı da bir dönüm noktasıydı. Bu saldırı sonrası, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da.. Bu saldırı ile verilmek istenen mesajlar tam olarak anlaşılamadı, anlayanlar da, gerçekleri gizlemek ve halkı kandırmak gayretlerini, global sermayenin güdümündeki işbirlikçi medya ve kalemi satılmış-entel aydınlar desteğiyle, halkımızın zeka seviyesiyle alay edercesine sürdürmektedirler. Yıllar önce PKK liderlerine güller sunan, kravat hediye edenler ile, onlar ve destekçileri için hain/ölüm listeleri hazırlatanlar şimdilerde, yan yana ve içli dışlı oldular. Hatta, karşılıklı davetlerinin en ön sıralarında “şerefe” kadeh kaldırıyorlar..

Satırlarıma şu dörtlükle son veriyorum.

. Leş kargalarını seferber gördüm..
. İnerken gördüm, kalkarken gördüm..
. Şerefsiz ellerde, dönek yüzlerde..
. Şerefe kalkan kadehler gördüm….

Bu aziz Vatanın bölünmezliğine, Devletin varlığına ve Milletin birliğine kast edenler ile onlara sinsice destek verenler haindirler. Niyetlerini gizleyen ve el altından bu bölücüleri teşvik eden iç - dış mihrakları da iki yüzlülükle ve hain yandaşlığıyla tanımlıyoruz…



Yazan /Derleyen : Av. Naci SÖZEN (Araştırmacı-Yazar )

Hiç yorum yok: