ÇANAKKALE DESTANI VE UNUTULAN KAHRAMANLAR
Bu hafta, tarihimizin şanlı sayfalarından birini teşkil eden, Çanakkale Zaferimizin bir yıl dönümünü daha kutluyoruz. Cesur ve Kahraman Türk Askerinin “ DESTAN “ yazdığı bu zaferi ve şehitlerimizi bir kez daha anarken, onlarla gurur duyuyor ve hepsini saygı ile selamlıyoruz. Günümüzde, Millet olarak, içimizin biraz buruk olduğu da bir gerçektir.
Çanakkale Şehitleri, bedenlerini mermilere siper ederek canlarını verirken, bir mensubu oldukları Türk Milleti’nin, tarihin her döneminde kutsal saydığı “ VATAN, BAYRAK, MİLLET, DEVLET VE BAĞIMSIZLIK “ gibi değerleri, ittifak halinde saldırıya geçmiş olan yedi düvele karşı savunuyorlardı. Günümüzde, yerli ve yabancı düşmanlar ve hain bölücülerce sıkça tekrarlanan “ bayrak dediğiniz neticede bir bez parçası, vatan dediğiniz çorak bir toprak, bağımsızlık ve milliyetçilik saplantısı yoksulluğunuzun adı “ söylemleri, aziz şehitlerimizin kemiklerini sızlatmakta olduğu kadar, bizlerin de gönüllerimizi yaralamış olduğu da bir gerçekliktir.
Çanakkale Savaşları, Türk Askerine “ savaşmanın değil, ölmenin emredildiği “ bir mücadele olup, sadece, bu özelliği ile bile, dünyada başka bir örneğine rastlanılamayacak bir savaş olmaktadır. Bu savaş sırasında, çatışma alanlarına metre kareye 5000 mermi düşmüştür. Türk Askeri, kayda geçen rakamlara göre 87 000 şehit vermiştir. Seferberlik ilanı ile başlayan ve savaş sonrası gazilerin evlerine dönüş yolunda verdikleri kayıpları da kapsayacak şekilde hesaplama yapıldığında, bu savaş sürecindeki insan kaybımızın yaklaşık 240 000 kişi olduğunu söyleyen bilim adamları da vardır.
Çanakkale siperlerinde ön saflarda savaşan Yahya Çavuş ve emrindeki tüm askerleri, Atatürk (o zamanlar Mustafa Kemal)’den aldıkları “ size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum “ şeklindeki emri uygulamışlar ve topluca şehit olmuşlardır. Ünlü Seyit Onbaşı ise, bir orman köyünde ormancılığı bırakarak cepheye koşmuş asker olarak, top vinçlerinin isabet alması nedeniyle, 170-240 kilogram ağırlığındaki top mermilerini tek başına namluya yerleştirmesiyle tanınmıştır. Bu dev gibi askerin şöhretini duyan ve kendisini gören bir üst komutan “ bu koca asker yarım ekmekle doyamaz, ona, öğünlerde bir ekmek verilsin “ direktifini vermiştir. Bu emir üzerine, masasına bir ekmek konmuş olan Seyit Onbaşı, yemekten kalkınca, ekmeğinin yarısını yediği, diğer yarısını bıraktığı görülmüştür. Sebebi sorulduğunda “ elbette karnım duymadı, fakat, yarım ekmek yemek zorunda olan arkadaşlarımın bakışları altında, ben bir ekmek yiyemezdim “ diyerek onurlu bir davranış sergilemiştir. Günümüzde, devlet ve millet imkanlarını hoyratça yağma ederken bir birini ezenlere ithaf olunur.
Çanakkale Savaşını başlatan müttefikler, başta, İngiltere olmak üzere, bir çok Avrupa ülkesi, İzlanda, Avusturalya, Yenizelenda, Anzaklar, Gurkalar dahil birlikte saldırıyorlardı. Bu insanların bir çoğu, kırlardan ve ormanlardan toplanarak sefere çıkarılmış vahşi yaratıklardı. Hedefleri, Osmanlı Devletinin başkenti İstanbul’u işgal etmek ve devlete son vermek, Anadolu’yu aralarında paylaşmaktı. Bu azgın ordular Çanakkale’ye neden geldiler, Kendi ülkelerinden on binlerce mil uzaklardaki Çanakkale’de ne arıyorlardı ? bu diyarlarda işleri neydi? Şimdilerde, bu sorular hiç sorulmuyor, sorulamıyor. Savaş alanlarında her yıl yapılmakta olan ortak anma törenlerinde, bu saldırgan yabancıların torunları hep ön saflardalardır. Türk tarafına, sessizlik, hareketsizlik ve suçlu imiş gibi geri planda kalınması tavsiye ediliyor.
Ulu Önder Atatürk liderliğinde kurulmuş olan Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ankara’da bir balo tertiplenmiştir. Yabancı misyon temsilcileri de balodadırlar. İngilterenin Ankara askeri ateşesi olan bir yüzbaşı, baştan itibaren sinirli bir yüz ifadesiyle sürekli Atatürk’ü izlemektedir. Bir ara bu bakışlarının nedeni sorulduğunda “ benim dedem Çanakkale’de öldü, o savaşın komutanı da Atatürk idi “ dermiştir. Bu sözü duyan Atatürk “ o yüzbaşıya sorun bakalım, dedesinin Çanakkale’de işi neymiş? “ karşı sorusunu sormuştur. Bu soru, günümüzde asla soramadığımız bir soru olmaktadır.
Çanakkale Zaferi ve Askerlerimizin kanlarıyla yazmış oldukları destan ve kahramanlıklarını geri plana atma ve özellikle Atatürk’ü bu savaşta yok sayma gayretlerinin iç ve dış destekli bir sinsi plana göre yürütüldüğüne tanıklık etmekteyiz. Geçen yıl yapılan kutlamaların adının, bazı çevrelerce “ Çanakkale Deviz Zaferi “ olarak ilan edildiğini hatırlayalım. Bunun amacı, Atatürk’ü kutlamalar ve Çanakkale savaşı dışında tutma gayretlerinin bir göstergesiydi. Aynı durum, Türk yönetmen tarafından ve yabancıların destekleriyle çekilen “ Gelibolu “ filminde de görülmüştü. Filmi izleyip dışarı çıkanlar “ bu filimde biz yokuz, Türk Askeri ve Atatürk yok “ diye tepki göstermiş, filmi çeken yönetmen, bu tepkilere karşı, milletin gözüne bakarak “ filim böyle olmasaydı dışardan bu kadar destek göremezdik “ demiştir. Bu yaklaşım, saldırgan vahşileri ön plana çıkararak masum gösterme çabalarının bir sonucudur.
Türk Askeri, düşmana, siperlerden “ Çanakkale Geçilmez ” dedi ve onca düşmanı durdurdu, geçit vermedi. Peki sonra ne oldu ? Düşman güçleri memleketlerine mi döndü? Tabidir ki hayır !!!.. Düşman, masa başı numaralarla İstanbul’u yine de işgal etti. Mustafa Kemal, İstanbul’a doluşan düşmanları kast ederek “ geldikleri gibi giderler “ demiş ve sonunda aynen geri göndermiştir.
Çanakkale Savaşları sırasında iki askerimizin sırtındaki giysileri gösteren ve altında “ 1915 yılı Çanakkale 57. Tayyare Alayı “ yazılı resim her yerde yayınlanmakta olup, bir sureti bu yazıya eklenmiştir. Günümüzün modern savaş aracı olan F-16 (Savaşan Şahin) Jet Uçaklarının şehitleri selamlarken çekilmiş resmi de yazıya eklenmiştir.
Bu savaş sırasında, Çanakkale boğazına demirlemiş olan İngiliz gemilerinden birinin adı “ Agamemnon “ zırhlısıydı. Bu isim, tarihte (mitolojide) Yunan topraklarından Anadolu’ya (Truva) saldırmış olan kuvvetlerin başındaki komutanın adıydı. Kısacası, düşman hiç uyumuyor, boş durmuyor, bizi hep aynı yöntem ve vasıtalarla vuruyor, dönüp dolaşıp tekrar vuruyor.
Bu savaşlarda erlerimizin kıyafetlerini resimlerden izleyebiliyoruz. Peki , yemeklerinde neler vardı? Arşivlerden derlenerek listelenen zamanın er yemek tabelası, günümüz birliklerinin yemek tabelası ile birlikte askeri gazinoların duvarlarında sergilenmektedir. Bu listeye bir göz atalım.
Yemek Listesi tarihi : Çanakkale, 43. Piyade Alayı Yemek Listesi :
- 15 Haziran 1917 günü . Sabah : üzüm hoşafı
. Öğlen : yok
. Akşam : yağlı buğday çorbası ve yarım ekmek.
- 18 Haziran 1917 günü . Sabah : yok
. Öğlen : yok
. Akşam : üzüm hoşafı ve yarım ekmek.
- 26 Haziran 1917 günü . Sabah : yok
. Öğlen : yok
. Akşam : üzüm hoşafı ve yarım ekmek
- 08 Ağustos 1917 günü . Sabah : yarım ekmek
. Öğlen : yok
. Akşam : üzüm hoşafı ve yarım ekmek…
Kurtuluş Savaşı sırasında, erlere, sabah kahvaltısında verilecek olan siyah zeytin sayısının 3 veya 5 adet olması konusunda şiddetli tartışmalar yapıldığı da bilinen bir vakıadır. Bu konuya değinen bir tarihçi, mücadelenin tam olarak anlaşılabilmesi için, o zamanların meclis tutanaklarının incelenerek yayınlanması gerektiğini söylemektedir. Şimdi de günümüz birliklerinden erlere ait bir yemek tabelası örneği verelim .
Yemek Listesi Tarihi Hakkari 1. Komando Tuğayı Yemek listesi :
- 20 Aralık 2004 günü . Sabah : çay, kaşar peyniri, kol böreği, siyah zeytin
. Öğlen : şehriyeli tavuk suyu çorba, fırında tavuk
pirinç pilavı, tel kadayıfı, elma, ekmek.
. Akşam : pirinç çorbası, kıymalı kapuska (lahana)
peynirli makarna, mevsim salata, mandalin..
İşte, tarihimizin şanlı bir destanını yazan Türk Askeri, bu yemek listesi ile beslenerek yedi düvelin kuvvetini dize getirmiştir. Bu savaşta, Taşeli yöresi ve Toroslar diyarından da binlerce delikanlı cepheye koşmuş ve canlarını düşman mermilerine siper etmiştir. Bu askerlerden çok azı sağ olarak memleketlerine dönebilmiş olup, şehit olanların kimlikleri ve listeleri tutulmamış olduğundan iki nesil geçmiş olmasına rağmen bir çoğu unutulup gitmiştir. Köylerimizdeki geniş ailelerden 6 kişinin bu savaşlar sırasında askere alındığı ve sevklerinin yapıldığı, hiç birinin geri dönmemiş olduğu, isim ve sülale adlarıyla birlikte sabittir. Fakat, hafızası zayıf, okuyup yazması eksik denen bizlerden, bu şehitlerin, yazanı, konuşanı ve hatırlayanı olmadıklarından unutulmuşlardır. Yazar “ şehitler, asıl unutuldukları zaman ölürler “ diye boşuna dememiştir.
Türk Vatanı’nın bölünmezliği, Devletimizin varlığı, Milletimizin birliği ve bağımsızlığımızın korunması için emek harcayanları, çaba gösterenleri, bu uğurda şehit olanları, gazilerimizi saygı ve rahmetle anarken, hepsine “ KAHRAMANLAR “ diye sesleniyoruz. Bu kutsal değerlerimiz aleyhine çalışanları ise “ HAİNLER “ diye sınıflandırmak zorundayız.
Çanakkale Zaferimizi nice yıllar kutlamayı sürdürmek dileğiyle…..
Yazan : Av. Naci SÖZEN (Em. Hv. Alb. ) 15 Mart 2008 / ANKARA
15 Mart 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder