KAZANCI HİKAYELERİ – (17)
KAZANCILI DAĞ KORUMACILARI VE SİLAHLARIN SIRRI- (3)
(Çardak Damındaki Silahlar )
Kazancılı Dağ Korumacıları, gece ve gündüz demeden, yaylaları, dağları ve sınırları korumak, bir yabancı keçinin bile sınırlarımızdan geçmesine izin vermemek uğruna çabalarını sürdürmektedirler. Gecenin karanlığında, köyden ayrılan ekip, Taşönü yakasını tırmanarak Kabalak yaylasına varmıştır. Görev bölümü yapılarak, bir kişi Kırkkuyu Gedik ve Buzluca dağı, biri, Bozdağ, Katırini mevkisi, diğer biri, Dibeğin Keh ve Payamlı Tepe bölgesi, dördüncüsü de İlabadı İni üstü, düzlüğü ve Kartal tepesi ile Kızılalan çevresini kontrol edecektir. Herkes kendi görev istikametine doğru, zifiri karanlıkta uzaklaşmakta, karanlığı delen ayak sesleri ve otların çatırtısı uzaktan duyulmaktadır.
Kartal tepesi ve İlabadı istikametine yönelen korumacının anlatımlarına kulak verelim. Kendi görev bölgesi istikametinde, tepeden vadiye, dereden dağa doğru yürümüş ve tan yeri ağarırken İlabadı ininin üzerindeki tepeye yaklaşmıştır. Zirveye ulaşmak üzereyken, uzaklardan bir çan sesi duyar. Daha dikkatli olmak zorundadır. Çevreden görünmemek için sürünerek tepeye çıkar. Bir Yörük sürüsü, Kartal tepenin batı yamaçlarına dağılmış otlamakta, sürünün etrafında bir kaç kadın sakin bir şekilde dolaşmaktadır. Durumda bir gariplik vardır. Çevre tepeleri kontrol ederken, tam Kartal tepenin zirvesindeki bir taşın üzerine oturmuş eli silahlı bir muhafız olduğunu fark eder. Otlayan sürünün koruması olduğu anlaşılan bu kişi, kayanın üzerine oturmuş, mavzerin dipçiğini taşa dayamış, namlu yukarı doru, kabadayı edasıyla durmaktadır.
Bizim korucu, bu fiili duruma, tek başına nasıl son verecektir? Cep telefonu olsaydı, belki arkadaşlarına haber verirdi. Kartal tepesinin üç cephesi uçurumdur. Zirveye, sadece, doğu yönü olan Kızılalan tarafından çıkılabilmektedir. Hemen kararını verir ve tepeye doğudan tırmanmak için süratle Burçakalanı başındaki boğaza iner. Bir elinde silah, diğer eliyle tırmandığı yamaçlardaki taş, ağaç ve çalıları sökercesine tırmanmakta, adeta, sarp yamaç ile boğuşmaktadır. Bedeninden çıkan ter ceplerindeki kağıtları bile eritmiş, yüzünden aşağıya akan sular, ince ve beyan tuz izleri oluşturmuştur.
Tepenin en üst noktasına yaklaşmıştır. Sürünün korumacısına gözükmeden ses mesafesine kadar yaklaşması gerekmektedir. Koruma birden fazla ise işi çok zor olacaktır. Daha sessiz ve dikkatli hareketlerle tepede oturan silahlı kişiye yaklaşır ve siper aldığı taşa yaslanarak, elindeki mavzeri ilerde sırtı dönük korumaya çevirip nişan alır ve birkaç saniye dinlenir. Nihayet, gövdesini gizleyerek, olanca sesiyle “ silahını yere bırak, ayağa kalk, ellerini havaya kaldır” diye bir nara atar. İlerdeki taşın üzerinde oturan adam birden irkilir ve kafasını geriye doğru çevirmeye yeltenir. Bizim korucu “ kafanı çevirme, dediğimi yap” diye tekrar bağırırken, aynı anda, silahının kurma kolunu “ şak, şuk, tak “ sesleri çıkaracak şekilde hareket ettirir. Bu seslerin anlamı “ mermi namluya sürüldü “ demektir.
Yaşanmakta olan kritik anın devamında, çaresiz kalan koruma silahını taşın üzerine bırakır, ellerini havaya kaldırır ve yüzünü geri dönmeden aşağıya doğru hareket eder. Belli bir mesafeye kadar uzaklaştıktan sonra, bizim korucu silahın yanına gelir ve yamaçlara dağılmış olan sürünün önlerine doğru birkaç kez mavzer atışı yapar. Sürüdeki davarlar ve kadınlar neye uğradığını anlayamaz. Çığlıklar ve meleşmeler arasında hepsi birden kendi sınır bölgelerine doğru kaçarcasına uzaklaşırlar. Silahlarla birlikte Kazancı dönüş yoluna koyulan korumacımız, Yörüklerin, sınırlarımızı geçmelerine izin vermemiş olmanın huzuru içindedir.
Taraflar arasındaki tartışma ve atışmalar, bazen çatışmaya dönüşerek devam ederken, 27 Mayıs 1960 günü ihtilal olur ve muhtarlar dahil tüm yönetimler görevden uzaklaşır. Kazancı muhtarlığını, zamanın okul müdürü Sayın Sami TUNCA üstlenmiştir. Her türlü çatışma durmuş, korumacıların elindeki köy silahları gizli bir yere saklanmıştır. Jandarma, varlığını bildiği bu silahların ortaya çıkarılması için muhtarlığa baskı yapmaktadır. Yeni muhtar da dahil, silahların kimde veya nerede olduğunu bilinmemektedir. Karakoldan “ silahların, bir Kazancılı tarafından belli bir araziye terk edilmesi (bırakılması), jandarmanın da bu silahları arazi aramasında bulmuş olmaları “ önerisini getirir. Tartışmalar sonunda bu yol benimsenir ve Cükcü Mustafa’nın (Gürbüz) ahırındaki samanların içinde gizlenmiş olan bu köy malı mavzerler oradan alınarak, evinin yakınındaki Süleymanın Mustafa (Erden) bağındaki yıkık çardağın damına bırakılır. Jandarma bir şekilde silahların yerinden haberdar olur ve oradan geçerken bulur. Böylece, nice zorluklarla temin edilen köy silahları elden çıkmış olur. Bal Ömer’de bulunan o özel mavzer ise, bir kaç yıl sonra, Yukarı Çukur mevkisindeki büyük bir Yörük tarlası ile takas edilir.
1978-1979 yıllarına gelindiğinde, sebepsiz bir tartışma daha yaşanır. Yazarımız (Şair) İbrahim ŞAHİN arşivinden aldığımız bilgiye göre, kavgalara kadar varan olaylar sonunda, Kazancı ve çevresinden Akpınar ve diğer yaylalara sebze ve meyve sayışı içim kimsenin gitmemesine karar verilir. Bu karara çevre köylerinden Akmanastır hariç uyulur. Akmanastırlıların pazara gitmesini önlemek için Aybaham çeşmesinde gece nöbetleri tutulur. Gelen yükler geri çevrilir. Kazancılı ve Akmanastırlı kavganın eşiğine gelir. Kırkkuyu’da, Yörükler tarafından, Gök Hasanın oğlu silahla taranarak yaralanır. Neyse, olaylar daha fazla tırmanmadan akli selim davranışlar öne çıkar ve sorun giderilir.
Kızılalan çekişmesi yargıya intikal etmiş, dava yaklaşık 40 yıl kadar sürmüştür. Nihayet, 1980’li yılların ortalarında, hakimler, valiler, kaymakamlar, Jandarmalar ve tüm tarafların katılı ile alan ortasında bir keşif yapılır. Resmi evraktaki ve Kazancılıların anlatımlarındaki sınır, Güğül tepesi, Çandırın dar, Kartal tepesi ve Payamlı tepeye doğru uzanan sınır gerçek sınırdır. Yörüklerin iddiası ise, Kızılalan ve çevresini kendi sınırları içinde bırakacak bir sınır çizilmesidir. Yörükler, kayıtlardaki “ Çandırın dar “ olarak geçen yerin, Kızılalan ile Burçakalanı arasındaki boğaz olduğunu söylemektedir. Keşif hakimi, çevresinde duran yaşlı bir yörüğe hitaben “ sen söyle, Çandırın dar neresi? “ diye sorar. Yörük, eliyle Kızılalan –Burçakalanı arasındaki boğazı göstererek “ işte, Çandırın dar orası ” der. Bu cevabı duyan Kazancılılarda bir öfke ve uğultu oluşur. Bu sırada, mahalde bulunan merhum Bal Ömer, sinirine hakim olmaz ve sıçradığı gibi, konuşan yörüğün boğazını sıkar ve aynı zamanda “ yalan söyleyenin…………. mi? “ diye inanılmaz bir küfür savurur. Herkes donup kalmıştır. Hakimler ve valiler neler olup bittiği anlayamaz. Yetişen Kazancılılar Ömer Hocayı geri çeker ve oradan uzaklaştırır. Hakim, konuşan yörüğe “ Çandır neresi, göster “ deyince, mecburen Kızılalan yukarısını işaret eder. Hakim, yalanı sezmiş olup, “ bu nasıl iş, Çandır nerede, Çandırın dar nerede “ diyerek olayı bitirir. Bu keşif sonrası, Kızılalan ve çevresinin Kazancı arazisi olduğu kararı verilir ve olay sonuçlanır.
Nihayet, 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde, Körkuyu, Çukur ve Güğül tepesi yakınlarında yine anlaşmazlık çıkar. Taraflar mahkemeye gider. Keşif heyeti ile birlikte Kazancılılarda yollara düşerler. Kalabalık bir halk, Çukur mevkisine geldiğinde, üzerlerine, karşı tepelere gizlenmiş Yörükler tarafından yaylım ateşi açılır. Kaçıp gizlenecek bir taş, ağaç veya tepe yoktur. Herkes yerlere yatar ve yol kenarlarına sürünür. Neyse ki, yaralanan olmaz ve olaylar büyümeden önlenir.
Köy silahlarının elden çıkışı olayı ile ilgili bir bilgi daha verelim. Yıllar sonra, silahların bulunduğu çardak ve bahçenin sahibi olan merhum Süleymanın Mustafa oğlu Sayın Yusuf ERDEN ile İstanbul’da yaptığım görüşmelerde, olayın hemen kapanmamış olduğunu öğrendim. Silahı bulan jandarma, çardak ve bahçenin sahibi olan babası hakkında soruşturma başlatmış. İfadelerden sonra olay savcılığa intikal etmiş. Babasına “ bu silahlar senin çardağında ne arıyor, kimin bu silahlar, senim mi? “ gibi nice sorular sormuşlar. Tabidir ki, olay hakkında hiçbir bilgisi olmadığını, silahların kime ait olduğunu bilmediğini, kimin oraya koyduğunu da bilmediğini söyleyip durmuştur. Yargılamanın sonu ne oldu bilinmiyor. Muhtemeldir ki, beraat etmiş veya takipsizlik verilmiştir.
Kazancılılar ile uzun bir ortak sınıra sahip olduğumuz Yörükler arasında yaklaşık 50 kadar süren olaylar unutulup gitmiştir. Bu olaylar sırasında kavgalar, yaralanmalar olmuş, hayvanlar telef edilmiş, olayların yargılanması Ermenek, Anamur ve Silifke adliyelerinde yapılmış, bazen hiç olaylarla ilgisi olmayan sessiz insanlar zararlar görmüşlerdir. Bu üç bölümlük yazımızda özetlemeye çalıştığımız dönem boyunca insanların dövülmesi, ağır yaralanması yaşanmış olmasına rağmen, şükürler olsun ki, hiç insan canı kaybı, yani ölüm olayı yaşanmamıştır. Zaten, taraflar arasında kan davasına dönüşecek bir ortam hiç yaratılmamıştır. Bu zaman içinde ve kavga dönemleri dışında, taraflar arası ilişkiler inanılmaz dostluklarla sürmüş gitmiştir. Eskilerde, her Yörük ailesinin dostu olan bir Kazancı ailesi olur, sonbaharda, kışlık erzak hazırlamak isteyen Yörükler köyümüze, dostlarının evine yerleşir, günlerce, köy sokakları develerle dolar taşardı. Çocukluğumuzda, Akpınar pazarı başta olmak üzere, Çandır, Ortagöl, Beşkuyu, Kırkkuyu, Sarıova, Dokuzoluk, Gayagöl ve Ağaçtepe gibi uzak yerleşim yaylalarına sebze – meyve satmak için gittiğimi dün gibi hatırlıyorum.
Gelecek sayıda “ Kazancı Yaylalarının Son Fedaisi / Delikten Bakma Parası Kaç Lira? “ konulu öyküde buluşalım….
Yazan : Av. Naci SÖZEN , Şubat 2008 / ANKARA
…
15 Mart 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder