KAZANCILI İBRAHİM TÜRKER’DEN SIRADIŞI BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ –(3)
( Bu Türkçe Notu Niçin Düşük ? )
Kazancılı “ eğitim öncüsü “ üç küçük çocuk, Ereğli şehrinden bindikleri kamyon kasasından, şoförün işaretiyle indikleri bir dere kenarında, varmaya çalıştıkları okul olduğu işaret edilen şantiye görünümündeki sahaya şaşkınlık içinde bakıyorlardı. Babaları hemen Kazacıya dönüş yolculuğuna koyuldular. Bu merkezde 5 yıl sürecek olan eğitime başlamak için kayıtlarını yaptırdılar. Herkese baba mesleği ve bir usta yanında çırak olarak çalışıp çalışmadığı kayıt esnasında soruluyordu. Bu sorular doğrultusunda okul inşaatında öğrencilerin hangi işlerde görevlendirilecekleri tespit edilmeye çalışılıyordu. Zamanın savaş ve kıtlı yılları olması nedeniyle, okul yapılması için ne ödenek, ne kontrol, ne destek ve ne de yardım vardı. Okuyacakları binaları çevreden toplanan usta ve işçilerle, öğretmenler, memurlar ve öğrenciler yaparken, bir taraftan eğitime de devam ediliyordu.
Kazancılı öğrenciler kısa zamanda kendilerini kabul ettirdiler. Sağlık Kolu, Kütüphanecilik Kolu ve Temizlik Kolu başkanları Kazancılı öğrencilerdi. Kahramanımız İbrahim TÜRKER, bu kolların başkanlığını yaptı. İnşaatlarda, duvarcılık ve marangozluk işleri dahil amelelik işleri yaptı. Eğitimin sürdüğü 5 yıl boyunca sonbaharda gidiyorlar, yaz başında Kazancıya dönüyorlardı. Okula giderken babalarının ceplerine koyduğu 25-30 TL parayla bir yıl idare ediyorlar ve tekrar köye dönüyorlardı. Bu dönem içinde, Ecel Deresi ve Bıçakçı boğazını 8-10 kere geçmiş oluyorlardı. Eğitimin son yıllarında, Bucakkışla, Yellibel ve Ecel Deresinden geçen eski Karaman-Ermenek yolu açılmıştı. Bu yolda, araba kullanabilen ve keskin virajları tek manevra ile dönebilen zamanın meşhur şoförü Yarasa Ahmet’in kamyonunun kasasında yolculuk ettiler. Bu kamyon yolculukları, önceki yılların yürümesi yanında çok lüks bir gelişme sayılmıştı.
İvriz Köy Enstitüsünde geçen ilk günlerini, basıma hazırladığı ve adını “ Anılarım ve Düşüncelerim “ olarak belirlediği kitap taslağından okuyalım. “ biz köyden 3 çocuktuk. İlk defa gurbete çıkmıştık. Bir birimizden hiç ayrılmıyor, başkalarıyla konuşmuyor, sadece kendi aramızda sohbet ediyorduk. Bizden önce, başka bölgelerden gelenler, kendi aralarında guruplar halinde toplanmışlardı. Bu sırada, boz renk elbiseli biri aralarda dolaşıyordu. Her guruba bir şeyler söylüyordu. Bizim yanımıza geldiğinde ise, öyle ürkek ürkek durmayın, diğer arkadaşlarınızla kaynaşıp konuşun, tanışın, dedi. Elindeki düdüğü çalarak herkesi tek sıra olarak karşısında topladı. Sonradan öğrendiğimize göre, bu kişi, küme öğretmenimiz Nemci MUTLU idi. Öğrenciler baştan başlayarak rakamları saydılar. Tek rakam sayanlar öne çıktı. Ben çift olduğum için sıramda kalmıştım. Diğer iki köylüm olan Sami ve Dede tek sayı ile benden ayrılıyordu. Böylece, A gurubu 140 numaralı öğrenci olarak okul kaydım düşülmüş oldu. Bir üst sınıf öğrencisi, hepimize, ayakkabı, çamaşır, elbise dağıttı. Bu sırada, önce yıkanacaksınız, sonra, çamaşır ve elbiselerinizi giyeceksiniz, demeyi de ihmal etmedi.”
İvriz okulu yeni açılmıştı. 1940-1948 yılları arasında ülke çapında açılmış olan okullar arasında 17. sırada yer alıyordu. Binaların inşaatları yıllar boyu devam etti. Öğrenciler üç katlı ranzalarda yatıyorlardı. Sabah temizliğini, okulun kıyısında açıktan akan bir derenin kenarında, bazen buzları kırarak yapıyorlardı. Sabah kahvaltıları, bir tabağa konmuş bir çay, bir dilim ekmek ve birkaç zeytinden ibaret olurdu. Bu zor şartlar, bizim köylülere hiç ağır gelmiyordu. Çünkü, onlar daha ağır şartları yaşadıkları köyden ve aşılması güç dağlardan gelmişlerdi. Sayın İbrahim TÜRKER, anılarında bu günleri kaleme alırken “ içinde yaşamakta olduğumuz olaylar bize çekilmez gibi görünse de, hayallerimiz ve aklımızda yer eden amaçlarımız bize güç veriyordu. Seçkin yazarlarımızdan Adnan BİNYAZAR, Masalını Yitiren Dev isimli kitabında yer alan “ insan mutlulukların yarattığı güvenle ayakta durur “ cümlesini aklımdan hiç çıkarmıyordum “ cümlelerine de yer veriyordu. İkinci Dünya Savaşının her tarafı kasıp kavurduğu, kıtlık ve yokluğun kol gezdiği yıllar, öğle yemeklerini kuru üzüm ve ekmekle geçirdikleri günlerde bile çok mutluydu. Üzüm hoşafı ve ekmek ikilisinin, Çanakkale Zaferini yaratan askerlerimizin de değişmez öğün yemeği olduğunu hatırlayalım. Ereğli ilçesinde bir okulun çatısını, bir gurup arkadaşıyla onardıkları gün kendilerine ikram edilen bir dilim ekmek ve bir kase muhallebiyi yerken de mutluydu.
Okula yeni katılan öğrencilerin, kısa sürede, ortama ve eğitim sistemine uyum sağlamaları için yoğun bir çaba harcanmıştı. Köy Enstitülerindeki eğitimde, bilgi ve beceriyi artırmaya dayalı ve iş içinde eğitim ilkesi benimsenmişti. Öğretim süresi itibariyle, 114 hafta kültür dersleri, 58 hafta tarım ve uygulaması dersleri, 58 hafta teknik dersler ve uygulaması, 6 hafta yıllık tatil. Tatiller her küme için farklı aylarda ve dönüşümlü olarak veriliyordu. Dersler dışında, toplu yapılan söyleşiler, öğretmenlerin bilgilendirme toplantıları, halk oyunları çalışması, eğlenceler, okuma saatleri ve beceri artırma çalışmaları gibi etkinlikler uygulanırdı.
Yıllar boyu süren derslerde, olağanüstü bir başarı elde eden İbrahim TÜRKER, herkes tarafından tanınır olmuştu. Pratik zekası, derin hafızası, hareketliliği ve yorulmadan çalışması haklı bir takdir topladı. Okudukları 13 dersin 12’sinin ortalaması 10 (tam puan) not olarak bitirme karnesine geçmişti. Sadece, Türkçe dersi 7 ortalamaydı. Bu arada, diğer öğrenciler olan merhum Dede UĞUZ ve Sayın Sami TUNCA’nın notlarının da çok yüksek olduğunu hatırlatalım. Bu karneyi gören bir öğretmeni, şaşkınlık içinde “ bu Türkçe dersi niçin 7 not ortalamasında “ diye bağırıyordu. Türkçe dersleri işlenirken, bazı konularda öğretmeniyle aynı görüşü paylaşmayan ve öğretmenin söylediğinin aksini savunan Kazancılı İbrahim, bu davranışını hep sürdürmüş, her farklı görüşü savunduğunda sonradan yapılan araştırmalar sonunda öğretmenin fikrinin doğru olmadığı ve Kazancılının savunduğu fikrin doğru olduğu görülmüştü. Öğrencisi ile öğretmeni arasında yaşanmış olan bu fikir ayrılıklarından hep öğrencinin haklı çıkması sonrasında öğretmende olumsuz bir kanaat oluşmuş ve imtihanlarda not kırmak için bahane arar hale getirmişti. Bu olumsuzluğa rağmen ancak bu kadar kırabilmişti. Sami Hocanın hatıralarından derlediğimize göre, okulda, Ermenek kaynaklı toplam 37 öğrenci vardı. Bu öğrencilerin her biri çağrılacağında “ hey Ermenekli “ diye seslenilirdi. Sadece, Kazancılı bir öğrenci çağrılacağında “ hey Kazancılı “ denirdi. İşte, Kazancılıların çalışkan ve başarılı kişiler olduklarını tüm insanların beyinlerine kazımış olan bu eşsiz büyüklerimizi hatırlayalım, unutmayalım ve unutturmayalım diyoruz. Onların hatırları ve başarıları önünde saygı ile ediliyoruz.
Beş yıllık eğitim tamamlandı ve öğrencimiz “ Pekiyi “ derecesiyle mezun oldu. Bu mezunların köylerde öğretmenlik yapmaları dışında bir seçenekleri yoktu. Bu yıllarda açılmış olan Yüksek Köy Enstitüleri kısa bir zaman içinde kapatılmıştı. Eğitimin son aylarında, liseler için öğretmen yetiştirmeye yönelik olarak açılan ve sayıları sınırlı olan Eğitim Enstitülerine, başarılı öğrencilerden bazılarının kabul edileceği söylenmekteydi. Öğrencimiz İbrahim, mezuniyet derecesine güvenerek “ bir kişi bile yüksek okula gitse o ben olurum” diye aklından geçiriyordu. Bu sırada, matematik öğretmeni Enver İDİL, İbrahim TÜRKER’i yanına çağırarak “ seni Balıkesir Eğitim Enstitüsüne göndermeyi düşünüyoruz” demişti. Bunu duyan öğrencimiz bir üst eğitim hayallerinin gerçekleşeceği inancını canlı tutmaya çalışıyordu. Bu söylentiler ortalıkta dolaşırken, resim öğretmeni Hüseyin ÖZCAN, onu yanına çağırarak “ sen ve bazı arkadaşlarını yarından itibaren kursa alacağız ve kurs sonunda sizleri Ankara Gazi Eğitim Enstitüsüne göndereceğiz” dedi. Okul yönetimi tarafından alınmış olan karara dayalı olan bu haber daha güzeldi. Kazancılı İbrahim TÜRKER ve Dede UĞUZ ile Mehmet KARAMAN, Mevlüt KOCA ve İrfan YILMAZ’dan oluşan süper başarılı 5 kişi hemen özel kursa alındı. Bu kursu planlayan ve uygulayan öğretmen Hüseyin ÖZCAN, Ermenekli bir kişi olup, daha sonra, Gazi Eğitim ve 1958 yıllarında Ermenek Ortaokulu öğretmenliği de yapmıştır. Bir ömrünü bölge insanımızın okuması, aydınlanması ve meslek edinmesine harcamış olan bu idealist Atatürkçü eğitimciyi rahmetle anıyoruz.
Gazi Eğitim için seçilen 5 öğrenci bir ay süren kurs boyunca, kendilerine verilen temalar ve resim tekniklerine göre resimler yapıyor, belirlenen bir tez konusunda doküman ve takdimi hazırlıyordu. İbrahim TÜRKER tez konusu olarak “İvriz Kabartmaları”’nı seçmişti. Kurs sonunda hazırlanan resimler, tezler ve takdim notları okul tarafından Gazi Eğitime gönderildi. Genç eğitimciler kuralarını çekmişler ve gidecekleri okullar belli olmuştu. Merhum Dede UĞUZ Kazancı İlkokuluna gidecek ve kendi köyünde olduğundan Gazi Eğitim çağrısına cevap vermeyecekti. İbrahim TÜRKER ise Karaman yakınlarındaki Mandasun (eski adıyla) köyüne gidecekti.
Cumhuriyetin genç ve idealist öğretmenleri, 5 yıl boyunca kader birliği yaptıkları, her an birlikte oldukları arkadaşları ve öğretmenleriyle toplanarak eğitim andını içtiler, vedalaşarak ayrıldılar. Karaman yakınlarında bir ova köyü olan Mandasun’a gitmek için Ereğli’den trene binen genç eğitimci, yaklaşık 2 saat sonra köy civarındaki istasyondaydı. Memurun anlatımına göre, çantasını omuzlayarak yola düşen kahramanımız, 45 dakika yayan yürüdükten sonra merak edilen köye ulaştı. Köy çıplak bir tepenin eteğine kurulmuş, toprak düz dam evlerden oluşan, bir kaç akasya ağacından başka yeşilliği olamayan, her tarafı toprakla kaplı bir yerdi. Köy girişinde gördüğü bir kişinin yardımıyla okulu ve eğitmeni buldu. Okulu gezdi ve kendisini öğrencilerine ders anlatacağı saatlere hazırlamaya başladı. İlçe İlköğretim Müdürlüğü, ilk maaşı olan 75 TL parayı kendisine ödedi. Bir yıl boyunca 30TL parayla idare eden bir Kazancılı için bu para büyük bir servetti. Okuluna yeni ısınmıştı ki, daha bir ay bile dolmadan İvriz’den gelen bir haber onu Gazi Eğitim için okula çağırıyordu. Hemen toparlanıp İvriz okuluna döndü. Diğer arkadaşları da gelmişti. Okul idaresi gerekli evrakları hazırlayarak kendilerine verdi ve hemen sınava girmeleri için Ankara Gazi Eğitim yoluna koyulmalarını söyledi. Gönderilen tez ve bireysel resimler sonunda bu öğrenciler sınava çağrılmışlardı. Nihayet, hayaller, umutlar ve mutluluklar yönünde ilerlemekte olan sürecin bu safhasında üstün başarılı kişiler, ellerinde evrakları olduğu halde bindikleri ilk trenin içinde son istasyon “ Ankara Garı “ diyerek yolcu olmuşlardı..
Yazımızın sonunda, kahramanımızın anıları içinde yer alan ve zamanın aynı okul mezunu (şairi) Haşim KAYNAR tarafından yazılarak, Köy Enstitüleri dergisinin ilk sayısında yayınlanan dizelere yer verelim..
İçinde yatıp uyuduğumuz,
İş yapıp karın doyurduğumuz.
Binaların altında otlar vardı.
Yerleri rüzgar,
Toprağı koyun kuzu yalardı..
Göğümüzde kuş uçmaz,
Bulut dolaşmazdı.
Yoldan geçenler,
Başını çevirip bu sırtlara bakmazdı..
Terler nasıl bulut olur,
Bina nasıl kurulur, kuş uçurulur.
Yıldız böceği gibi elektrik parlatılır..
Uğramayan yollar uğratılır.
Bitmeyen işler bitirilir..
Bozkıra nasıl can getirilir?
Bir millet bozkırda nasıl birleşir ?
Cümle aleme gösterdik…...
( Gelecek Sayıda “ Anadolu Yollarında Kazancılı Bir Lise Öğretmeni “ ile devam edeceğiz.. … )
DERLEYEN : Araştırmacı-Yazar Naci SÖZEN , Nisan 2008 /ANKARA
7 Haziran 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder