7 Haziran 2008 Cumartesi

Çoculu Kardeşler

KABALAK EŞKIYALARI ÇOCULU KARDEŞLER’İN HİKAYESİ




Osmanlı ordularının dört cephede savaştığı ve seferberlik emriyle köyünden ayrılan erkeklerin geri dönmedikleri dönemlerde, Taşeli yöresi dağları asker kaçaklarıyla dolmuştu. Bu kaçakların bazıları, sevk emirleri geldiğinde hemen dağa çıkıyor, diğerleri, sevk sırasında veya cepheden kaçıp memleketlerine geri dönüyorlardı. Kaçaklar, genellikle 3-4 kişilik guruplar halinde dolaşırdı. Nöbet tutulması, ihtiyaç maddelerinin temin edilmesi ve inlerde saklanması işleri için fazla insana ihtiyaç vardı. Kendi bölgesinde saklanamayanlar, bir tanıdık veya akrabası bulunan civar köylerin dağlarına gidiyordu. Kazancılı kaçaklar, yaylalardaki Yörük obalarına sığınıyor, Akmanastır ve Sarıvadi kaçakları bizim yaylaları tercih ediyorlardı. Anamur Yörüklerinden olan “ Çoculu Kardeşler “ de Kazancı’nın Kabalak yaylasına saklanmışlardı.

Asker kaçakları arasından, soygun, yol kesme, mal çalma, kadınlara saldırı ve şiddet uygulama gibi yasalara ve ahlaki kurallara aykırı yöntemleri seçenler “ eşkıya” olarak tanımlanırdı. Yayınlanmış olan “ Sıtmalı Dağının Gıtal Üçlüsü “ isimli hikayemiz, bu nitelikli eşkıyaları anlatır. Anamur Yörüklerinden asker kaçakları iken Kabalak yaylası ve çevresini saklanma bölgesi olarak seçen, namı değer “ Çoculu Kardeşler “ kaçak olma özelliğinin ilerisine geçmişler ve etrafa korku salan kötü eylemleriyle “ eşkıyalar “ olarak tanınmışlardı.

Ermenekli Hacı Sofulara ait bir sürüden keçi çalan bu kişiler, sürünün Kazancı Merkez Mahalleden olan çobanının karşı koyması üzerine, çobanı feci şekilde döverler. Çobana, “ sürü ağaların, nerden bilecek bu keçiye ne olduğunu, canavar yedi veya sürüden ayrılıp gitmiş dersin, inat etme, dayak yemeden uzaklaş “ demelerine aldırmadan, “ bu sürü bana emanet, hıyanetlik edemem, yalan söyleyemem” diyerek eşkıyalara saldırısını sürdürmüş ve ölüm derecesinde dayak yemiştir. Haber alan Ağa, hemen Kazancıya gelmiş, çobanına kızarak “ be oğlum, bir keçi için bu dayağı yemişsin, keçinin üstüne birde oğlak versen de hiç dayak yemeseydin” diyerek onu azarlamak istemiş, bu söze karşılık, çoban, yaralı haliyle “bana emanet edilen malı korumalıyım” diyerek dürüstlüğünü sürdürmüştür. Ermenek Jandarmasına giden Ağa, bu eşkıya kardeşlerin mutlaka yakalanmasını talep etmiştir. Eşkıyaların, yaylalardaki çobanlar veya çiftçilerden yardım gördükleri de söyleniyordu. Çevrede çok sayıda kaçak olduğundan, sürekli olarak jandarma baskını ve korkusu yaşarlardı.

Çoculu Kardeşler, kıvrak ve atik, hareketli, kurnaz ve atıcı kişiler olduğundan her baskın veya kuşatmadan ustalıkla kurtuluyorlardı. Ermenek’te görev yapan, zamanın ünlü Jandarma Çavuşu (Trakyalı Haydar Çavuş) tüm kaçaklar ve eşkıyaların korkulu rüyası olmuştu. Kabalak Taş olarak bilinen tepede Çoculu Kardeşler kıstırılır. Çatışma sırasında bir jandarma eri vurulur ve eşkıyalar kayanın tepesinden atlayarak kaçarlar. Taşın tam zirvesine çıkan biri, peşlerindeki Çavuşa ağır hakaret içeren küfürler ederek tahriklerini sürdürmüştür. Büyük bir öfkeye ve kine kapılan Haydar Çavuş, çevresine “ bu eşkıyaları ölü veya diri yakalayanları alnından öpeceğim “ şeklinde söz verir. Kazancı yaylalarında herkes tarafından tanınmış olan bu eşkıyalar, diğer kaçaklardan da çekinerek bölgeyi terk ederler ve Çömlekci, Tozlu ve Popas yaylalarından sonra Akmanastır ve Sarıvadi yaylalarına geçerler. İzlerinin oralarda da sürüleceğini ve jandarmanın peşlerini bırakmayacağını anlayan bu eşkıyalar, besili iki at temin ederek Gazipaşa, Akseki ve Alanya bölgesine doğru uzaklaşma kararı alırlar. Karar verilmiştir, fakat, bu besili atlar nereden ve nasıl temin edilecektir?

Çoculu Kardeşler, bu tehlikeli bölgeden uzaklaşmak için ihtiyaç duydukları besili atlardan birini Akmanastır köyünün zenginlerinden olan İmamlar (Gümüş) sülalesinin ahırından, diğerini de, zamanın Sarıvadi muhtarı Hacı Mümin Ağa’nın ahırından çalacaklardır. Bu bilgiler, Muhterem Hocamız Prof. Dr. (önceki Rektör ve YÖK üyelerinden) Mümin KÖKSOY tarafından yazılmış olan “ Karamanoğulları, Ermenek ve Bir Bölge Medresesi “ isimli kitapta (Ankara 2007 basımı, sayfa, 226-227) geniş olarak yer almıştır. Bu hikaye kapsamında, kitapta yer alan bilgileri kullanmak için kitabın yazarından izin alınmıştır. Yaklaşan bir dini bayramdan faydalanarak atları çalmayı planlamış olan eşkıya kardeşler, bekledikleri gün gelince, yani, arife günü gecesi bir birinden ayrılır ve iki köyün yolunu tutarlar. Alaca karanlıkta, silahları paltolarının altına gizlenmiş, yüzleri fazla belirgin olmayacak şekilde kapatılmış, yayla çobanlarının namaz için köylere inmiş olduğu izlenimi verecek bir tarzda sokaklarda ilerlemektedirler.

Sarıvadi köyüne giden eşkıya, at çalacağı evi bulur ve uygun bir ortam kollamaya başlar. Bu sırada, Koca Ali ismindeki köylü, erkenden camiye gitmek için sokağa çıkmıştır.. Biraz ilerde, alaca karanlıkta gördüğü bu meçhul kişiye “ arkadaş, sen kimsin? “ diye seslenir. Bu soru heybetli eşkıyanın ağırına gider ve “ ulan, beni senden sorarlar mı? “ şeklinde bağırarak elindeki mavzerin dipçiğini köylünün alnına çakar. Burada eşkıyanın kendisini çok önemli ve köylüyü çok basit kişiler olarak algılaması vardır. Eşkıyaya göre, basit bir köylü, ünlü bir dağ eşkıyasını hakkında bir şey bilemez ve kimse de ona bu konuda soru sormaz anlamına gelmektedir. Aslında, eşkıya bu davranışı ile, üzerinde olduğu işini unutmuş ve kimliğini ele vermiş olmaktadır.

Eşkıyanın tüfek dipçiği alnında çatlayan Koca Ali, gözlerinin önünden uçuşan yıldızlar arasında “ imdat, yetişin “ diye bağırarak onun boynuna sarılır. İkisi birden yere yuvarlanmışlardır. İmdat sesini Dede adındaki oğlu duyar ve “ bu bağıran babam” diyerek olay yerine koşar. Çevreden yetişen diğer köylülerle birlikte Çoculu etkisiz hale getirilir. Elinden silahı alınır ve iplerle elleri, ayakları bağlanarak köy odasına kapatılır. Bu sırada, diğer Çoculu’nun Akmanastır köyüne gittiği öğrenilmiştir. Bu köye adam salınarak haber verilir. Muhtar başta olmak üzere tüm Akmanastırlı sokak aralarında insan avı başlatır. Bir tavuk kümesinde yakalanan eşkıya, üç kişi ile Sarıvadi köyüne gönderilir. Çoculu kardeşler, elleri ve ayakları bağlı vaziyette, demir parmaklı ve kilitli bir odaya kapatılır. Köy bekçisi Bekir, jandarmaya haber vermek üzere atıyla Ermenek yollarına düşmüştür.

Bekçi, şehre gece varacak ve Jandarma ancak ikinci gün köye gelebilecektir. Köylü bayram hazırlığındadır. Nihayet, arife akşamı yat saatinde insafa gelinerek eşkıyaların elleri çözülür. Şafak vakti tüm erkekler bayram namazına gitmiştir. Camiden namaz sonrası çıkıldığında eşkıyalardan birinin odada olmadığı fark edilir. Kapı ve pencere sağlamdır. Bu eşkıya nasıl kaçtı ? diğeri niye burada kaldı ? sorularına cevap ararlar. Neden sonra, eşkıyanın kardeşinin omzuna çıkarak odanın bacası (yemek ocağının) içinde yukarı çıktığı, kardeşini çıkaramadığı, hava aydınlanınca da telaşlanıp köyü terk ettiği anlaşılır.

Sarıvadi köylüleri ellerindeki azılı eşkıyayı kaçırtmış olmanın üzüntüsü içindedir. Diğerini bari Jandarma gelene kadar elimizde tutalım diyerek ellerini tekrar bağlarlar. Köyün erkeklerinden çoğu cephelerdedir. Bu arada, savaş kaçağı olan Sarıvadili Hacı Hüseyin’in Mustafa isminde biri köyün üzerindeki kayalıklarda gizlenmektedir. Köylü, bayram sevinciyle bir birini kutlarken, öğleye yakın saatlerde, köyün üstündeki kayalıklardan bir ses “ acele gelin, adamınız burada, yetişin” diye bağırmaktadır. Çoculu dağlara doru tırmanırken, Kıran mevkisinde, asker kaçağı Mustafa tarafından görülür. Dur ihtarına uymadığı için silahını ateşleyen Mustafa, eşkıyayı bacaklarından vurmuştur. Olay yerine gelen köylüler, kaçağın kan kaybını önleyecek şekilde bacaklarını sararlar ve onu bir katıra yükleyerek köye taşırlar.

Sarıvadi köylüleri dini bayramlarını kutlarken, iki azılı eşkıyayı jandarmaya teslim etmek üzere olduklarından çifte mutluluk yaşıyorlardı. Nihayet, ikindi üstü, köy bekçisi Bekir, yanında bir jandarma timi ile Göksu çayı yönünden köye yaklaşmaktadır. Jandarma timinin Komutanı Trakyalı Haydar Çavuştur. Çavuş, eşkıyaların yanına gelince kendisini tutamaz ve onları biraz hırpalar. Yaralı olan çok kan kaybetmiştir. Çavuş, Kazancı yaylası Kabalak çatışmasında verdiği sözü hatırlar ve “ bu eşkıyaları kim yakaladıysa ortaya çıksın, onu alnından öpeceğime söz verdim “ diye seslenir. Yaralı eşkıya ölebilir ve sorumluluk doğar diye kimse bir şey söyleyemez. Haydar Çavuş “ yakalayan asker kaçağı bile olsa ortaya çıksın, onu izinli sayacağım” deyince gerçek anlatılır. Asker kaçağı haber gönderilerek köye getirilir. Kaçak Mustafa, Haydar Çavuş’un yanına gelince “ Komutanım, durmadı, yakalamak için bacağına atmak zorunda kaldım, beni affedin “ deyince, Çavuş, hiddetli bir tavırla “ niye biraz yukarı atıp da gebertmedin “ der ve herkes rahat bir nefes alır.

Jandarma Komutanı, verdiği sözü tutar ve kaçak Mustafa’yı alnından öperek kutlar. Kendisine “ benden sana iki ay izin, sonunda doğru birliğine katılacaksın “ emrini verir. Eşkıyaları alarak Ermenek merkeze dönem Çavuş, Mustafa için izin kağıdı tanzim edip köye gönderir. İzin sonunda, yetkisini kullanarak bir yazı yazar ve Mustafa bu yazıyı alarak Konya üzerinden birliğine döner. Kaçak sayılmayacak, mahkemeye çıkmayacak ve kaldığı yerden askerlik hizmetine devam edecektir. Yakaladığı azılı eşkıya ve kaçakları bizzat Konya’ya kadar götürerek toplanma ve dağıtım merkezine teslim etmeyi adet haline getirmiş olan Haydar Çavuş, Kabalak Eşkıyaları adıyla korku ve nam salmış olan Anamurlu Çoculu Kardeşleri de kendi elleriyle teslim etmek üzere Karaman, Konya yoluna düşer.

Bu eşkıya hadisesi de tesadüflere ve fedakarlıklara dayalı bir dizi zahmetli işlerden sonra kapanır. Çoculu Kardeşlerin sonlarının ne olduğu hakkında hiçbir bilgi alınamaz. Savaşlar sonunda da onları yaylalarda gören ve duyan olmaz..

(Başka bir Hikayede buluşmak üzere .. selamlar )



Yazan /Derleyen : Kazancılı Naci SÖZEN, Nisan 2008 / ANKA

Hiç yorum yok: