7 Haziran 2008 Cumartesi

Nerelerde Rastladım - (9)

ERMENEKLİYE NERELERDE RASTLADIM ? – (9)

( Sirkeci Köseoğlu Pasajı’nda Bir Dükkan )



İstanbul’da öğrenciliğimiz sırasında, yani, 1970 yılında, cebimizde yeterli miktarda harçlık olmadığından sivil kıyafet alamıyor, şehir izinlerinde sürekli olarak okuldan verilen resmi elbiseleri giyiyordum. Bir çok arkadaşım da benim gibi kırsal kesimden gelmiş, dar gelirli ailelerin çocukları olduğundan aynı durumdaydılar. Varlıklı ailelere mensup olduğu her hallerinden belli olan birkaç arkadaş, zamanın moda kıyafetlerinden satın alarak şehir izinlerinde giyiyorlardı. İki kefilli senet düzenleyerek yapılan satışlar yeni başlamış ve İGS (İstanbul Giyim Sanayi) başta olmak üzere bir kısım mağaza taksitli satışlar yapıyordu. Bizler öğrenci olduğumuz ve maaşlı kefilimiz olmadığından bu tür satışlardan da faydalanamıyorduk.

Eğitim yılının ortalarına doğru, şehir izninden dönen bir arkadaş, etrafına topladığı öğrencilere hararetli bir nutuk atıyordu. Guruba yaklaşarak anlatılanları yakalamaya çalıştım. Şehirde karşılaştığı diğer askeri okullardan öğrencilerin, Sirkecide bulunan bir mağazanın, resmi kurumlara mensup okul öğrencilerine (askeri okullar ve polis okulları) istediği giyecekleri peşinsiz olarak verdiği, ödemenin mezun olup maaşa bağlandıktan sonra başlayacağı, iki öğrencinin kefilliğinin kabul edildiği şeklinde bilgiler edindiğini, mağazanın Köseoğlu pasajına girişte olduğunu anlatıyordu. Mağazada, iskarpinden spor ayakkabısına, gömlekten kravata, kazaktan paltoya kadar her şey varmış. Hatta, elbise için, kendilerinde bulunan bir kumaş seçilirse, anlaştıkları bir terzide diktiriyorlar ve dikiş parasını da kendileri ödüyorlarmış. Resmi okulların öğrencilerinin genellikle okullarından mezun oldukları ve hemen maaşa bağlandıkları için bu uygulamanın yapıldığı konuşuldu. Arkadaşlarımızın kefilliği kabul edildiğine göre, üç kişi olarak mağazaya gidersek bir birimize kefil olarak herkesin istediği giysileri alabileceği anlaşılıyordu. Bu yıllarda, ekonomik dengeler henüz bozulmamış, Türk halkı henüz enflasyon canavarı ile tanışmamış, paramız yabancı paralar karşısında pul olmamış, Arap-İsrail savaşı yaşanmamış ve dünyada petrol krizi başlamamıştı. Kısacası, satılan malın fiyatı uzun süre sabit kalıyor, satıcı, aynı malı aynı fiyatla tekrar yerine koyabiliyordu.

Duyduklarım herkes gibi benimde hoşuma gitmişti. Birkaç arkadaşla anlaşarak ilk hafta sonu izninde bu mağazaya gidecek ve ayrıntılı bilgiler alacaktık. Hafta boyunca bu durumu düşündüm ve bu kadar inceliği değerlendiren ve uzun zaman sonrasında yapılacak ödeme riskini göze alan, uyanık girişimcilerin kimler olabileceğini merak ettim. Hafta sonu geldi ve anlaştığımız arkadaşlarla banliyö trenine binerek, Sirkeci istasyonunda indik ve aradığımız pasajı sorarak giriş kapısına dayandık. İş hanı olan binanın ilk mekanında karşımıza gelen mağaza aranan yerdi. Hava Harp Okulu öğrencileri olduğumuz resmi kıyafetlerimizden anlaşılıyordu. İçerisi bizden önce gelmiş, denizci, karacı subay ve astsubay okulu öğrencileri ve polis okulu öğrenciler ile doluydu.

Görevli tezgahtarlarla görüşme sırasının bize gelmesini beklerken, gözlerimiz içerde bulunan ve satın alabileceğimiz malzemelerdeydi. Bu arada, gözüm telaşla, sorulan sorulara cevap vermeye çalışan, yüzü yabancı gelmeyen genç bir görevliye takıldı. Bu görevli, Ermenek Ortaokulundan sınıf arkadaşım olan futbolcu İsmail TOPAKTAŞ’tan başkası değildi. Biraz yaklaşarak “ merhaba İsmail, sen misin, hayrola, burada necisin?” dedim. Şaşkın bakışlarıyla beni tanıyan İsmail “ vay, Naci sen haa..” diye bağırarak boynuma sarıldı. Kısa bir konuşma yaptık. Böyle orijinal bir yerde nasıl iş bulduğunu sordum. İş bulmasının çok kolay olduğunu, çünkü, mağaza sahiplerinin Ermenekli Kubilay YILMAZ ve kardeşi olduğunu söyledi. Şaşkınlık sırası bana gelmişti. Bu kadar enteresan ve kimsenin düşünemeyeceği bir fikri ve uygulamayı ancak bir Ermeneklinin düşünebileceğini aklımdan geçirdim. Mağaza sahibinin Ermenek ile fiziksel ve duygusal bağlantılarının devam edip etmediğini sordum. Çünkü, bize, uzaklarda yaşayan bir çok Ermeneklinin kuşaklar öncesi sılayı terk ettikleri ve sonraki kuşakların Ata Yurdu bu uzak diyarları bilmedikleri, görmedikleri anlatılmıştı. Arkadaşım İsmail, patronlarının sılalarından hiç kopmadıklarını, izine giderken ilk ısmarladıklarının “ kuru keş (suya ıslatılan Yörük keşi), düğü, tat tak helva, bandırma ve ceviz” olduğunu, her hafta batırık (batırma) yaptıklarını anlattı.

Patronu Ermenekli, çalışan tezgahtarı Ermenekli olan bu mağazadan, arkadaşlarımızla bir birimize karşılıklı kefil olmak suretiyle, istediğimiz malları satın aldık. Hayatımda ilk defa, boğazlı kazak, kürk yakalı kaban, rugan ayakkabı ve kolalı gömlek sahibi olmuştum. Şehir iznine çıktığımda, o dönemler İstanbul’da bekar olarak terzilik yapan amca oğlum Abdurrahman SÖZEN’den ödünç palto almayacaktım. Bu alış verişler eğitimin sonuna kadar sürdü. Mezun olarak İstanbul dışına çıktığımızda ve maaşa bağlandığımızda taksitlerimi ödemeye başladım. Zaman içinden telefon ederek diğer (kefil olduğum) arkadaşlarımın ödemelerini sordum. Zaten, birkaç yıl sonra, ekonomik kriz, enflasyon ve şiddet hareketleri derken veresiye mal satmak imkansız hale geldi. Arkadaşım İsmail de bir müddet sonra Almanya’ya gitti. Yıllar sonra Ermenek Ortaokulu önünde (2006 yılında) düzenlediğimiz mezuniyetin 40. yılını kutlama törenine katıldı. Yurtdışı dönüşünü takiben Karaman merkeze yerleşmiş ne halen orada yaşıyordu.

Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde, İstanbul’daki birkaç tanıdığı ve Sayın Mesut GÜRBÜZ’ü aradım. Köseoğlu Pasajındaki Ermenekli mağaza sahiplerinin şimdiki durumları hakkında bilgi verilmesini istedim. Maalesef, bu akıllı ve girişimci Ermeneklilerin çoktan vefat etmiş olduklarını büyük bir üzüntüyle öğrendim. Gurbet ellerde, başarılı olmuş, bize ve diğer hemşerilerimize sayısız iyilikleri dokunmuş, doğdukları toprakları hiç unutmamış ve geleneklerini hep yaşamış-yaşatmış olan bu değerli insanlara ve diğerlerine sonsuz rahmetler diliyorum..



Yazının sonunu “ Bakalım, Ermenekliye, Başka, Nerede Rastlayacağım ? “ diyerek bitireyim..

Yazan : Av. Naci SÖZEN , Nisan 2008 / ANKARA

Hiç yorum yok: