MANKURTLAŞAN TÜRKLER..!!!!!!
Değerli dostlar;
Hainliğin bu derecesine de tanık olacakmışız demek ki diyoruz.. Televizyon kanallarından Milletin gözüne bakarak “ Atatürk’ü sevmiyorum, fakat, Humeyni’yi seviyorum” diyenleri şaşkınlıkla izledik. Özledikleri Iran görüntülerini de yayınladık.
Bu olayla bağlantısı olan ve uzun zaman önce derleyip yayınladığımız bir yazı aklımıza geldi. Hem de, bu yazının kaynağı olan Ünlü Türk Yazar Cengiz AYMATOV ustanın öldüğü günlerde…. Günümüzde bir çok kişi para karşılığı başka bir devletin idaresinde olmayı tercih ettiklerini açıkça söylemektedirler.. Bu genç kızın “ İngiliz idaresinde olsak daha iyiydi “ dediği gibi.. Şimdi o yazımızı, fikir babasını da rahmetle anarak tekrarlayalım…. Yazı şöyleydi ;
“ Son günlerde gündeme getirilen " "TÜRK HALKININ MANKURTLAŞTIRILMIŞ OLDUĞU" iddialarının doğru olabileceği ihtimali akılları karıştırıyor..
Bu MAHKURTLAŞMA ne demektir?
Bu kavram gündeme ATO Başkanı Sayın Sinan AYGÜN tarafından yazılan " Avrupa Tuzağında Mankurtlaşan Türkiye " isimli kitap piyasaya çıkınca geldi..
Bir televizyon proğramındaki açıklamalar ve Sayın Rahmi TURAN'ın yazısında açıkladığı üzere, bu MANKURT kavramı ilk kez Kırgız Yazar Cengiz AYMATOV'un yazdığı ve Gün Olur Asra Bedel adıyla ülkemizde yayınlanan kitabında geçer.. Bu kitaptaki Nayman Ana söylencesinde bu kavram şöyle anlatılır;
" Mankurt, efendisine sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bir yaratık.. Açlıktan ölmemek için yiyecek, donmamak için eski de olsa giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemez.. Ve bu mankurt, efendisinin emriyle, kendisinden, aslına dönmesini isteyen öz annesini bile öldürecek kadar kimliğinden ve kişiliğinden uzaklaşmış... olurlar..
Sinan AYGÜN kitabında ve söyleşisinde bu bilgileri vererek, özetle; " bu söylence, bu gün ki Türkiye'nin bir gerçeğidir " dedikten sonra şu değerlendirmeleri yapmaktadır;
" emperyalizmin Türkiye'yi mankurtlaşturma süreci hemen hemen tamamlandı.. Ülkemiz, beyinleri dumura uğrayan, ulusuna tarihine, kültürüne, dinine, bütün öz değerlerine yabancılaşmış kalabalıklarla dolu..
Yabancılaşmanın ötesinde, köleleşme olgusu ile karşı karşıyayız. Beynini ve vicdanını batı değerlerine göre biçimlendiren satılık ve ve kiralık ruhlar ülkesine döndük..
İhanet koalisyonlarının oluşturduğu korodan çıkan sesler, vatansever çığlıkları tamamen bastırdı. Emperyalist dayatmalarına itirazın adı PARAYONAKLIK oldu..Bu ne çürettirki, duvarlarımızdan Mustafa Kemal'i indirmemiz bile istendi.. Çün kü, mankurtlaştırdılar bizi..
Sonuç, cinnet geçiren bir toplum, suç cenneti bir ülke, dilini, dinini, tarihini unutan gençlik, işsizlik, yoksulluk, cahillik..."
i Açıklamalr böyle devam edip gidiyor. Bu arada ATATÜRK'ün kendi ocağı ve yuvası olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı bürövesinden nasıl ve kimlerce çıkartıldığı sorunu da tam açıklanmadı diyebiliriz..
Ülkemizin dış güçler ve dahili hainlerce tezgahlanan, planlı, sistemli ve sürekli uygulanmakta olan bir çok OYUN sahası haline gelmiş olduğunu hala anlayamadık.. Hatta, bu oyunlarla yetinmeyenler, belli konu ve yörelerle ilgili başka sinsi planları uygulayarak " OYUN İÇİNDE OYUN " sistemine bile çoktan başvurmuşlar da bizlerin haberi yok, haberi olanlarda mankurtlaşdıkları için bilmiyorlarmış gibi davranıyorlar veya aldırmıyorlar.. Bazende, çok küçün bir menfaat uğruna ülkesel menfaatleri gözardı edebiliyoruz...Bunun örneklerini vereceğiz. Oyun içinde oyunlardan biri olan " Günümüzde KÜRTLEŞTİRME sürecinin son aşamasına gelinen ilimiz neresidir ? " sorusuna cevap vereceğiz..
Sağlık ve mutluluk dileklerimizle,
Av. Naci SÖZEN
13 Haziran 2008 Cuma
Bir Ay Doğdu Geceden
BİR AY DOĞDU GECEDEN
Bir ay doğdu, şu karanlık geceden,
Şavkı vurdu, pencereden, bacadan..
Yalvarmıştım, Yaradan’dan, Yüce’den,
Uykusuz kalmıştım, dünkü geceden,
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe…
Deh…dehhh….dehhhh…..
Söyleyen (Ağıtcı) :Kazancı Yukarı Mahalleden Halil Hocaların gelini, Muttalip Hoca kızı merhum Duduş Garı (Ayşe Nine )…
Derleyen : Naci SÖZEN, 28 Mayıs 2008 / ANKARA
AĞIT (MANİ-YAKIM) ÖYKÜSÜ ;
Osmanlının son dönemlerinde, bitmez ve tükenmez savaşların ve cephelerin yaşandığı devirler.. Halil Hocaların genç ve güçlü oğlu, Muttalip Hoca Kızı Ayşe ile evlendirilmiş ve iki kızları olmuştur. Yeniden başlayan ve yenilgilerle sonuçlanan savaşların birine asker temin etmek amacıyla seferberlik ilan edilmiş ve bu kapsamda Ayşe gelinin kocasına da celp gelmiştir.
Bildik törenler ve helalaşma ile cephelere sevk edilen yağız Anadolu delikanlılarından çoğunun geri dönmeyeceği bilinmektedir. Bu ihtimale rağmen “ Allah’tan umut kesilmez “ deyişi gereği herkes sevdiği kocası, oğlu, kardeşi ve arkadaşının bir gün çıkıp gelmesini umutla beklerdi.
Ayşe gelin de eşinin geri döneceği günü yıllarca beklemiştir. Bir gece gördüğü kötü bir rüya sonrasında, eşinin geri dönmeyeceğine karar vermiş ve yüreğindeki acısını dindirmeye çalışmaktadır. Bir bahar gecesi, küçük kızları uyurken, kendisini uyku tutmamış ve pencere dediğimiz küçük zavrak boşluğundan odanın içine sızan ay ışığına doğru yönelmiştir. Zavrak duvarına dayanarak, başını dışarı doğru uzatıp, görebildiği ay ve ışığı ile aydınlattığı Guzyaka – Kızıltaş istikametini seyrederken, dudaklarından bu satırlar dökülmüştür.
Ağıt, ay ışığı ile bir dertleşme ve çekilen acılar içinde Allah’a yalvarışı, kadere de gizli bir isyanı işlemektedir. Aynı zamanda, bir endişe de dile getirilmiştir. Ordular, yürüttüğü savaşlarda zafer kazanırsa, devletin yine başlarında olacağı, fakat, düşmanların kazanması halinde, devlet dağılacak, kuzgunların ortalıkta duran bir leşe topluca saldırdıkları gibi, düşmanların vatanımıza ve köyümüze çullanacakları endişesi sezilmektedir.
Zaman geçmiş, Ağıtcımızın tahmin ettiği gibi genç eşi cepheden dönmemiştir. Bu satırları, yataklarında uyumuş gibi gizlenen kızları duymuş olup, uzun yıllar sonra, onlarda kendi çocuklarına anlatmışlardır. Böylece, kuşaktan kuşağa aktarılarak unutulması önlenen bu ağıt satırları arkadaşımız Hikmet GÜRBÜZ’e annesi tarafından da söylenmiştir. Biz de, bu arkadaşımızın Ankara ziyaretinde, geçmişimizin manileri üzerine konuşurken hatırlayıp söylediği bu hüzünlü Ağıt ve öyküsünü kayda geçirip okuyucularla paylaşmak istedik…
Derleyen : Av. Naci SÖZEN , Haziran 2008 / ANKARA
Bir ay doğdu, şu karanlık geceden,
Şavkı vurdu, pencereden, bacadan..
Yalvarmıştım, Yaradan’dan, Yüce’den,
Uykusuz kalmıştım, dünkü geceden,
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe…
Deh…dehhh….dehhhh…..
Söyleyen (Ağıtcı) :Kazancı Yukarı Mahalleden Halil Hocaların gelini, Muttalip Hoca kızı merhum Duduş Garı (Ayşe Nine )…
Derleyen : Naci SÖZEN, 28 Mayıs 2008 / ANKARA
AĞIT (MANİ-YAKIM) ÖYKÜSÜ ;
Osmanlının son dönemlerinde, bitmez ve tükenmez savaşların ve cephelerin yaşandığı devirler.. Halil Hocaların genç ve güçlü oğlu, Muttalip Hoca Kızı Ayşe ile evlendirilmiş ve iki kızları olmuştur. Yeniden başlayan ve yenilgilerle sonuçlanan savaşların birine asker temin etmek amacıyla seferberlik ilan edilmiş ve bu kapsamda Ayşe gelinin kocasına da celp gelmiştir.
Bildik törenler ve helalaşma ile cephelere sevk edilen yağız Anadolu delikanlılarından çoğunun geri dönmeyeceği bilinmektedir. Bu ihtimale rağmen “ Allah’tan umut kesilmez “ deyişi gereği herkes sevdiği kocası, oğlu, kardeşi ve arkadaşının bir gün çıkıp gelmesini umutla beklerdi.
Ayşe gelin de eşinin geri döneceği günü yıllarca beklemiştir. Bir gece gördüğü kötü bir rüya sonrasında, eşinin geri dönmeyeceğine karar vermiş ve yüreğindeki acısını dindirmeye çalışmaktadır. Bir bahar gecesi, küçük kızları uyurken, kendisini uyku tutmamış ve pencere dediğimiz küçük zavrak boşluğundan odanın içine sızan ay ışığına doğru yönelmiştir. Zavrak duvarına dayanarak, başını dışarı doğru uzatıp, görebildiği ay ve ışığı ile aydınlattığı Guzyaka – Kızıltaş istikametini seyrederken, dudaklarından bu satırlar dökülmüştür.
Ağıt, ay ışığı ile bir dertleşme ve çekilen acılar içinde Allah’a yalvarışı, kadere de gizli bir isyanı işlemektedir. Aynı zamanda, bir endişe de dile getirilmiştir. Ordular, yürüttüğü savaşlarda zafer kazanırsa, devletin yine başlarında olacağı, fakat, düşmanların kazanması halinde, devlet dağılacak, kuzgunların ortalıkta duran bir leşe topluca saldırdıkları gibi, düşmanların vatanımıza ve köyümüze çullanacakları endişesi sezilmektedir.
Zaman geçmiş, Ağıtcımızın tahmin ettiği gibi genç eşi cepheden dönmemiştir. Bu satırları, yataklarında uyumuş gibi gizlenen kızları duymuş olup, uzun yıllar sonra, onlarda kendi çocuklarına anlatmışlardır. Böylece, kuşaktan kuşağa aktarılarak unutulması önlenen bu ağıt satırları arkadaşımız Hikmet GÜRBÜZ’e annesi tarafından da söylenmiştir. Biz de, bu arkadaşımızın Ankara ziyaretinde, geçmişimizin manileri üzerine konuşurken hatırlayıp söylediği bu hüzünlü Ağıt ve öyküsünü kayda geçirip okuyucularla paylaşmak istedik…
Derleyen : Av. Naci SÖZEN , Haziran 2008 / ANKARA
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)