KAZANCI HİKAYELERİ – (14)
MASIRLIK ÇARDAĞINDAN BİR KIZ KAÇIRILACAK- (2)
Hikayemizin birinci bölümünü “ bu gece, bu kız, bu çardaktan mutlaka kaçırılacak, ama, nasıl..? “ diyerek bitirmiştik. Kız kaçırma ekibinin gözcüsü, gizlendiği çalıların içinde etrafı kolaçan ederken, eylem ikilisi çardağın etrafında telaşlı bir şekilde dolanmakta ve içerde olup biteni anlamaya çalışmaktadır. Bir müddet sonra, çıtırtıları duyan kızın annesi dışarıya çıkar. Kadıncağız, karanlıkta karşılaştığı kişileri tanımaya çalışırken, esas oğlan, kısık bir sesle, “kızını kaçırmak için geldik“ diye fısıldayıverir. Onları tanıyan ve olayı kavramış olan kadın, çocukların uyumasını beklemelerini, içeride bir de komşu olduğunu, sonra kızı bohçasıyla birlikte dışarı çıkararak kendisine teslim edeceğini söyler. Bu sözlere inanan ikili çardak etrafındaki dönüşlerini sürdürür.
Saatler gece yarısını geçmiş, çardak etrafında bir hareket yoktur. Bu durumdan endişelenen gözcü, “ hişt “ diye seslenerek ikiliyi yanına çağırır. Kadının “ çocuklar uyusun, kızı size teslim edeceğim “ teklifini duyunca şaşkına döner. Gözcü, kadının zaman kazanmaya çalıştığını, kızın babasının her an atının sırtında ve omzunda tüfekle gelebileceğini, arkalarından silah atılmasını istemiyorlarsa kızın hiç beklemeden kaçırılıp oradan uzaklaşmaları gerektiğini bildirir. Kendilerine hazırlanan tuzağı anlayan ikili büyük bir öfkeye kapılarak çardağa doğru saldırıya geçer.
Bundan sonrasını gözcünün tespitleriyle anlatalım. Çardağın önüne bir hışımla varan esas oğlan, derme çatma dallardan oluşan çardak kapısına tekmeyi vurduğu gibi içeri dalar. Arkasından baş yardımcıda girer. Henüz yeni uyumuş olan çocuklar hep bir ağızdan figan feryat bağırırlar. Halk deyimi ile bu “ çil yavrusu gibi bağırışlar “ arasında, Ali Emmi, şeytanların veya eşkıyaların baskın yaptığını sanarak salavatlar getirmekte, kadın “durun yeğenim” diye yalvarmaktadır. Bu kargaşa ortasında ve alaca karanlıkta kaçıracakları kızı, yerde yatan çocukların arasından belirleyen ikili, onu kollarından tutarak dışarı doğru sürümeye çalışmaktadırlar.
Kaçırılacak kız kapıya kadar getirilmiştir. Saldırıya karşı direnen kız ve anası, çığlıklara devam eden çocuklar ve duasını hiç bitirmeyen misafir derken, kızı kaçırmaya çalışan kişinin önceden isteyen akrabası olduğunu anlaşılır. Böyle bir davranışı kabullenemeyen kız, bir yandan kendisini sürüyenlere karşı tekmeler savururken, diğer yandan, esas oğlana hitaben “ ay ….dığımın oğlu, kaldım kaldım da senin gibi … e mi kaldım “ diyerek, yapılabilecek en ağır hakaret ve küfürlerini savurmaktadır. Bu beklenmedik direniş ve hakaretler karşısında şaşıran oğlan çaresizdir. Kızın kollarını bir an bırakır ve “ ben, ağzı bu kadar bozuk bir kızı avrat etmem, ne günün varsa gör “ diye bağırarak kapıya yönelir. Durumu kavrayamayan yardımcısı, kızın kolunu bırakmamasını söylerken, ne yapmak istediğini de sorar. Oğlan “ kızın ağzı ne kadar bozuk görmedin mi? Şimdiden bana bu hakaretleri yapan kız, sonradan neler yapmaz ? “ diye söylenirken, onunda bırakmasını ve dışarı çıkmalarını ister.
Çardak içindeki feryatlar bir anda kesilir ve ikilimiz süratle gözcünün yanına gelirler. Yanlarında kız olmadığını gören gözcü, neler olup bittiğini sorar. Lafın fazla uzatılmasını istemeyen oğlan “ kızı kaçırmaktan vazgeçtik, nedenini sonra anlatırım, hadi şimdi doğru Kazancıya dönüyoruz “ diyerek yola koyulur. Olayların sonrasını düşünmeyi akıl edebilen gözcü “ durun bakalım “ dedikten sonra, olayın bu kadar basit olmadığını, biraz sonra kızın babasının çardağa geleceğini, olup bitenleri öğrenince atından inmeden doğruca Kazancı Jandarma Karakoluna gideceğini, jandarmaların da evlerinden hepsini toplayıp hapse atacağını anlatır ve diğerlerine nasıl bir güç durumla karşı karşıya olduklarını hatırlatır. Bizim hızlı ikili, gözcüye “ haklısın vallahi, o zaman biz yayan olarak Ermenek yoluna düşelim, sabaha şehre varır, oradan İstanbul’un yolunu tutarız. Sonra, para göndeririz sende gelirsin “ derler. Gözcü köye, ikili, Ermenek yönüne doğru yola çıkarken, esas oğlan “ bizim eve uğra, benim çantaya eşyalarımı koyup sabah şehre gelecek dolmuşa veriversin, fazla bir şey anlatma, bizde senden hiç bahsetmeyiz “ demeyi de ihmal etmez.
Ekibin hızlı ikilisi, çamların arasından, Alaköprü’ye ulaşmak için Çavuş Alanına doğru giderken, gözcüsü de araziden giderek Kazancı yolundadır. Sabaha karşı köye gelen gözcü, Ahmetlerin evini çalar. Kapıyı “ hayırdır “ dualarıyla açan Ahmet’in annesine notları iletir. Sessizce evlerine varan gözcü yavaşça evlerinin girişinde yatan kardeşlerinin yanına uzanarak uyumaya çalışır.
Sabah olmuş ve güneş doğmak üzeredir. Hasanın babası “ Hasan, kalk bakayım “ diyerek içeri girer. Sanki uykudan uyanmış gibi gözlerini ovuşturan oğlunu “ dayınlar sebze toplayacaklarmış, seni bekliyorlar, hadi çabuk “ diye azarlayarak ona günlük işini bildirir. Hasan, evden uzaklaşmanın bahanesini aradığından, hemen kalkar ve kaşla göz arasında evi terk eder. Dayılarıyla birlikte Değirmen Alanı mevkiindeki tarlaya giden Hasan’ın aklı “Ermenek yollarına düşen arkadaşlarının başına neler geldiği ?” sorusu ile meşguldür. Gün boyu çalışılır ve ikindi zamanı köye dönüş yolculuğu başlar. Hasan, sürekli olarak, arkadaşlarına ne oldu, olay köyde duyuldu mu, kendi adı olaylarda geçti mi ? gibi önemli soruların cevaplarını merak etmektedir.
Gözcümüz Hasan ve dayısının ailesi, yüklü hayvanlarla birlikte onların evinin önüne gelmişlerdir. Hayvanlardaki çuvalları indirmeye çalıştıkları (yüklerin yıkılması ) sırada, Hasanın babası, uzaktan bir hışım gibi yaklaşırken “ ulan, dün gece neredeydin, söyle bakıyım “ diye bağırmaktadır. Bu durum karşısında, olayın ortaya çıktığı ve kendisinin de karıştığının bilindiğini anlayan gözcü, dayak yemekten korktuğu için arkasına bakmadan kaçar ve kimsenin tahmin edemeyeceği bir tanıdığın evine girerek orada saklanmaya karar veriri.
Saklandığı evden olayların gelişmesini öğrenmeye ve takip etmeye çalışan gözcü, tahmin ettiği gibi, kızın babası çardağa döndüğünde olayı öğrenmiş ve hemen karakola gelerek şikayetçi olmuştur. Jandarmalar, esas oğlanın babasının evine gelerek oğlunun nerede olduğunu sormuşlardır. Babası “dün akşam bir arkadaşı ile geldi, yemek yeyip çıktılar, bir daha eve dönmedi” demiş, bu arada, çantayı yolcu arabasına vermiş ve Hasan’ın sabaha karşı evlerine geldiğini ve oğlunun çantasının Ermenek’e gönderilmesini istediğini de onun babasına de söylemişlerdir. Böylece, olayı ve oğlunun da bu olaya karıştığını Hasan’ın babası da öğrenmiş olur. Bizim kaçaklar Ermenek’te çantayı alırlar ve en erken hareket eden bir dolmuşa binerek Mut istikametine giderler. Bu durum duyulunca, Jandarma telefonla durumu Mut jandarmasına bildirir ve kimlikleri vererek kaçakların yakalanmasını ve geri gönderilmesini ister.
Ermenek dolmuşu, Mut’un Kadıköy isimli köyü yakınlarındaki köprüyü geçmiş, Fakırca ve Balabanlı köylerinin bağları arasındaki dar ve kıvrımlı yolunda ilerlemektedir. Kalpleri küt-küt atan kaçaklar, az sonra Mut garajında olacaklarını, garajdan şehir içine doğru uzaklaşmaları gerektiğini, hatta, Mersin istikametine giden otobüslere binmelerinin iyi olacağını, İstanbul yolculuğuna Mersin’den başlamalarını konuşup durmaktadırlar. Mut-Karaman yoluna tam çıkılacağı sırada, silahlı bir Jandarma timi dolmuşu durdurur. Kimlik kontrolü başlamıştır. Dolmuşta, kaçışın buraya kadar olduğunu anlamış iki yolcu vardır. Diğer yolcuların, “ne oluyor, suçlu kim, kaçak mı var ?” gibi mırıldanmaları arasında aradıkları kişileri elleriyle koymuş gibi bulan jandarma timi, bizimkileri araçtan indirir, diğer yolculardan özür dileyerek hayırlı yolculuklar diler. Yoluna devam eden dolmuştaki yolcular “ demek kaçaklar aramızdaymış, adamlar ne kadar da sakin ve masum duruyorlardı “ şeklinde konuşarak şaşkınlıklarını belirtmektedirler.
Kaçaklar Ermenek’e getirilmiş ve tutuklanarak hapse atılmıştır. Hasan, gizlendiği evden dışarı hiç çıkmamış, gelişmeleri izlemekte, kendisinin jandarma tarafından aranmadığını haberini de almış durumdadır. Fakat, ne olur, ne olmaz, olaya karıştığım her an ortaya çıkabilir ve hapse girebilirim diyerek gizlenmeye devam eder. Sonsuza kadar bu evde saklanması mümkün değildir. Bir akşam, saat 23.00 sıralarında dışarı çıkarak, Sülüklerin Kahvesi olarak bilinen kahvehaneye gelir ve arka pencereden içeriyi kolaçan eder. Kahve kapanmak üzere ve sadece dip köşede bir masada kumar oynayan bir gurup kalmış durumdadır. Kapıya yaklaşır. Bir ara kahveci dışarıya çıktığında “ kumar oynayan merhum Hacı Ömer (Hacomar)’in kapıya gelmesini” söylemesini ister. Oyunu bırakarak kapıya gelen Hacomar “ hayrola kardeş, ne istiyorsun? “ diye söylenir. Anamur yolculuğunu sorulunca, ertesi sabah Siğilli yolundan gideceğini söyler. Erken saatlerde Siğilli boğazında olacağını ve kendisini aracına almasını ister. Olumlu cevap üzerine, gerekli eşyalarını alarak Sıkkoyak-Kızıltaş- Dinek üzerinden gece boyunca yürüyerek sabaha karşı Siğilli tepelerinde olan Hasan, Kazancı arabasına binerek Anamur’a ulaşır ve gelişmeleri oradan takip etmeye başlar.
Kız kaçırmaya teşebbüs eden ikili tutuklu olarak mahkemede yapılacak duruşmayı beklerler. Duruşma günü İstanbul’dan sürpriz bir kişi Ermenek adliyesindedir. Bu kişi yanında çalışan Ahmet’in hapiste olduğunu duyan ustası tarafından görevlendirilen bir kişidir. Duruşmada çok yüksek bir para teminat olarak yatırılırsa tutukluların salıverileceği belirtilir. İstanbul’dan gelen kişi bu parayı yatırınca bizim ikili tutuksuz yargılanmak üzere salıverilir. Ertesi gün ver elini İstanbul diyerek ekip Ermenek’ten ayrılır. Daha sonraki duruşmalar sonunda az bir ceza alırlar ve yattıkları günlere sayılır. Bu olayların hiçbir aşamasında gözcü Hasan ile ilgili bir işlem yapılmamıştır. Tehlikenin tamamen geçtiğini anlayan Hasan da Anamur yaşantısına son vererek Kazancıya döner. Böylece, Masırlık Çardağından Kız Kaçırma operasyonu da hatıralardaki yerini almış olur……
(Başka bir hikayede buluşmak üzere……. )
Yazan : Av. Naci SÖZEN Ekim 2007 / ANKARA
4 Kasım 2007 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder