KAZANCI HİKAYELERİ – (15)
MOSKAVA SOKAKLARINDA BİR KAZANCILI
( Gökçeler Mahallesinden Bıyıklı Halil’in Öyküsü )
Gökçeler Mahallesinde (eski adı Kazancıköy Mahallesi) Bıyıklı Halil (YILDIZ ) isminde bir gazimiz vardı. Kendisini, Şubat 1978 ayında, Karaman lisesinden sömestri (yarıyıl) tatili için Kazancıda bulunduğumuz sırada, Sayın Sami YILDIZ ile mahallesindeki evlerinde ilk ve son defa görmüştüm. Gazimizin sıra dışı bir hayat öyküsü olduğunu önceden duymuş olmama rağmen, ayrıntıları bizzat kendisinden dinlemek için bazı sorular sordum ve anlatmasını istedim. Bizim çocukluğumuzda, hayatta olan gaziler, yaşamış oldukları olayları, düşman, tabiat, açlık ve yokluk ile olan mücadelelerini anlatmak, birileri ile paylaşmak için fırsat gözlerlerdi. Hatta, bazıları, sormadan veya konusu açılmadan, kendiliklerinden söze başlar ve savaşta yaşamış oldukları bir anı anlatırlardı.
Gazi Bıyıklı Halil’in öyküsü, Osmanlı Devletinin, Almanlar ile dost olduğu ve Ruslarla, Balkanlar, Kafkaslar, Kırım, Basarabya ve Galiçya gibi cephelerde, sürekli savaş halinde olduğu dönemlere rastlamaktaydı. Almanların doğu Avrupa’yı işgal edip, Rusya’nın başkenti Moskova’ya kadar uzanacak geniş cepheli ve derinliği olan bir saldırıyı başlatacağı sırada, Osmanlı Devleti de bu savaşta Almanlara sembolik bir destek vermek için 2500 dolayında seçme bir asker gücünü onların emrine göndermişti. İşte, bu seçme askerler arasında Kazancılı Bıyıklı Halil Bey’de bulunmaktadır.
Gazimizin kendi anlatımlarına göre, Türk Askeri ile Alman askerleri ilk aşamada dil sorunu yaşamış, tercümanlar sayesinde bu sorun kısmen aşılmış ve “ sizler dünyada en kuvvetli askersiniz “ diyerek ön saflarda yer almaları istenmiştir. Birlikler önlerine çıkan ülkelerin askerleri ve direnen milis kuvvetlerini ezerek uçsuz bucaksız düzlüklerde yıldırım hızıyla ilerlemektedir. Doğuya ve Kuzeye doğru ilerledikçe havalar soğumakta, gecelerin ayazı ile buzu, askerlerin ellerini tüfek dipçiklerine kaynak yapmaktadır. Türk askeri, Almanların kumanya ve sıcak yemeklerine bile uyum sağlayamamıştır. Domuz eti korkusu ile etli yemekler yenmemektedir.
Alman birlikleri Rusya içlerine kadar ilerlemiş, Moskova’nın işgal edilmesi hayallerinin kısa zaman içinde gerçek olacağına inanmışlardır. Fakat, ilerleyen kış şartlarının olumsuz etkisiyle, araçların benzin, yağ ve motorlarının donmaya başlaması, askerin silahını bile tutamayacak şekilde üşüyüp uyuşması, bu çaresizlikleri bilen Rusların da karşı saldırı başlatması ile işler bir anda tersine dönmüştür. Alman ordusu tam anlamıyla dağılır ve binlerce asker, ya öldürülür, yada, kaçtıkları ormanda donarak ölürler. Türk birliği de bu arada büyük kayıp verir. Araziyi bilen ve hava şartlarına alışık olan Rus ordusu, müttefik askerlerden hayatta kalanları esir alır. Esirler muhtelif esir kamplarına dağıtılır. Gazimiz ve birkaç arkadaşı da Moskova şehrinde bulunan en büyük esir kampına düşer. Kendisi, konuşurken Moskova yerine Meskova diyordu.
Kamp hayatı da cephede olduğu gibi nice güçlüklerle devam eder. Esirler, sıra ile kamptan alınarak inşaat ve bayındırlık işlerinde çalıştırılır. Fransız ve İngiliz hükümetlerinin araya girmesiyle ve Almanların yenilgiyi resmen kabul etmeleriyle birlikte esaret günleri bitecek sanılır. Fakat, anlaşma sağlamak o kadar da kolay olmayacaktır. Taraflar arasında tam bir anlaşmaya varılmadan esirler salıverilmez. Fakat, yaşam şartları nispeten iyileşmiştir. Kampta bir çok ulusa mensup asker bulunmaktadır. Kamp günlerini renklendirmek için muhtelif konularda, sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenir. Bizim Türkler bu faaliyetlere dil ve kültür farkı nedeniyle iştirak edemezler.
Esir kampı komutanı, esirlerin kıdemlisi ile anlaşmaya vararak spor branşlarında yarışmalar tertip eder. Bu faaliyete, güreşçi, boksör ve koşucu olarak Türk askerlerinin de katılması teklif edilir. Kabiliyetlerine göre birkaç asker listelere yazılır. Bizim Halil Efendiye sıra gelince, “ ben spor, taktik filan bilmem, ancak yorulmadan akşama kadar koşarım (seğidirim) “ dediği için, onu, en uzun koşu yarışması listesine yazarlar. Herkes yarışa hazırlanırken, o etrafta olup bitenleri seyretmektedir. Hatta, kendi kendine “ bu adamlar deli mi, yarışmadan evvel neden böyle zıplayıp dururlar “ diye de söylenir. Nihayet, yarış günü gelmiş, ekipler pist başına dizilmişlerdir. Gerekli ikazlar yapıldıktan sonra, atılan tabanca sesiyle birlikte maraton koşu gurubu ileri fırlar.
Gazimiz anlatmaya devam ediyor. Tabanca sesini duyduğu andan yıldırım hızıyla koşmaya başlamıştır. Biraz sonra kendisini ilerde tek başına koşar bulmuş, diğer koşucular geride ve toplu olarak koşuyorlarmış. Bu durum karşısında şaşırmış ve bir anlam verememiş. Sonradan öğrenmiş ki, koşunun başlarında, taktikleri gereği, koşucular bir birlerini kontrol etmek ve denemek için birlikte koşarlarmış. Kendisinin taktik - maktik bildiği yokmuş. Bizim Kazancılı en önde ve son sürat koşmaya devam ederken, gerideki koşucular, onun nasıl olsa ilerde hızını kaybedeceğini, son ataklarla kendilerinin birinci olacağını hesap ediyorlarmış.
Koşucu gurup, taktik gereği birlikte ve kontrollü koşmayı ve son sırada atak yaparak öndeki Türkü geçmeyi hesap ede dursun, Halil Efendi hızını hiç kesmeden ve geridekilere bakmadan tek başına daha da hızlanarak seğirtmeye (koşmaya) devam eder. Koşunun sonlarına yaklaşılır. Planlandığı şekilde, bazı koşucular atak yapar ve son bir hamle ile ipi göğüslemeyi hedefler. Fakat, ortada hesapta olmayan bir durum vardır. Bu durum, yarış nedir, taktik ve depar nedir bilmeyen Halil Beyin hızını hiç azaltmadan son sürat koşuyu sürdürmesidir.
Yarış başladığı gibi, yani Halil Bey en önde olarak biter. Avrupalıların taktikleri bir işe yaramaz. Böylece, cephelerdeki korkusuz askerimizin koşularda da ilk sırada olabileceği görülür. Müttefiklerin Türk askerine olan saygısı daha da artar. Bu faaliyetler devam ederken, ülkeler arasında anlaşma yapılır ve esirler kamptan salıverilir. Esas zor safha şimdi başlamıştır. Moskova sokaklarında dolaşan Kazancılı Halil , ülkesine ve köyüne nasıl dönecektir ? Esir kampında eziyet çekerken ve kurtulmak için dualar ederken, kamp sonrası güçlükler hiç hesaba katılmamıştır. O zamanlar, şimdiki gibi, haberleşmek, Türk yetkililere ulaşmak, derdini anlatmak ve yardım sağlamak kolay değildir.
Gazi Halil Efendi, inanılmaz güçlükler ve sıkıntılar çekerek sınırımıza kadar gelmeyi başarır. Bu savaşa gönderilen 2500 kişiden ancak 5-6 kişinin geriye (Türkiye’ye) dönebildiğini söylemişti. Sınır kapısında, kimliğini ve savaştığı cepheleri, Rusya da bulunuş nedenini anlatıp, görevlilere inandırması ve üst makamlardan olur alınması da çok zaman alır. Türk topraklarına girmiştir girmesine, ancak, o günün şartlarında Anadolu derinliklerinden yaya olarak Kazancıya ulaşmak da ayrı bir sorundur. Bu savaş, esaret ve dönüş yolculuğunda uzun yıllarını harcayan gazimiz, başka cephelerde de savaşmış ve Cumhuriyetin ilanı ile birlikte köyüne dönmüştür. Bu kadar tehlike ve zorluğa rağmen nasıl sağ kaldığı sorulduğunda “ öldürmeyen Allah öldürmez “ diye cevap veren Kazancılı Gazi Bıyıklı Halil, hayatının geri kalan kısmını, sakin bir şekilde anılarıyla yaşayarak geçirmiş ve 1973 yılında bu yalan dünyadan göçüp gitmiştir. Bu vatan için savaşan ve canlarını, kanlarını feda eden tüm şehitlerimize ve gazilerimize rahmetler diliyoruz……
( Başka bir Kazancılı Hikayesinde buluşmak üzere….. )
Yazan : Avukat Naci SÖZEN , Ekim 2007 / ANKARA
20 Ekim 2007 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder