25 Kasım 2007 Pazar

GELİN MEZARI VE MÜCEVHERLERİN SIRRI – (2)
( Gelin Mezarını Yazmak İstedim )



Hikayemizin birinci bölümünün sonunda, taze ve bahtsız gelin Zeynep, yüzünü elleri arasına almış ve sadece “ yandım anam !! “ diyebilmiş, patlayan sağ gözü ellerinin arasındaki kanlarla birlikte avuçlarına akmış, kafile bir panik havasında feryadı figan etmekte, Mahmut Ağa ise sinirden kendisini kaybetmiş halde, çevredeki çalı ve taşları tekmelemekteydi. Doğal olarak, düğün ekibinde kız evinden kimse yoktu. Orada bulunan insanlar, gelinin başına toplanmış, bir yandan ağıtlar yakarken, diğer yandan, akan kanı durdurmak ve yarayı tedavi edici işlemler yapmak derdine düşmüşlerdi. Yaralanmalarda alınabilecek en uygun ve bilinen tedbir, bir bez (çapıt) parçasının ateşte yakılması sonunda elde edilecek olan küllerin yara üzerine bastırılıp üzerinin sarılması olduğundan, bazı kişiler de ateş yakmak derdine düşmüşlerdi.

Mahmur Ağa, kısa süren şaşkınlık ve öfkesinin ardından “ bundan sonra ne yapmalıyım ? “ sorusunun cevabını aramaya başladı. Bu halde, dağların aşılması ve Gülnar köylerine ulaşılması çok zordu. Ayrıca, bir gözü kör olmuş olan bu gelinin çevrelerinde kabul göreceğinden de endişeliydi. Zaten, kendisi bu evliliğe başından beri karşıydı. Bu durumu değerlendirerek yol yakınken gelinden kurtulmaları gerektiğine karar verdi. Ekipte bulunan hatırlı birini yanına çağırarak, düşündüklerini anlattı ve sonuç olarak “ bir kaç kişi ile gelin geriye (köyüne) götürülecek, ailesine teslim edilerek gelinecek ve kafile ondan sonra birlikte dönüş yoluna devam edecek “ şeklindeki kararını bildirdi. Bu sözleri duyan ve talimatı alan kişi şaşkınlık içinde geri döndüğünde, gelin Zeynep dahil herkes durumu anlamaya başlamıştı.

Zeynep gelin kendisini biraz toparladıktan sonra, ailesine geri götürülmesi fikrine kesinlikle karşı olduğundan, bir günlük kocasına hitaben “ beni köyüme geri götürmeyin, annem ve babamın zaten bellerinin ipliği kopmuş durumda, onları hepten mezara sokmayın “ diyerek yalvarmaya başladı. Kendisinin ölmesi veya yaşamasının artık önemli olmadığını, öldürülüp bir kaya boşluğuna (gandak) atmaları, Gülnar’a götürüp başka bir diyarlara vermeleri, bahar gelince de ailesin “hastalanıp aniden öldü” denilerek bir mezar gösterilmesini sözlerine ekledi. Bu sözlere insafsız baba Halil Ağa için bir şey ifade etmemişti. Geri dönüş hazırlıklarına sessizce devam edildi. Bu sırada, yaşamakta olduğu acı ve üzüntüler canına “ tak “ demiş olan gelin, “ Halil Ağa, İnşaallah daşlar ve bıçaklar önüne gelirsin, eller içinden uzak olursun, dermansız dertlere düşersin, can veremez Allah’a yalvarırsın “ diyerek, aklına gelen tüm bedduaları (ilençler) sıralıyordu.

Geri dönüş hazırlıklarını tamamlayanlar, gelinin gözden kaybolduğunu fark ederler. Bir ihtiyaç için uzaklaştığını sanıp beklemeye başlanırsa da, gelin geri gelmez. Etrafı dolaşırken, ilerdeki bir ladin ağacının dalında, boğazına geçmiş kendir ipinin ucunda sallanmakta olan gelini görürler. Bedeni cansızdır artık.. Kadersiz gelin, ailesinin kendisini o halde görerek ikinci bir üzüntü ve acı ortamına sürüklenmesini önlemek için kendi canına kıymıştır. Düğün alayı ve Ağa için işler kolaylaşmış olur. Kadersiz gelin Zeynep, konaklama yerinin hemen altındaki bu kırmızı topraklı düzlüğe gömüldükten sonra, Gülnar dönüş yolculuğu gelinsiz olarak tekrar başlar.

Bahar gelmiş ve göç katarları, Kırkkuyu yaylalarındaki yurt yerlerine (obalar) ulaşmak için yola çıkmışlardır. Halil Ağa, obası mensupları ve oymağına sıkı sıkıya tembihde bulunarak, “ olanların gizlenmesini, gelinin kış mevsiminde, aniden hastalanıp öldüğü ve mezarının Gülnar köyünde olduğu “ şeklinde yapacakları açıklamaların desteklenmesini ister. O zamanlar şimdiki gibi telefon, mektup veya internet olanakları yoktu. Yaz sonunda vedalaşarak ayrı yönlere, yani kışlık köylerine geri göçen obalarla ilgili haberler, ilk baharla birlikte, tekrar yaylalarda buluşulduğunda öğrenilirdi.

Halil Ağa ve obası baharla birlikte tekrar Yünsek Eğrik dağı yamaçlarına ve Kırkkuyu yaylasına ulaştı. Gelinin ailesine, kararlaştırıldığı gibi, kızlarının kışın öldüğü ve mezarının köyde olduğu söylendi. Hasretini çektikleri biricik kızlarını oymak içinde göremeyen aile, bu haberle birlikte daha büyük bir üzüntüye düçarmaruz kaldı. Durumda bir gariplik sezilmekteydi. Hiçbir şey gizli kalmaz kuralı yine işledi ve Zeynep gelinin, köyünden ayrıldığı ilk günün akşamı, dönüş yolunda yaralandığı ve kendini ağaca asarak intihar ettiği etrafa yayılmaya başladı. Durum tam olarak öğrenilince, tarif üzerine mezar yerini bulan gözü yaşlı anne ve baba günün imkanlarıyla basit bir mezar yaptırdı. Mezarın başında ağıtlar yaktı, gözyaşı düktü ve “ kaderimiz böyleymiş “ diyerek hayata tutunmaya çalıştı.

Zalim Ağa Halil, bu olayı çabuk unutarak oğlunu obasından bir kızla evlendirdi. Yaşantısına “ bana karadan ölüm olmaz “ diyen nice zalimlere nispet yapar gibi daha havalı bir şekilde devam etti. Bir gün geldi, obada herkesin horladığı, kimsesiz olduğu için itilip kakılan ve “ pasaklı Dudu “ adıyla bilinen bir kadın, kendisini aşağılayan ve küfürler eden Halil Ağa’ya doğru, elindeki bir taşı fırlatıverdi. Taş, Ağa’nın çene kemiğine isabet ederek yaralanmasına neden olmuştu. Acı ve kanlar içinde kalan Ağa ve adamları zavallı kadını oracıkta linç ettiler. Ağa’nın yaraları sarıldı, merhemler sürüldü ve geçmiş olsun dilekleri sıralandı. Yara zamanla kapanır, beklide izi bile kalmazdı. Fakat, bilinmeyen şey, çene kemiğinde ezilme olduğu ve içten içe kemik ve çevresinin kararmaya, iltihaplanmaya başlamış olmasıydı.

Halil Ağanın çenesinde gelişen bozulma ve iltihaplı durum kısa zamanda tüm yüzünü kapladı. Yüzüne bakanların bakışlarını çevirdiği, gören çocukların ağlamaya başladığını gören Ağa, yüzünü bir poşu ile sarmaya başladı. Aile ortamında bile tabak ve kaşığını ayırdı. Bir yere gittiğinde, ayran veya şerbet ikram edildiğinde kullanmak için bardağını (tas denirdi) yanında taşımaya başladı. Durum gittikçe kötüleşiyordu. Geçmiş zalimliklerini ve Zeynep gelinin ilençlerini hatırlayanlar “ ettiklerini çekiyor “ diyerek, halk dilinde söylenen “ eden bulur “ deyişinin bir kere daha gerçekleştiğini düşünüyorlardı.

İnsanlar içine (eller) çıkamaz hale gelen Zincirci Halil Ağa, köyü ve obası içinde yaşayamayacağına karar vererek, yanına tasını, tabak-kaşık, çamaşır ve para (altınlar) kesesini alarak bir gece sessizce bölgesini terk eder. Araştırmalara ve soruşturmalara rağmen izine rastlanamaz, yüzünü gören ve sesini duyan olmaz. Çok uzaklara gittiğini, hatta, tövbe etmek ve günahlarından arınmak için yürüyerek Hac yoluna düştüğünü, bu yollarda ölmüş olabileceğini düşünenler bile olur. İşte, hikayemize konu olan ve yıllardır gelip geçen definecilerin kazıp durduğu yer, zalim Halil Ağa’nın gelini, anasının nazlı ve kadersiz kuzusu Zeynep gelinin yattığı bu yerdir.

Adı, Gelin Mezarı olarak konan bu küçük düzlük, asırlardır gelip geçen sevenlerin kalbini sızlatırken, bazı aklı evvel olanların “ gelin mücevherleriyle birlikte gömülmüş “ şeklindeki uydurma sözleri üzerinde de mezar kazıcıların hedefi olmuştur. Bu evliliğe başından itibaren karşı olan, düğün sırasında ve sonrasında bile, çekilen zahmetler ile harcamalar için oğluna hakaretler etmeye devam eden Halil Ağa’nın, geline istemeyerek taktığı altınları, gelinle birlikte mezara koyması ise asla olmayacak bir olaydır. Coğrafyamızın tarihi ve kültürüne sahip çıkılması, gelecek kuşaklara aktarılması çalışmalarına devam edilmesi ve kadersiz gelinin mezarında rahat uyumasına müsaade edilmesi dileğimizle…..

(Gelecek hafta başka bir hikayede buluşmak üzere….)

NOT : Bu hazin hikayeyi derlediğimde, olaydan o kadar etkilendim ki, ayrıntılarını yazı olarak yazamadan önce “ Gelin Mezarı “ isimli şiirimi yazarak yoğun duyguları bu şiirle ifade etmiş oldum…. Bu şiirden son kıtayı tekrarlayalım….

Duydum, bu öyküyü, yazmak istedim,
Aşkın bir resmini çizmek istedim.
Kazılmasın diye, Gelin Mezarı,
Mücevher sırrını, çözmek istedim


Yazan : Av. Naci SÖZEN Ekim 2007 / ANKARA

AÇIKLAMA : Kitap olarak basılmasını planladığımız “Kazancı ve Kazancılılar Hakkında Bilmek İstediğimiz Her Şey “ isimli kitap hazırlık arşivinde yer alan konuları yayınlamaya devam ediyoruz. Bazı konular (tarih, coğrafya, dil-kültür)da “ kazancili.com “ sitesinde yayınlanmaktadır. Ayrıca, “arnava.net “ sitesini de izleyebilirsiniz. Bu yazıların ve diğer güncel/ulusal konularla ilgili araştırma konularının hepsine “ nacisozen.blogspot.com “ sitesinden, Yazı-Yorum adıyla ulaşabilirsiniz.
Listemizde yayınlanmayı bekleyen Kazancı Hikayelerinden bir kaçı şöyle ;
- Bağdat ve Basra Zindanlarında Bir Kazancılı
- Kazancılı “ Uçan Süvari” Mehmet Çavuş’un Hikayesi,
- Kazancılı Dağ Korumacıları ve Mavzerlerin Öyküsü
- Kazancı Yaylalarının Son Süvarisi
- Afyon Cephesinde Kazancılılar
- Hastane Önünde İncir Ağacı
- Kırkkuyu Yaylasının Son Gülnarlısı
- Kanlı Sayın İzleri ve Çobanları Hikayesi
- Kaş Yaylasında Bir Kazancılı Dövüldü
- Basmane Garında koşuşan Çarıklı Kazancılılar
- V.s.

Hiç yorum yok: