ARAP – İSRAİL SAVAŞI VE TÜRKİYE
Bilindiği üzere, iki askerinin kaçırılmasını neden gösteren İsrail, kaçıncısı olduğunu bilemediğimiz yeni bir Arap – İsrail savaşı başlattı. Savaş aynı anda Filistin Cephesi ve Lübnan Cephesi olmak üzere başladı. Yazarlar ve uzmanlar yaptıkları değerlendirmelerde, 70 milyon Arap aleminin her seferinde 5 milyon İsrail’in karşısında “ çil yavrusu gibi dağıldığını ve karşı koyamadığını” belirterek bu durumun açıklanmasının zor olduğuna vurgu yapmaktadırlar.
Savaş, hiç de eşit olmayan şartlar ve dengesizlikler altında devam etmiş olup, bu savaşa “ tek taraflı saldırı “ adını koyanlar da var. Dengesizlikler, teknoloji, silahların cinsi ve sayısı, uluslar arası destek ve hazır bulunuşluk dahil bir çok yönden mevcuttur. İsrail, her iki cephede de acımasızca saldırarak, hava alanları, limanlar, bizzat şehirler ve köyler, yollar, köprüler, elektrik santralı, televizyon merkezleri ve alt yapı tesisleri dahil tahrip etmiş durumdadır. İsrail yetkilisi bir açıklamasında “ ölen her İsrailli için Lübnan’da 10 ev yıkılacak “ diye belirtti. Tabi “bu evler içindekilerin başına yıkılacak” demek istiyordu.
Lübnan ve Filistin cephelerinde öldürülen insan sayısı, çoğu çocuk ve sivil olmak üzere binleri geçti. Yaralılar on binlere ulaşırken, evini ve yurdunu terk edenler milyonlara vardı. Tüm dünya bu vahşete seyirci kalırken cılız bazı itirazlar duyulmuyor bile.. İsrail’in esas güvendiği ABD bu vahşete karşı çıkmazken, karşı çıkacak olan Birleşmiş Milletler teşkilatına da engel olmuştur. ABD ki dünyanın tek gücü ve demokrasi – özgürlük havarisi lider olarak, Kuzey Irak için bizim PKK operasyonu yapma isteğimize şiddetle karşı çıkarken, İsrail’in bu vahşetine “ güvenlik gerekçesiyle yapılan haklı bir operasyon” nitelemesi yapmaktadır.
Savaşın başlamasıyla birlikte, İran ve Suriye’ye ilave olarak ileri atılan Türkiye, kendi güvenlik sorunlarının çözümünü ABD ve Irak devletine bırakarak, bu savaşa yoğunlaştı. Arabistan, Ürdün ve Mısır dahil bir çok Arap-İslam ülkesi kılını kıpırdatmazken, Mısır Devlet Başkanı “ Mısır ordusu kendi güvenliği haricinde ve sınırları dışında hiçbir devlet için savaşmayacaktır “ diye açıklama yaptı. Kendisine “ çöl şahini, Afrika kaplanı “ gibi sıfatlar takan ve aşırı Arap Milliyetçisi olarak anılan Kaddafi nerelerde dersiniz... Onun bu süreçte hiç sesi duyulmadı. Zaten, yıllar önce ABD uçaklarının çöldeki çadırını vurduğu günden beri ortalıkta görünmüyor. Sadece, bizim devlet adamlarına hakaret etmek için çadırına çağırdığında görünmüştü..
Malezya’da bu savaşı görüşmek üzere acilen toplanan İslam Ülkeleri Örgütü zirvesine Türkiye ve İran gibi birkaç ülke üst düzeyde katılırken, bir çok İslam ülkesi bakan düzeyinde temsil edildi. Ürdün, Arabistan, Mısır ve Katar gibi ülkeler ise sadece bir temsilci gönderdiler. Başbakanımız bu durum karşısında dayanamamış ve bir TV kanalının haberine göre “ açmış ağzını ve yummuş gözünü “ üzüntülerini dile getirip, temsilci gönderen ülkelerden üst düzey katılım olsa sevineceğimizi söylemiştir. Bir gün (04.08.2006 günü) günlük gazetelerden birinin manşet ana başlığı “ BU NE KORKU, ABD KIZAR DİYE HİÇBİR ARAP LİDERİ İSLAM ZİRVESİNE KATILMADI “ şeklindeydi. İşin özü ve özeti, bizim devlet yetkililerimiz başta olmak üzere, aydınlar, yazarlar, toplum örgütleri, cami cemaatleri ve sıradan vatandaşlarımız dahil, kendi sorunlarımızı unutup veya yok sayıp bu savaşı telin mitingleri düzenlememiz, pankart açmamız ve açıklamam yapmamız ne kadar Milli çıkarlarımızı düşündüğümüzün göstergesidir?
Türkiye olarak, Filistinli terör örgütü lideri olan ve Şam’da sürgünde yaşayan kişiyi alelacele Ankara’ya davet etmemiz, Şam’da gizlice görüşmemiz bize nelere mal oldu veya olacak.. Çeçen liderleri ve direnişine destek veremediğimiz ve Rusya’nın PKK’ya desteğini engellemek için böyle davranmak zorunda olduğumuz yazılıp çizilmişti. Geçenlerde Rusya’nın yayınladığı Terör Örgütleri Listesinde PKK’nın yer almadığı haberi, bizim için soğuk bir duş oldu.. Hamas ve Hizbullah liderleriyle görüşen Türkiye, PKK liderini kabul eden, pasaport verenlere ne hakla kızacak, diye açıklama yapanlara ne diyeceğiz?
Türkiye olarak bu savaşla ilgilenmemizi gerektirecek çok nedenimiz var. Bu bölgeler asırlarca yönetimimizde kalmış, tarihsel ve kültürel bağlarımız var, komşularımız ve din birliğimiz var. Fakat, geçen dönem içinde verdiğimiz ve halen de uğraştığımız terör problemi sürecinde, bu bölge devleti ve insanları nasıl bir duruş sergilemiştir? Bu sorunun cevabı şöyle ; bölücü terör örgütünün eğitim kampı Beka Vadisindeydi. Yıllarca burada terörist eğitildi ve bize saldırmaları sağlandı. Terörist başı yıllarca Suriye devleti himayesinde Şam’da yaşadı. Irak eski yönetimi cehennem topları imal ederken bizi tehdit etti. Irak’ta yuvalanan teröristlerce bunca yıldır uğraşıyoruz. İran ise yıllarca bize rejim ihraç etmeye çalıştı. Ajanları Türkiye de insan avı sürdürdü. Mısır ve Arabistan, Libya gibi ülkelerin tavırları da çoktan belli.. İşte bu gerçekler doğrultusunda, bunca Arap ülkesi, olup bitenleri seyrederken bizim bütün gücümüzle kendimizi bu savaşa angaje etmemiz nasıl bir durumun ifadesidir?
Emekli Büyükelçilerin ve konunun uzmanlarının açıklamalarına göre “ uluslar arası ilişkilerde yegane belirleyici ve etken unsur, ülkelerin Milli çıkarlarıdır” kuralını hatırlamalıyız. Milli çıkarlar dışında kalan ırk birliği, tarih ve kültür yakınlığı, komşuluk ve din , dil birliği gibi unsurlar daima ikinci planda kalmaktadırlar. Hatırlayabilirsek, geçen yıl Avrupa Parlamentosunda Kuzey Kıbrıs’a uygulanan sınırlamaların kaldırılması için yapılan oylamada, Azerbaycan ve bazı Türki devlet temsilcileri toplantıya katılmazken, katılan Türki devlet temsilcileri de çekimser oy kullanmışlardır. Bu durumun tek izahı, devletler arası ilişkilerde “ Milli çıkar “ dışında hiçbir unsurun önemli olmadığı gerçeğinin yaşanmış olmasıdır.
Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi olayı da çeşitli tepkilere neden olmaktadır. Bu konunun ABD ve diğer batılı devletlerce teşvik edilmiş olması ve kendi terör sorunumuzun çözümünü ABD ve Irak (Peşmerge) güçlerine havale etmiş olma görüntümüzle çelişen yönleri önem arz etmektedir. Türk askerini istemeyen Ermeni kökenli Lübnanlıların içinde bakanlar bile vardır. Lübnan’a asker göndermemiz için dışardan başlatılıp yürütülen çalışmaların Türkiye için bir tuzak olduğunu söyleyen uzmanlar bile vardır. Bölgede, Hizbullah ve Hamas gibi İslami örgütlerle askerlerimiz arasında çıkabilecek bir çatışma sonrası, Batı alemi “İslam ülkeleri ve örgütleri kendi aralarında bile savaşmaktadır” söylemini ortaya atacaklarıdır.
Terör örgütü militanları güvenlik güçleri personelimizi kendi evinde şehit ederken, silahlı hainler ülke içinde ve sınır boylarında elleri silahlı cirit atarken, bunca şehit cenazesi kaldırılırken, kendi sorunumuzla mücadele etmek yerine Lübnan ve Filistin – İsrail sorununu çözmeye kalkmamız ve asker göndermemiz daha ayrıntılı tartışılmalıdır.
Tarih boyunca düşmanımızı ve dostumuzu belirleyemediğimiz, savaş meydanlarında kazandığımız zaferleri, masa başlarında, yani diplomasi alanında hep kaybettiğimiz söylenir. Tarihten ders almamaya inatla direnmekteyiz…
Saygılarımla..
Av. Naci SÖZEN / Eylül 2006 - ANKARA
1 Ekim 2007 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder