MİT Müsteşarı Sayın Emre Taner, 05 Ocak 2007 günü yaptığı yazılı açıklamada Ulus Devlet’in “ tehlike altında” olduğunu ilan etti. Bu açıklama, şimdiye kadar bu kurum tarafından yapılmış olan açıklamalardan çok farklı bulundu. Değerlendirmelere göre, Devletin güvenliği konusunda, mevcut olan tehlike haber verilirken bazı devlet kurumları da uyarılmaktaydı.
MİT Müsteşarı, açıklamasında, özetle, “ bulunduğumuz dönemde bir çok ulus devlet ve millet hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybedecektir. Yaşadığımız süreçte, uluslar arası siyasetin başrol oyuncuları ve figüranları yeniden belirleniyor. Türkiye, kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma, yada – bekle- gör-tavır al- taktiğiyle sınırlama lüksüne sahip değildir. Ulusal Güvenliğe ve Ulus Devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmeli, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörebilmeliyiz.” şeklindeki önemli ifadeler yer almıştır.
Bu duyuru, kamu oyunda geniş bir yankı buldu. Her seviyede kişiler ve kurumlar görüşlerini açıkladılar, köşe yazarları ve televizyonlar uzman konuklarla duyurunun ne anlama geldiğini, kime veya kimlere hitap ettiğini okumaya ve anlamaya çalıştılar. Yaygın görüş, bu duyurunun, tüm vatandaşlara ve devlete yönelik bir ikaz olduğu, kişileri, bürokratları, askerleri, yazarları, medyayı, basını, sanatçıları, tüm kurum ve kuruluşları, Meclisi, hükümeti, bu gün yaşanan ve gelecekte yaşanması muhtemel olan bazı tehlikeler konusunda uyarmak veya bilgilendirmek istediği şeklindeydi. Bazı uzmanların görüşüne göre,, MİT, bu duyurusuyla bir durum tespiti yapmış ve tehlikeyi kamu oyuyla paylaşmak istemiş, hatta, geleceğe dönük olarak, tehlikelerden söz ederek, gelecekte doğabilecek sorumluluklardan kurtulmayı hedeflemişti.
Tam bu ortamda, KanalTürk televizyonunda, “ Gerçekler “ adlı programa katılan Vatan Gazetesi köşe yazarı Mine Kırıkkanat, MİT duyurusunun herkese hitap etmiş olmasıyla birlikte, devletin maruz kaldığı ve gelecekte de maruz kalacağını düşündüğü tehlikeler konusunda, yine Devlete yöneltildiği, dolayısıyla da devleti yönetmekte olan Hükümet’e hitap ettiğini söyledi. Konuşmasına devamla, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının, Bakanlıklar dahil, önce birbirine düşman edildiklerini, sonra içlerinin boşaltıldığını da anlattıktan sonra, “ fakat, bu duyurunun Hükümete hitap etmesinin bir faydası olamaz, çünkü TÜRK DEVLETİ DAĞITILMIŞTIR “ diyerek konuşmasını sürdürdü.
MİT duyurusu doğrultusunda, Ulus Devlet gerçekten tehlike altında mıdır ? Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerçekten dağıtılmış mıdır ? sorularına cevap bulabilmek veya konuyu etraflıca tahlil edebilmek için, biraz gerilerden başlayarak bazı tespitler yapmak ve bazı yaşanmış gerçekleri alt alta sıralamak zorundayız. Şöyle ki ;
Bazı yorumcuya göre, yakın geçmişte, Sayın Emre TANER, MIT’in tepesindeki 3 kişiden biri iken yapılan açıklamalarda, “ Kuzey Irak gelişmeleri ve Kürt oluşumu bir realitedir. Türkiye, Kuzey Irak Kürt devleti konusuna kendisini hazırlamalı ve içine sindirmelidir” şeklinde açıklamalar yaparken, ne oldu da, şimdi, böyle bir açıklamaya gerek duyuldu. Bu duyurunun Sayın Başbakan tarafından yapılan “ Kerkük konusu, AB üyeliğinden bile önemlidir “ açıklamasından hemen sonra yapılmış olmasının bir anlamı var mıdır? diye soranlarda vardır.
Ülkemizde, son 15 yıldan beri, batılı devletler ve kurumlarla, onların yerli işbirlikçileri tarafından sahneye konulan oyunla, Milli değerlerimiz, toplum ve aile yapımız, yaşantımız, tercihlerimiz, ahlaki ve dini duygularımız, Atatürk ilkeleri, bayrak, vatan ve bağımsızlığımız konularında, insanlarımızda düşünsel çelişkiler doğurma ve aksi yönlerde tutum değişiklikleri yaratma gayretine girişilmiştir.
Türk müziği icra eden,ve Türk dilini kullanan, örf ve adetlerimize göre yaşantı süren, tüm sanatçı, sunucu, programcılar geri plana itilmiş, sayıları çok az olan bir kısım sanatçı-programcı yıllarca ekranlarda tutularak, dilimiz, aile yapımız, ahlak kurallarımız alt üst edilmiş, çapkınlık sıralamaları yapılarak, 14 güzelle beraber olmuş erkek ve 13 erkekle beraber olmuş manken öyküleri yayınlanmıştır.
Bu kapsamda, televole-paparazzi programları, pembe diziler, gelinim olur musun, gözetleniyoruz, popstar, dans yarışmalarıyla, gençler, işlerini, okullarını ve mesleklerini bıraktırarak İstanbul yollarına düşürülürken, vatan denilen neticede bir toprak, bayrak ise bir bez parçası, Kıbrıs hiçbir yönden önemi olmayan bir ada diye nutuklar attırılmıştır. Annan planı, Rumlar için kazançlar, Türkler için kayıplar içerdiği halde, Rumlar HAYIR, Türkler EVET dedi. Ancak, Rumlar AB üyesi yapılırken, Avrupa ve Avro hayali kuran Türklere verilen sözler tutulmadı ve yüz üstü bırakıldılar.
Türkiye’nin AB üyelik serüveni hüsranla bitti. AB devletleri bizi oyaladı, avuttu, uyuttu ve unuttu. Bunları gizli değil açıkca yaptılar. Ankara da görev yapan AB temsilcisi Karen FOX, Avrupa’ya ilgililere gönderdiği maillerde, Türklerin nasıl kandırılacağını, nasıl uyutulacağını anlatıyordu ve “ önce oyalayalım, sonra uyuturuz ve unuturuz “ diyordu. Bu mailler ele geçince ona kızacağımız yerde, enteller ve AB yardakçıları, “haberleşme özgürlüğü ihlal edildi ve Karen FOX’a ayıp oldu” diye kıyameti kopardılar. Sonuçta, AB işleri geri plana çekilmiş durumdadır..
Ünlü gazeteci-yazar (liboş) takımı köşesinde “ Lozan’ı, sanki 1920’li yıllardaki dünyanın koşulları hala varmış gibi davranarak koruyamazsınız “ diye yazarak yeni bir sözde açılım yaptı. Buna karşı çıkan yazar da “ Lozan’dan vazgeçelim derken, yerine neyi koyacağımızı da söylemelidir. Sevr’i mi koyacağız ? “ diye sormuşlardır.
Türkiye, kendi sorunu olan PKK terörü ve Kuzey Irak meselesinin çözümünü ABD’ye bırakarak, Beyrut/Arap-İsrail savaşında arabuluculuğa soyundu. Asker gönderdi, ziyaretler yapıldı. Ziyaret sırasında Türk heyetine “ defol” protestosu yapanlar içinde Ermeni asıllı Lübnan Milletvekili, hatta bakanı olduğu basında gizlendi. Bunlara rağmen, Lübnan, Kıbrıs Rumları ile Türkiye aleyhine anlaşmalar içinde yer almış olması tam bir fiyasko ve “ yanlış ata oynama ” olarak yorumlanmıştır. Sürgünde yaşayan ve terörist listelerinde olan Hamas liderlerini Ankara’ya çağırmak, görüşmek de bir çelişkiler yumağıdır. Bu olaylar, ABD ve İsrail ile AB ülkelerinde şaşkınlık ve kırgınlık yaratmıştır.
TÜSİAD, güncelleştirerek yayınladığı demokrasimize yeni açılımlar raporundaki hususlarla tartışmaları sertleştirdi. Bu rapora, sadece bir parti lideri (MHP Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ ) karşı açıklama yaparak “ TÜSİAD raporu ile PKK siyasallaşma sürecine destek vermektedir. Tavsiyemiz, TÜSİAD yeni bir parti kurarak Milletin karşısına çıkması “ demiştir. Bazı konuşmacı, rapordaki “ Türkçe dersleri yanından yerel diller de seçmelik ders olarak okutulmalı” maddesinden söz etmiştir. Halbuki, kitap şeklindeki rapor incelendiğinde, “ milletvekili yeminindeki, Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağıma, Büyük Türk Milleti önünde “ ibarelerinin yeminden çıkarılması, siyasi partiler kanundaki “ siyasi partiler Atatürk ilkelerine uygun faaliyet gösterirler” ibaresinin çıkartılması, kanunlardaki “ ticari sırlar ve devlet sırları soruşturma kapsamları dışındadır “ ifadesinden “ devlet sırlarının “ kanunlardan çıkarılması, Anayasa’da yer alan ve dil, Millet, Atatürk ve eğitim gibi bazı değerlere ait maddelerin iptal edilmesi veya yumuşatılarak değerlendirilmesi, askeri mahkemeler ve AYİM’in kaldırılması ve Atatürk İlke ve Devrimleri dersinin yüksek öğretim programlarından çıkarılması” gibi bir çok konuda değişiklik teklif edilmektedir.
Milletvekili Esat CANAN, ABD Büyükelçiliğinde yaptığı görüşmelerde “ Güneydoğuda bizim de şehitlerimiz var, Türkiye Kuzey Irak’a askeri operasyon yapması yerine Kuzey Irak Yönetimi Başkanı Sayın Barzani ile görüşmelere başlamalıdır “ diye açıklamalarda bulunuyor. Bu kişi, Şemdinli tuzağının ilk aşamasından itibaren olayların kışkırtıcısı ve tertipçisi olup, son duruşmada, sanık Astsubaylar 36 yıl hapis alınca, mahkeme çıkışında açıklama yaparak “ bu mahkumiyet diğer askeri personele ders olur “ demiştir. Bu kişi, Şemdinli’de görevlilerin aracından silahları, özel görev defteri ve dokümanları alarak Ankara’da teşhir etmişti. Hatta, savcının olay yerinde inceleme yaparken, panzerlerden üzerlerine otomatik silahlarla ateş açıldığını bile söylemiştir.
Devletimizin en üst makamında görev yapanlar, bilinene beyanlarında “ Türkiye’de 29 tane alt kimlik vardır. Türklük de bunlardan birisidir “ sözlerine yer verdi. İktidar milletvekillerinden biri “ devrim ya kırmızı olur, ya yeşil olur, benim gönlüm yeşilden yana “ diyerek gündem oluşturdu. Şemdinli ayaklanmasında, şehirdeki devlet görevlileri odalarına çekilip, polisler hastaneye sığınırken, şehir, günlerce örgüt liderleri tarafından yönetilip, kimliklerini reddeden, bölücü slogan ve pankartlar ekranlara yansırken, hükümet yetkilileri bu olayları “ şık olmamıştır “ sözleriyle geçiştirdiler.
Türkiye’nin en öncelikli sorunları olan, Kuzey Irak gelişmeleri, Kerkük sorunu ve PKK sorunu gibi problemlerin çözümü ve Ermeni Soykırım Yasa teklifinin yasalaşmasını önlemek için, Dışişleri Bakanımız 6-7 Şubat 2007 tarihlerinde ABD ziyaretini gerçekleştirdi. Ziyaretin başlayacağı gün ABD televizyonlarında, yıllar önce bedeli ödenmiş olan Gece Yarısı Ekspresi filmi gösterilmeye başlanıyor. Dışişleri Bakanımız tüm çabalara rağmen, Temsilciler Meclisi Başkanı, Senato Çoğunluk Lideri ve Dışişleri Komisyonu Başkanı ile görüşemiyor. Bakanımız yaptığı açıklamada “ ABD yetkililerini PKK konusunda kararlı görmediğimi söyleyemem… “ gibi anlaşılmaz cümleler kullanıyor. Bu açıklamanın arkasından, başka bir ABD yetkilisi “ Kuzey Irak, PKK ve Kerkük konuları için Irak yetkilileri ile temas kurulması gerekir “ diye açıklama yapıyor.
Yazar Fatih ALTAYLI’ya konuk olan eski MİT’ci Prof. Mahir KAYNAK yaptığı açıklamalarda “ ABD ve Batlı devletler, Ortadoğu sınırlarını tekrar çizmeye karar verdiler. Bu karar siyasi bir karardır. Türkiye bu oluşumların dışında kalamaz. Türkiye bu süreçten bölünerek, küçülerek, fakat güçlenerek çıkacaktır. Umutsuz değilim “ cümlelerine yer vererek, her zaman ve her konuda olduğu gibi, anlaşılamaz ve açıklanamaz sözler sarf etmiştir. Bu sırada konuşma yapan konuk Prof. de “ Kerkük ve Musul’u gözden çıkaran Türkiye, Diyarbakır’ı kaybeder ” demiştir. Diyarbakır Belediye Başkanının Eyalet valisi tavırları, Kürtçe ve bölücü siteler, Yurt dışı gezileri ve Kuzey Irak liderleriyle ilişkileri de ayrı bir önemli konular halindedir.
BOP projesi kapsamında “ Ortadoğu da sınırlar yeniden çizilecek ve Türkiye’ye önemli roller verilecek” söylemleri esmeye başladı. Ilımlı İslam Modeli yönetim tanımları yapılıyor ve Türkiye’nin Halifelik kurumu bir yapının lideri olması gerektiği bilgileri yayılıyor. Bu gelişmeler olurken, öncelikle, Cumhuriyetin bekçisi olan kurumlara savaş açıldı, Atatürk ilkelerini terk etmemiz, heykel ve resimlerini kaldırmamız tavsiye edildi. Bu sırada, KKK.lığı ambleminden Atatürk figürü çıkarıldı. Cemaatler, tarikatlar, dervişler meşhur edildi. Gözcü gazetesi yazarı Kurtul ALTUĞ’un köşesinde “ bu Ülkeyi çökertmek için ne yapılması gerekiyorsa eksiksiz yapıldı, kutsal olan hangi değer varsa kötü ilan edilerek, aydınların ve AB tarafından yönlendirilen bir kısım basın eliyle, vatanseverliğin pek de önemli olmadığı anlatılarak, küreselleşmenin ve AB üyeliğinin sunacağı cennetin anahtarları piyasaya sürüldü “ diye yazdığı gibi, Türk Bayrağının yırtılması, yakılması ve yerlerde çiğnenmesi gibi olaylara tepkisiz kalınması durumunu “ halkın sağduyulu, sabırlı, batı yanlısı tutumu, davranışı “ olarak nitelendirdiler.
Bu günlerde, güncel olan, Sözde Ermeni Soykırımı sorunu en önemli problemler arasındadır. Asırlarca, Osmanlı idaresinde “ ayrıcalıklı azınlık “ olarak korunup, kollanan ve Sadık Millet olarak da nitelenen Ermeniler, Fransız ve Rus orduları ile birlik olup, kendi devletinin ordularıyla savaşmakla kalmamışlar, cephe gerisinde isyanlar çıkararak şehirleri, köyleri tahrip etmişler, Müslümanları öldürmüşlerdir. Bu ihanetlerle ilgili belgeleri yayınlamıştım. Bir çok batılı yazar gibi, ABD Tarih Profesörü Justin McCarty’de belgelere dayandırdığı araştırma sonuçlarını açıklarken “ Türkler, Hristayanları katletmedi, aksine Hristiyanlar Türkleri katletti. 1821 Yunan ayaklanmasında yakalanan her Türk öldürüldü, Bulgaristan’da, 1876 ayaklanmasında Türkler kitleler halinde katledildi. Bu ayaklanmalar etkisiyle Arnavutluk ve Romanya’da da Türkler katledildi. Anadolu’da, Yunanlılar bozguna uğrayınca, İzmir’e kadar her yeri yıktılar ve bir milyon kadar Müslümanı öldürdüler. 19. Yüzyılda Doğu Anadolu’da Müslüman nüfustan yüzde 9’u Ermenilerce öldürüldü. 19. ve 20. yüzyıl başlarında, Balkanlar, Kafkaslar ve Anadolu da 5 milyon Türk öldürülmüş, o kadarı da sürgüne uğramıştır. Atatürk, sadece ülkeyi değil, Türk neslini de kurtarmıştır.” diyen tespitleri ve daha nice lehimize eser varken, konuyu sahipsiz bırakmış olduğumuzdan, bu noktaya gelinmiştir. Ermeni ihanetleri sırasında İstanbul da görev yapan İngiliz Yüzbaşı Norman tarafından yazılmış olan “ Ermenilerin Maskesi Düşecek” isimli kitaptan önceki yazılarımda bahsetmiştim.
Hrant Dink cinayeti bahane edilerek “ katil devlet “ sloganları ve herkesi Ermeni ilan edip, Milli değerleri aşağılama ve Milliyetçiliği dışlama kampanyaları sürmektedir. Cenazede, Türk Bayrağı taşınmaması gündeme gelince, kimse teklif etmedi diyenlerin yalanı “ törene Türk Bayraklarıyla katılanların alandan kovuldukları “ ortaya çıkınca tertipler ve amaçlar ortaya çıkmaya başladı. Kürsüye çıkan Nobel adayı yazarımız ise “ gerillanın adini terörist koyduk “ diyerek yeni bir sözde acilim yaptı ve alkış aldı. Ermenileri kestik diyerek Nobel alan yazar ile, “ çocuklar piç kaldı “ diyerek Italya ödülünü alan yazar Elif, ödül almayı amaçlayan yazar Taner Akçam da yeni iddialarla katildi.
Yıllardır seferber olduğumuz AB üyeliği projemiz başarısızlıkla sonuçlandı. Balkanlar ve Kafkaslarda, Türki devletlerde ismi geçmez iken, Kerkük konusunda yapılan açıklamalara Barzani’nin “Türkiye’nin Kerkük konusundaki ve Kuzey Irak açıklamalarını ciddiye almıyoruz, önemsemiyoruz, bir saldırı gelirse şiddetle cevap veririz” açıklamasıyla yeni bir boyuta girmiş oldu. Güney Kıbrıs Rumlarının, Lübnan, İsrail, Mısır, Rusya dahil bir çok ülke ile Türkiye aleyhine petrol anlaşmaları yapması, Kıbrıs Türklerinin kaderine terk edilmesi de birlikte düşünüldüğünde, sonuç, tam bir kayıplar silsilesiydi. Ülke içindeki ekonomik, kültürel ve sosyal problemler, etnik ve kimlik tartışmaları, sağlık, eğitim ve çevre sorunları yaşanırken, çözülmemiş tek sorun Ege sorunları kaldı. Bu arada da Ege uçuşları durdurularak Yunan lehine gelişmeye sebep olundu.
Bu tespitlere bakılınca, Cumhuriyet kurulduğundan beri ve sonrasında takip edilen tüm Milli konular ve dış politika sorunlarının bizim açımızdan sıfır kazançla sona ermiş olduğunu görmek çok acı. Kerkük konusu her şeyden önemli dedik..Muhataplar hiç ciddiye almadı.. Şimdi ne yapacağız ? Önceki Gnkur Bşk. ÖZKÖK Paşanın dediği gibi “ ne yani Kuzey Irak’da ABD ile mi savaşacağız. “ diye mi düşüneceğiz. Geçmişte, “Türk Devleti ve Türk Milleti güçlüdür. Türk Milletinin içindeki cevher bitmez” diyen Atalarımızın haklı olmalarını diliyoruz..
Gecen günlerde, terör koordinatörü, açıklamasında, “ gerekirse Kuzey Irak yetkilileriyle görüşebilirim ” dediğinde şaşırmıştık, Genkur Bşk., ABD’den “ Barzanilerle bu hasmana söylemleri varken görüşülmez “ açıklamasını duyunca da şaşırdık.. Sanki bunlar barışçı konuşsa iliksi kurulacak mi? derken, bir gün gazetelerde hükümet yetkilisinin “ barış getirecekse Kuzey Irak yetkilileriyle görüşmeye hazır olunduğunu “ açıklamasıyla her şey ortaya çıkmış oldu. Türk Milleti ve Hükümeti, bir hafta önce rest çektiği ve “Kerkük konusu, AB üyeliğinden de önemli “ dediği ve bunun karşısında, Barzani’nin “ Türk hükümetinin Kerkük ile ilgili açıklamalarını önemsemiyoruz., ciddiye almıyoruz “ seklindeki alaylı açıklamasından hemen sonra yapılan bu barış atağı, Türk Devletinin ne hale düşürüldüğünü göstermesi bakımından önemlidir.
Bu vahim durum, Doç. Dr. Yasar HACISALIHOGLU (İst. Üniversitesi ) tarafından “ 2007 yılı içinde yapılacak olan 2 secim, Türkiye için “ VAR OLMA /YOK OLMA” tercihini ortaya koyacaktır” cümleleri ile ifade edilmiştir. Ayni programa katılan uzmanlar, Gnkur. Bşk.nı tarafından, ABD ziyaretinde yapılan açıklamalarda, “ Kuzey Irak Kurt liderlerinin hasım açıklamalar yaptığı, bu durumda onlarla görüşme yapılamayacağı “ seklindeki ifadesini ele alan bazı güdümlü basının köşe yazarlarının, bu ifadeleri “ vahim iddialar “ cümleleriyle açıklamalarının Türkiye için çok vahim bir durum olduğunu belirtmişlerdir. Devletimizin Gnkur. Bsk. Belge ve resimlere dayalı kesin açıklamasını “ iddialar “ tanımı ile kuşkulu durumlarmış gibi göstermeye çalışmasının bizzat hainlik olduğu da ifade edilmiştir. Ayni köşe yazarları, yazılarında “ ABD ilişki kuruyor, Türkiye niye ilişki kurmasın” gibi ifadelere yer vererek, yöneticilere yol göstermeye çalışıyorlar. Kuzey Irak ve PKK problemi bağlamında, Türkiye ile ABD’yi ayni düzlemde ve ayni eylemlerde görmek istemek ne anlama gelir.
Bu konuda yaşanmış olan Son gelişmeler şöyle özetlenebilir ;
1. Diyarbakır DTP il başkanı beklenmedik bir açıklama yaparak ve Türk Devletini kastederek “ Kerkük’e bir harekat düzenlenirse, bu harekatı Diyarbakır’a yapılmış sayarız” dedi. Herkesi şok eden bu açıklama, Diyarbakır için başka bir ülke topraklarında olan şehir ve bu şehir Kerkük ile fikren/fiilen birleşmiş, izlenimini verdi. Yakın bir geçmişte, bir bilim adamının “ Kerkük’ü veren Türkiye, Diyarbakır’ı kaybeder “ sözünün haklılığını işaret eder gibiydi.
2. Dışişleri Bakanının “ herkesle görüşürüz “ açıklamasını, Gnkur Bşk.nın ABD’den yaptığı “ Barzani hasmane konuşuyor. Bu haliyle ben görüşmem. Kim görüşürse görüşsün” açıklamasından sonra, Başbakanımızın “ bölgeye barış getirecekse tabi ki görüşürüz “ açıklaması geldi.
3. Dışişleri Bakanımız “ asker silahıyla konuşur, politika bizim işimiz” dedikten sonra, Başbakanımız “ Gnkur Bşk.nının açıklaması kişisel görüşüdür” dedi ve hemen Gnkur Bşk. lığı “ Büyükanıt’ın görüşü Ordu’nun görüşüdür “ karşı açıklamasını yaptı.
4. DTP Ankara’da, Bayraksız ve İstiklal Marşsız kongre yaparken, ABD Dışişleri Bakanı açıklamasında Kuzey Iraktan “ Kürdistan “ diye bahsetti. Aynı gün, Eski Genkur. Bşk. ve Cumhurbaşkanı Evren “Kurdistan tanınmalı, Türkiye eyalet sistemine geçmeli, Zana ile görüşürüm, Kerkük unutulmalı “ gibi inanılmaz açıklamalar yaptı. Aynı gün, bu sözler, DTP kongresinde alkışlandı.
5. Sayın Demire ise, Evren’in sözleri için “ bir cumhurbaşkanının söyledikleri memleketin bölünmesi olarak anlaşılır “ açıklamasını yaptı. Evren’in açıklaması için “ yaşlı ve ne söylediğini bilmiyor. Geçmişte Kürt sözünün kullanılmasını bile yasaklamıştı. Şuuru yerinde ve mantıklı ve düzenli cümlelerle ileri seviyede açıklamalar yapıyor. Ne söylediğinin farkında. Söyleyene değil söyletene bakın. Bu sözleri ABD söyletiyor ve hükümetin ve diğer sözcülerin elini güçlendiriyor” gibi değerlendirmeler yapıldı. Bu sözlerin, Vatanseverleri çok üzdüğü, aksine hainleri ve bölücüleri sevindirdiği muhakkak.
6. TÜSİAD temsilcisi Mustafa KOÇ da “ Türkiye ateş çemberinde “ açıklamasını yaptı. Aynı gün (02 Mart 2007) DTP Eş Başkanı olan bayan “ … Öcalan’a saldırı varsa, sonuçları hiç kimsenin hesap edemeyeceği kadar ağır olur” açıklamasını yaparak devleti tehdit etti..
Yıllarca, Devletimize ve Milletimize yönelik tehditleri ve saldırıları tezgahlayan ve yöneten ülkelerin adını telaffuz bile edemeden, sadece “ komşu bir ülke “ diye isimlendiren devletimizin, bu MİT duyurusundan sonra, ülkemize yönelik tertip ve tehditlere karşı nasıl bir hitap şekli bulacağını görmek istiyoruz. Ulus Devlet tehlikede mi ? Türk Devleti gerçekten DAĞITILDI MI?.... Devleti ele geçirmek için son bir hamle yapıldığı ve alternatif bayramlar organize edildiği Ülkemizde, Cumhurbaşkanı seçimi ve eken seçim kararı alınması süreçlerinde yaşanmış olan çeliklileri de gözeterek, yukarıdaki tespitlere kendi tespitlerinizi de ekleyin ve karar vermeye çalışın…
Son olarak, Devletin en üst kademesinde bulunan Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere bir çok vatansever tarafından defalarca dile getirilen “ Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde görülmemiş derecede ağır bir tehlike ve tehdit altındadır “ sözünü hatırlatalım.
7. BİR GELİŞME : Şemdinli ayaklanması sırasında havadan tesadüfen geçen Türk F-16 savaş uçakları için “ şık olmamıştır “ açıklaması yapan başbakandan sonra, 27 Mayıs 2007 günü aynı bölgede topraklarımıza girerek hava sahamızı ihlal eden ABD F-16 Uçakları için Dışişleri Bakanı “ rutin olaylar “ diyerek yeni bir tarihi çelişkiye imza atmış ve Vatan, Millet, Devlet, Bağımsızlık, Hakimiyet, Hükümranlık gibi kutsal kavramlar hakkında ne kadar duyarsız veya bilgisiz olduklarını ortaya koymuştur.
Genelkurmay Başkanlığı son duyurusu ise ;
Gnkur. Bşk.lığı tarafından, 08.06.2007 günü, gece yarısı saat.00.20 de internet sayfasından yayınlanan duyuruda, kapsamı ve vurguları itibariyle son ikaz sayılabilecek konulara yer almıştır. Özetle;
1. Duyuruda “ Terör Örgütünü paravan olarak kullananların, bu terör olaylarının gerçek yüzünü görmesi zamanı gelmiştir” denmiştir.. (Bu cümle ile, demokrasi ve insan hakları-düşünce özgürlüğü, kavram ve söylemlerine sığınarak, teröre karşı çıkmayan, sempati duyan ve yardım edenler uyarılmaktadır.)
2. Diğer taraftan “ Ulusumuzun bu tehlikeli yaklaşımları fark etmek zorunluluğu vardır ve olmalıdır” denmiştir. (Bu uyarı, tehlikeli gelişmelere ve saldırılara, duyarsız, ilgisiz ve bilgisiz olanlaradır)
3. Diğer taraftan “ Üniter devlet (tek devlet ) yapımızı, çağ dışı olarak nitelendirenlerle karşı karşıyayız” denmiştir. ( Bu söz, federasyon veya sınırlı özgürlük verilmeli diyen hainleredir..)
4. Son uyarı “ Yüce Türk Milleti, teröre karşı kitlesel karşı koyma refleksini göstermelidir” şeklindedir. (Bu uyarıyla, terör karşısında tepkisiz kalınması hususu dile getirilmiştir. Ayrıca, bazı uzman ve bilim adamı bu uyarının, 1961 Anayasası giriş bölümünde yer alan “ Anayasa, halkın direnme gücünün sonucudur ve Anayasa, halkın uyanık bekçiliğine emanet edilmiştir “ ifadelerine benzediği dile getirmiştir.)
Sayın Gnkur. Bşk.’nı ikaz ve uyarılarına, ABD gezisinde başlamış, 12 Nisan 2007 günlü ve Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci dahil gerekli açıklamaları yapmış olup, Vatanımızın, Cumhuriyetimizin ve Milletimizin karşı karşıya olduğu, tarihinde görülmemiş derecede büyük tehlikenin boyutlarını, hedeflerini, aktörlerini ve yandaşlarını işaret etmiştir. Bu son açıklama, adeta “son pişmanlık fayda etmez” anlamında, Milleti son uyarış gibi gözükmektedir. Hükümet yetkilileri ve bir çok yetkili kurum ve yöneticilerinin bu tehlikeler ve yapılan mücadele konularında “ tribün seyircisi gibi oturdukları, hatta, tribünde maçı bile seyretmeden gazete okudukları” uzmanların açıklamaları arasındadır.
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, henüz Milli Mücadele başında, 19 Mayıs 1919 günü, Havza’da halka hitabında, “ sessiz, durgun ve başı eğik kalmayın, uyanınız, Milli bağımsızlığımızı çiğniyorlar, haklarınızı savunmak için birleşiniz.. Düşman karşısına dikiliniz.. Toplantılar yapınız..Sesinizi duyurunuz.. Bütün dünyaya “ Ben Türk’üm, bağımsızlık bana Atalarımdan miras kaldı. O’nu sana veremem “ diye haykırınız “ demiştir.
Bu gün, Sayın Genkur. Bşk.lığının yayınladığı duyuru ile Atatürk tarafından 88 yıl önce yapılmış olan konuşmayı yan yana koyarak birlikte değerlendirelim. Benzer hususlar var mı ? Ulus Devlet gerçekten tehlikede mi? Aslında, bu soruları sormanın ve bunlarla zaman harcamanın zamanı değildir. Çünkü, bu gün tehlike vardır, yakındır, organizedir ve büyüktür.
Bu terör mücadelesi verilirken, bazı satılmış medya, karakol baskını hakkında bilgi alırken “ kaç ölü var, 7 mi, 8 mi? “ diye konuşuyor ve “ şehit” diyemiyor. Diğer bir kanala çıkan bayan “ Türk askeri Kuzey Irak’a girerse, şehitlerini sayamaz” diye konuşuyor. İlaveten, “ Barzani’ye kabile reisi demek Güney Doğu halkını rencide eder” diyebiliyor. Barzani Türk vatandaşı mı ?, Güney Doğu bölgesi Irak sınırlarında mı?
Bölücü PKK terörünün 3 şehre, aynı anda ve planlı olarak başlattığı saldırı ile 1984 yılında başlatıldığı günden buyana geçen 23 yıl içinde, son şehitleri de sayarsak, şehit olan Askeri personel ( Subay, Astsubay, Uzman, Er ve Erbaş olarak ) sayısı 4571 kişidir.. Bu sırada, 476 polis, 1389 köy korucusu ve çok sayıda devler memuru ve vatandaş da şehit edilmiştir.) Kore Harbinde 650 ve Kıbrıs Savaşında 450 civarında şehit verdiğimizi düşünürsek mücadelenin ve kayıpların boyutunu daha iyi anlarız.
Bu kritik ve endişeli ortamda, yeni umutlar ve mutluluk beklentileriyle yeni bir seçime gidiyoruz. Demokrasi ve Millet iradesi söylemleriyle meydanlar heyecanlaşacak. Fakat, Millet vekili adaylarını tüm partilerde tek başına liderin veya birkaç kişinin tespit ettiğini (diğer bir deyişle, ATADIĞINI ) düşünürsek içinde bulunduğumuz ortamın nasıl bir demokrasi olduğunu da anlayabiliriz. Bazı düşünürler ve siyaset bilimci bu durumu demokrasi dışına kayış olarak niteliyor.
Sonuçta,, “ Vatanının bölünmezliği, Devletin varlığı ve Milletin birliği aleyhine faaliyet gösterenler haindirler “ diyerek satırlarımıza son veriyoruz…
Av. Naci SÖZEN / 08 Haziran 2007 –ANKARA
MİT Müsteşarı, açıklamasında, özetle, “ bulunduğumuz dönemde bir çok ulus devlet ve millet hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybedecektir. Yaşadığımız süreçte, uluslar arası siyasetin başrol oyuncuları ve figüranları yeniden belirleniyor. Türkiye, kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma, yada – bekle- gör-tavır al- taktiğiyle sınırlama lüksüne sahip değildir. Ulusal Güvenliğe ve Ulus Devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmeli, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörebilmeliyiz.” şeklindeki önemli ifadeler yer almıştır.
Bu duyuru, kamu oyunda geniş bir yankı buldu. Her seviyede kişiler ve kurumlar görüşlerini açıkladılar, köşe yazarları ve televizyonlar uzman konuklarla duyurunun ne anlama geldiğini, kime veya kimlere hitap ettiğini okumaya ve anlamaya çalıştılar. Yaygın görüş, bu duyurunun, tüm vatandaşlara ve devlete yönelik bir ikaz olduğu, kişileri, bürokratları, askerleri, yazarları, medyayı, basını, sanatçıları, tüm kurum ve kuruluşları, Meclisi, hükümeti, bu gün yaşanan ve gelecekte yaşanması muhtemel olan bazı tehlikeler konusunda uyarmak veya bilgilendirmek istediği şeklindeydi. Bazı uzmanların görüşüne göre,, MİT, bu duyurusuyla bir durum tespiti yapmış ve tehlikeyi kamu oyuyla paylaşmak istemiş, hatta, geleceğe dönük olarak, tehlikelerden söz ederek, gelecekte doğabilecek sorumluluklardan kurtulmayı hedeflemişti.
Tam bu ortamda, KanalTürk televizyonunda, “ Gerçekler “ adlı programa katılan Vatan Gazetesi köşe yazarı Mine Kırıkkanat, MİT duyurusunun herkese hitap etmiş olmasıyla birlikte, devletin maruz kaldığı ve gelecekte de maruz kalacağını düşündüğü tehlikeler konusunda, yine Devlete yöneltildiği, dolayısıyla da devleti yönetmekte olan Hükümet’e hitap ettiğini söyledi. Konuşmasına devamla, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının, Bakanlıklar dahil, önce birbirine düşman edildiklerini, sonra içlerinin boşaltıldığını da anlattıktan sonra, “ fakat, bu duyurunun Hükümete hitap etmesinin bir faydası olamaz, çünkü TÜRK DEVLETİ DAĞITILMIŞTIR “ diyerek konuşmasını sürdürdü.
MİT duyurusu doğrultusunda, Ulus Devlet gerçekten tehlike altında mıdır ? Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerçekten dağıtılmış mıdır ? sorularına cevap bulabilmek veya konuyu etraflıca tahlil edebilmek için, biraz gerilerden başlayarak bazı tespitler yapmak ve bazı yaşanmış gerçekleri alt alta sıralamak zorundayız. Şöyle ki ;
Bazı yorumcuya göre, yakın geçmişte, Sayın Emre TANER, MIT’in tepesindeki 3 kişiden biri iken yapılan açıklamalarda, “ Kuzey Irak gelişmeleri ve Kürt oluşumu bir realitedir. Türkiye, Kuzey Irak Kürt devleti konusuna kendisini hazırlamalı ve içine sindirmelidir” şeklinde açıklamalar yaparken, ne oldu da, şimdi, böyle bir açıklamaya gerek duyuldu. Bu duyurunun Sayın Başbakan tarafından yapılan “ Kerkük konusu, AB üyeliğinden bile önemlidir “ açıklamasından hemen sonra yapılmış olmasının bir anlamı var mıdır? diye soranlarda vardır.
Ülkemizde, son 15 yıldan beri, batılı devletler ve kurumlarla, onların yerli işbirlikçileri tarafından sahneye konulan oyunla, Milli değerlerimiz, toplum ve aile yapımız, yaşantımız, tercihlerimiz, ahlaki ve dini duygularımız, Atatürk ilkeleri, bayrak, vatan ve bağımsızlığımız konularında, insanlarımızda düşünsel çelişkiler doğurma ve aksi yönlerde tutum değişiklikleri yaratma gayretine girişilmiştir.
Türk müziği icra eden,ve Türk dilini kullanan, örf ve adetlerimize göre yaşantı süren, tüm sanatçı, sunucu, programcılar geri plana itilmiş, sayıları çok az olan bir kısım sanatçı-programcı yıllarca ekranlarda tutularak, dilimiz, aile yapımız, ahlak kurallarımız alt üst edilmiş, çapkınlık sıralamaları yapılarak, 14 güzelle beraber olmuş erkek ve 13 erkekle beraber olmuş manken öyküleri yayınlanmıştır.
Bu kapsamda, televole-paparazzi programları, pembe diziler, gelinim olur musun, gözetleniyoruz, popstar, dans yarışmalarıyla, gençler, işlerini, okullarını ve mesleklerini bıraktırarak İstanbul yollarına düşürülürken, vatan denilen neticede bir toprak, bayrak ise bir bez parçası, Kıbrıs hiçbir yönden önemi olmayan bir ada diye nutuklar attırılmıştır. Annan planı, Rumlar için kazançlar, Türkler için kayıplar içerdiği halde, Rumlar HAYIR, Türkler EVET dedi. Ancak, Rumlar AB üyesi yapılırken, Avrupa ve Avro hayali kuran Türklere verilen sözler tutulmadı ve yüz üstü bırakıldılar.
Türkiye’nin AB üyelik serüveni hüsranla bitti. AB devletleri bizi oyaladı, avuttu, uyuttu ve unuttu. Bunları gizli değil açıkca yaptılar. Ankara da görev yapan AB temsilcisi Karen FOX, Avrupa’ya ilgililere gönderdiği maillerde, Türklerin nasıl kandırılacağını, nasıl uyutulacağını anlatıyordu ve “ önce oyalayalım, sonra uyuturuz ve unuturuz “ diyordu. Bu mailler ele geçince ona kızacağımız yerde, enteller ve AB yardakçıları, “haberleşme özgürlüğü ihlal edildi ve Karen FOX’a ayıp oldu” diye kıyameti kopardılar. Sonuçta, AB işleri geri plana çekilmiş durumdadır..
Ünlü gazeteci-yazar (liboş) takımı köşesinde “ Lozan’ı, sanki 1920’li yıllardaki dünyanın koşulları hala varmış gibi davranarak koruyamazsınız “ diye yazarak yeni bir sözde açılım yaptı. Buna karşı çıkan yazar da “ Lozan’dan vazgeçelim derken, yerine neyi koyacağımızı da söylemelidir. Sevr’i mi koyacağız ? “ diye sormuşlardır.
Türkiye, kendi sorunu olan PKK terörü ve Kuzey Irak meselesinin çözümünü ABD’ye bırakarak, Beyrut/Arap-İsrail savaşında arabuluculuğa soyundu. Asker gönderdi, ziyaretler yapıldı. Ziyaret sırasında Türk heyetine “ defol” protestosu yapanlar içinde Ermeni asıllı Lübnan Milletvekili, hatta bakanı olduğu basında gizlendi. Bunlara rağmen, Lübnan, Kıbrıs Rumları ile Türkiye aleyhine anlaşmalar içinde yer almış olması tam bir fiyasko ve “ yanlış ata oynama ” olarak yorumlanmıştır. Sürgünde yaşayan ve terörist listelerinde olan Hamas liderlerini Ankara’ya çağırmak, görüşmek de bir çelişkiler yumağıdır. Bu olaylar, ABD ve İsrail ile AB ülkelerinde şaşkınlık ve kırgınlık yaratmıştır.
TÜSİAD, güncelleştirerek yayınladığı demokrasimize yeni açılımlar raporundaki hususlarla tartışmaları sertleştirdi. Bu rapora, sadece bir parti lideri (MHP Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ ) karşı açıklama yaparak “ TÜSİAD raporu ile PKK siyasallaşma sürecine destek vermektedir. Tavsiyemiz, TÜSİAD yeni bir parti kurarak Milletin karşısına çıkması “ demiştir. Bazı konuşmacı, rapordaki “ Türkçe dersleri yanından yerel diller de seçmelik ders olarak okutulmalı” maddesinden söz etmiştir. Halbuki, kitap şeklindeki rapor incelendiğinde, “ milletvekili yeminindeki, Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağıma, Büyük Türk Milleti önünde “ ibarelerinin yeminden çıkarılması, siyasi partiler kanundaki “ siyasi partiler Atatürk ilkelerine uygun faaliyet gösterirler” ibaresinin çıkartılması, kanunlardaki “ ticari sırlar ve devlet sırları soruşturma kapsamları dışındadır “ ifadesinden “ devlet sırlarının “ kanunlardan çıkarılması, Anayasa’da yer alan ve dil, Millet, Atatürk ve eğitim gibi bazı değerlere ait maddelerin iptal edilmesi veya yumuşatılarak değerlendirilmesi, askeri mahkemeler ve AYİM’in kaldırılması ve Atatürk İlke ve Devrimleri dersinin yüksek öğretim programlarından çıkarılması” gibi bir çok konuda değişiklik teklif edilmektedir.
Milletvekili Esat CANAN, ABD Büyükelçiliğinde yaptığı görüşmelerde “ Güneydoğuda bizim de şehitlerimiz var, Türkiye Kuzey Irak’a askeri operasyon yapması yerine Kuzey Irak Yönetimi Başkanı Sayın Barzani ile görüşmelere başlamalıdır “ diye açıklamalarda bulunuyor. Bu kişi, Şemdinli tuzağının ilk aşamasından itibaren olayların kışkırtıcısı ve tertipçisi olup, son duruşmada, sanık Astsubaylar 36 yıl hapis alınca, mahkeme çıkışında açıklama yaparak “ bu mahkumiyet diğer askeri personele ders olur “ demiştir. Bu kişi, Şemdinli’de görevlilerin aracından silahları, özel görev defteri ve dokümanları alarak Ankara’da teşhir etmişti. Hatta, savcının olay yerinde inceleme yaparken, panzerlerden üzerlerine otomatik silahlarla ateş açıldığını bile söylemiştir.
Devletimizin en üst makamında görev yapanlar, bilinene beyanlarında “ Türkiye’de 29 tane alt kimlik vardır. Türklük de bunlardan birisidir “ sözlerine yer verdi. İktidar milletvekillerinden biri “ devrim ya kırmızı olur, ya yeşil olur, benim gönlüm yeşilden yana “ diyerek gündem oluşturdu. Şemdinli ayaklanmasında, şehirdeki devlet görevlileri odalarına çekilip, polisler hastaneye sığınırken, şehir, günlerce örgüt liderleri tarafından yönetilip, kimliklerini reddeden, bölücü slogan ve pankartlar ekranlara yansırken, hükümet yetkilileri bu olayları “ şık olmamıştır “ sözleriyle geçiştirdiler.
Türkiye’nin en öncelikli sorunları olan, Kuzey Irak gelişmeleri, Kerkük sorunu ve PKK sorunu gibi problemlerin çözümü ve Ermeni Soykırım Yasa teklifinin yasalaşmasını önlemek için, Dışişleri Bakanımız 6-7 Şubat 2007 tarihlerinde ABD ziyaretini gerçekleştirdi. Ziyaretin başlayacağı gün ABD televizyonlarında, yıllar önce bedeli ödenmiş olan Gece Yarısı Ekspresi filmi gösterilmeye başlanıyor. Dışişleri Bakanımız tüm çabalara rağmen, Temsilciler Meclisi Başkanı, Senato Çoğunluk Lideri ve Dışişleri Komisyonu Başkanı ile görüşemiyor. Bakanımız yaptığı açıklamada “ ABD yetkililerini PKK konusunda kararlı görmediğimi söyleyemem… “ gibi anlaşılmaz cümleler kullanıyor. Bu açıklamanın arkasından, başka bir ABD yetkilisi “ Kuzey Irak, PKK ve Kerkük konuları için Irak yetkilileri ile temas kurulması gerekir “ diye açıklama yapıyor.
Yazar Fatih ALTAYLI’ya konuk olan eski MİT’ci Prof. Mahir KAYNAK yaptığı açıklamalarda “ ABD ve Batlı devletler, Ortadoğu sınırlarını tekrar çizmeye karar verdiler. Bu karar siyasi bir karardır. Türkiye bu oluşumların dışında kalamaz. Türkiye bu süreçten bölünerek, küçülerek, fakat güçlenerek çıkacaktır. Umutsuz değilim “ cümlelerine yer vererek, her zaman ve her konuda olduğu gibi, anlaşılamaz ve açıklanamaz sözler sarf etmiştir. Bu sırada konuşma yapan konuk Prof. de “ Kerkük ve Musul’u gözden çıkaran Türkiye, Diyarbakır’ı kaybeder ” demiştir. Diyarbakır Belediye Başkanının Eyalet valisi tavırları, Kürtçe ve bölücü siteler, Yurt dışı gezileri ve Kuzey Irak liderleriyle ilişkileri de ayrı bir önemli konular halindedir.
BOP projesi kapsamında “ Ortadoğu da sınırlar yeniden çizilecek ve Türkiye’ye önemli roller verilecek” söylemleri esmeye başladı. Ilımlı İslam Modeli yönetim tanımları yapılıyor ve Türkiye’nin Halifelik kurumu bir yapının lideri olması gerektiği bilgileri yayılıyor. Bu gelişmeler olurken, öncelikle, Cumhuriyetin bekçisi olan kurumlara savaş açıldı, Atatürk ilkelerini terk etmemiz, heykel ve resimlerini kaldırmamız tavsiye edildi. Bu sırada, KKK.lığı ambleminden Atatürk figürü çıkarıldı. Cemaatler, tarikatlar, dervişler meşhur edildi. Gözcü gazetesi yazarı Kurtul ALTUĞ’un köşesinde “ bu Ülkeyi çökertmek için ne yapılması gerekiyorsa eksiksiz yapıldı, kutsal olan hangi değer varsa kötü ilan edilerek, aydınların ve AB tarafından yönlendirilen bir kısım basın eliyle, vatanseverliğin pek de önemli olmadığı anlatılarak, küreselleşmenin ve AB üyeliğinin sunacağı cennetin anahtarları piyasaya sürüldü “ diye yazdığı gibi, Türk Bayrağının yırtılması, yakılması ve yerlerde çiğnenmesi gibi olaylara tepkisiz kalınması durumunu “ halkın sağduyulu, sabırlı, batı yanlısı tutumu, davranışı “ olarak nitelendirdiler.
Bu günlerde, güncel olan, Sözde Ermeni Soykırımı sorunu en önemli problemler arasındadır. Asırlarca, Osmanlı idaresinde “ ayrıcalıklı azınlık “ olarak korunup, kollanan ve Sadık Millet olarak da nitelenen Ermeniler, Fransız ve Rus orduları ile birlik olup, kendi devletinin ordularıyla savaşmakla kalmamışlar, cephe gerisinde isyanlar çıkararak şehirleri, köyleri tahrip etmişler, Müslümanları öldürmüşlerdir. Bu ihanetlerle ilgili belgeleri yayınlamıştım. Bir çok batılı yazar gibi, ABD Tarih Profesörü Justin McCarty’de belgelere dayandırdığı araştırma sonuçlarını açıklarken “ Türkler, Hristayanları katletmedi, aksine Hristiyanlar Türkleri katletti. 1821 Yunan ayaklanmasında yakalanan her Türk öldürüldü, Bulgaristan’da, 1876 ayaklanmasında Türkler kitleler halinde katledildi. Bu ayaklanmalar etkisiyle Arnavutluk ve Romanya’da da Türkler katledildi. Anadolu’da, Yunanlılar bozguna uğrayınca, İzmir’e kadar her yeri yıktılar ve bir milyon kadar Müslümanı öldürdüler. 19. Yüzyılda Doğu Anadolu’da Müslüman nüfustan yüzde 9’u Ermenilerce öldürüldü. 19. ve 20. yüzyıl başlarında, Balkanlar, Kafkaslar ve Anadolu da 5 milyon Türk öldürülmüş, o kadarı da sürgüne uğramıştır. Atatürk, sadece ülkeyi değil, Türk neslini de kurtarmıştır.” diyen tespitleri ve daha nice lehimize eser varken, konuyu sahipsiz bırakmış olduğumuzdan, bu noktaya gelinmiştir. Ermeni ihanetleri sırasında İstanbul da görev yapan İngiliz Yüzbaşı Norman tarafından yazılmış olan “ Ermenilerin Maskesi Düşecek” isimli kitaptan önceki yazılarımda bahsetmiştim.
Hrant Dink cinayeti bahane edilerek “ katil devlet “ sloganları ve herkesi Ermeni ilan edip, Milli değerleri aşağılama ve Milliyetçiliği dışlama kampanyaları sürmektedir. Cenazede, Türk Bayrağı taşınmaması gündeme gelince, kimse teklif etmedi diyenlerin yalanı “ törene Türk Bayraklarıyla katılanların alandan kovuldukları “ ortaya çıkınca tertipler ve amaçlar ortaya çıkmaya başladı. Kürsüye çıkan Nobel adayı yazarımız ise “ gerillanın adini terörist koyduk “ diyerek yeni bir sözde acilim yaptı ve alkış aldı. Ermenileri kestik diyerek Nobel alan yazar ile, “ çocuklar piç kaldı “ diyerek Italya ödülünü alan yazar Elif, ödül almayı amaçlayan yazar Taner Akçam da yeni iddialarla katildi.
Yıllardır seferber olduğumuz AB üyeliği projemiz başarısızlıkla sonuçlandı. Balkanlar ve Kafkaslarda, Türki devletlerde ismi geçmez iken, Kerkük konusunda yapılan açıklamalara Barzani’nin “Türkiye’nin Kerkük konusundaki ve Kuzey Irak açıklamalarını ciddiye almıyoruz, önemsemiyoruz, bir saldırı gelirse şiddetle cevap veririz” açıklamasıyla yeni bir boyuta girmiş oldu. Güney Kıbrıs Rumlarının, Lübnan, İsrail, Mısır, Rusya dahil bir çok ülke ile Türkiye aleyhine petrol anlaşmaları yapması, Kıbrıs Türklerinin kaderine terk edilmesi de birlikte düşünüldüğünde, sonuç, tam bir kayıplar silsilesiydi. Ülke içindeki ekonomik, kültürel ve sosyal problemler, etnik ve kimlik tartışmaları, sağlık, eğitim ve çevre sorunları yaşanırken, çözülmemiş tek sorun Ege sorunları kaldı. Bu arada da Ege uçuşları durdurularak Yunan lehine gelişmeye sebep olundu.
Bu tespitlere bakılınca, Cumhuriyet kurulduğundan beri ve sonrasında takip edilen tüm Milli konular ve dış politika sorunlarının bizim açımızdan sıfır kazançla sona ermiş olduğunu görmek çok acı. Kerkük konusu her şeyden önemli dedik..Muhataplar hiç ciddiye almadı.. Şimdi ne yapacağız ? Önceki Gnkur Bşk. ÖZKÖK Paşanın dediği gibi “ ne yani Kuzey Irak’da ABD ile mi savaşacağız. “ diye mi düşüneceğiz. Geçmişte, “Türk Devleti ve Türk Milleti güçlüdür. Türk Milletinin içindeki cevher bitmez” diyen Atalarımızın haklı olmalarını diliyoruz..
Gecen günlerde, terör koordinatörü, açıklamasında, “ gerekirse Kuzey Irak yetkilileriyle görüşebilirim ” dediğinde şaşırmıştık, Genkur Bşk., ABD’den “ Barzanilerle bu hasmana söylemleri varken görüşülmez “ açıklamasını duyunca da şaşırdık.. Sanki bunlar barışçı konuşsa iliksi kurulacak mi? derken, bir gün gazetelerde hükümet yetkilisinin “ barış getirecekse Kuzey Irak yetkilileriyle görüşmeye hazır olunduğunu “ açıklamasıyla her şey ortaya çıkmış oldu. Türk Milleti ve Hükümeti, bir hafta önce rest çektiği ve “Kerkük konusu, AB üyeliğinden de önemli “ dediği ve bunun karşısında, Barzani’nin “ Türk hükümetinin Kerkük ile ilgili açıklamalarını önemsemiyoruz., ciddiye almıyoruz “ seklindeki alaylı açıklamasından hemen sonra yapılan bu barış atağı, Türk Devletinin ne hale düşürüldüğünü göstermesi bakımından önemlidir.
Bu vahim durum, Doç. Dr. Yasar HACISALIHOGLU (İst. Üniversitesi ) tarafından “ 2007 yılı içinde yapılacak olan 2 secim, Türkiye için “ VAR OLMA /YOK OLMA” tercihini ortaya koyacaktır” cümleleri ile ifade edilmiştir. Ayni programa katılan uzmanlar, Gnkur. Bşk.nı tarafından, ABD ziyaretinde yapılan açıklamalarda, “ Kuzey Irak Kurt liderlerinin hasım açıklamalar yaptığı, bu durumda onlarla görüşme yapılamayacağı “ seklindeki ifadesini ele alan bazı güdümlü basının köşe yazarlarının, bu ifadeleri “ vahim iddialar “ cümleleriyle açıklamalarının Türkiye için çok vahim bir durum olduğunu belirtmişlerdir. Devletimizin Gnkur. Bsk. Belge ve resimlere dayalı kesin açıklamasını “ iddialar “ tanımı ile kuşkulu durumlarmış gibi göstermeye çalışmasının bizzat hainlik olduğu da ifade edilmiştir. Ayni köşe yazarları, yazılarında “ ABD ilişki kuruyor, Türkiye niye ilişki kurmasın” gibi ifadelere yer vererek, yöneticilere yol göstermeye çalışıyorlar. Kuzey Irak ve PKK problemi bağlamında, Türkiye ile ABD’yi ayni düzlemde ve ayni eylemlerde görmek istemek ne anlama gelir.
Bu konuda yaşanmış olan Son gelişmeler şöyle özetlenebilir ;
1. Diyarbakır DTP il başkanı beklenmedik bir açıklama yaparak ve Türk Devletini kastederek “ Kerkük’e bir harekat düzenlenirse, bu harekatı Diyarbakır’a yapılmış sayarız” dedi. Herkesi şok eden bu açıklama, Diyarbakır için başka bir ülke topraklarında olan şehir ve bu şehir Kerkük ile fikren/fiilen birleşmiş, izlenimini verdi. Yakın bir geçmişte, bir bilim adamının “ Kerkük’ü veren Türkiye, Diyarbakır’ı kaybeder “ sözünün haklılığını işaret eder gibiydi.
2. Dışişleri Bakanının “ herkesle görüşürüz “ açıklamasını, Gnkur Bşk.nın ABD’den yaptığı “ Barzani hasmane konuşuyor. Bu haliyle ben görüşmem. Kim görüşürse görüşsün” açıklamasından sonra, Başbakanımızın “ bölgeye barış getirecekse tabi ki görüşürüz “ açıklaması geldi.
3. Dışişleri Bakanımız “ asker silahıyla konuşur, politika bizim işimiz” dedikten sonra, Başbakanımız “ Gnkur Bşk.nının açıklaması kişisel görüşüdür” dedi ve hemen Gnkur Bşk. lığı “ Büyükanıt’ın görüşü Ordu’nun görüşüdür “ karşı açıklamasını yaptı.
4. DTP Ankara’da, Bayraksız ve İstiklal Marşsız kongre yaparken, ABD Dışişleri Bakanı açıklamasında Kuzey Iraktan “ Kürdistan “ diye bahsetti. Aynı gün, Eski Genkur. Bşk. ve Cumhurbaşkanı Evren “Kurdistan tanınmalı, Türkiye eyalet sistemine geçmeli, Zana ile görüşürüm, Kerkük unutulmalı “ gibi inanılmaz açıklamalar yaptı. Aynı gün, bu sözler, DTP kongresinde alkışlandı.
5. Sayın Demire ise, Evren’in sözleri için “ bir cumhurbaşkanının söyledikleri memleketin bölünmesi olarak anlaşılır “ açıklamasını yaptı. Evren’in açıklaması için “ yaşlı ve ne söylediğini bilmiyor. Geçmişte Kürt sözünün kullanılmasını bile yasaklamıştı. Şuuru yerinde ve mantıklı ve düzenli cümlelerle ileri seviyede açıklamalar yapıyor. Ne söylediğinin farkında. Söyleyene değil söyletene bakın. Bu sözleri ABD söyletiyor ve hükümetin ve diğer sözcülerin elini güçlendiriyor” gibi değerlendirmeler yapıldı. Bu sözlerin, Vatanseverleri çok üzdüğü, aksine hainleri ve bölücüleri sevindirdiği muhakkak.
6. TÜSİAD temsilcisi Mustafa KOÇ da “ Türkiye ateş çemberinde “ açıklamasını yaptı. Aynı gün (02 Mart 2007) DTP Eş Başkanı olan bayan “ … Öcalan’a saldırı varsa, sonuçları hiç kimsenin hesap edemeyeceği kadar ağır olur” açıklamasını yaparak devleti tehdit etti..
Yıllarca, Devletimize ve Milletimize yönelik tehditleri ve saldırıları tezgahlayan ve yöneten ülkelerin adını telaffuz bile edemeden, sadece “ komşu bir ülke “ diye isimlendiren devletimizin, bu MİT duyurusundan sonra, ülkemize yönelik tertip ve tehditlere karşı nasıl bir hitap şekli bulacağını görmek istiyoruz. Ulus Devlet tehlikede mi ? Türk Devleti gerçekten DAĞITILDI MI?.... Devleti ele geçirmek için son bir hamle yapıldığı ve alternatif bayramlar organize edildiği Ülkemizde, Cumhurbaşkanı seçimi ve eken seçim kararı alınması süreçlerinde yaşanmış olan çeliklileri de gözeterek, yukarıdaki tespitlere kendi tespitlerinizi de ekleyin ve karar vermeye çalışın…
Son olarak, Devletin en üst kademesinde bulunan Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere bir çok vatansever tarafından defalarca dile getirilen “ Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde görülmemiş derecede ağır bir tehlike ve tehdit altındadır “ sözünü hatırlatalım.
7. BİR GELİŞME : Şemdinli ayaklanması sırasında havadan tesadüfen geçen Türk F-16 savaş uçakları için “ şık olmamıştır “ açıklaması yapan başbakandan sonra, 27 Mayıs 2007 günü aynı bölgede topraklarımıza girerek hava sahamızı ihlal eden ABD F-16 Uçakları için Dışişleri Bakanı “ rutin olaylar “ diyerek yeni bir tarihi çelişkiye imza atmış ve Vatan, Millet, Devlet, Bağımsızlık, Hakimiyet, Hükümranlık gibi kutsal kavramlar hakkında ne kadar duyarsız veya bilgisiz olduklarını ortaya koymuştur.
Genelkurmay Başkanlığı son duyurusu ise ;
Gnkur. Bşk.lığı tarafından, 08.06.2007 günü, gece yarısı saat.00.20 de internet sayfasından yayınlanan duyuruda, kapsamı ve vurguları itibariyle son ikaz sayılabilecek konulara yer almıştır. Özetle;
1. Duyuruda “ Terör Örgütünü paravan olarak kullananların, bu terör olaylarının gerçek yüzünü görmesi zamanı gelmiştir” denmiştir.. (Bu cümle ile, demokrasi ve insan hakları-düşünce özgürlüğü, kavram ve söylemlerine sığınarak, teröre karşı çıkmayan, sempati duyan ve yardım edenler uyarılmaktadır.)
2. Diğer taraftan “ Ulusumuzun bu tehlikeli yaklaşımları fark etmek zorunluluğu vardır ve olmalıdır” denmiştir. (Bu uyarı, tehlikeli gelişmelere ve saldırılara, duyarsız, ilgisiz ve bilgisiz olanlaradır)
3. Diğer taraftan “ Üniter devlet (tek devlet ) yapımızı, çağ dışı olarak nitelendirenlerle karşı karşıyayız” denmiştir. ( Bu söz, federasyon veya sınırlı özgürlük verilmeli diyen hainleredir..)
4. Son uyarı “ Yüce Türk Milleti, teröre karşı kitlesel karşı koyma refleksini göstermelidir” şeklindedir. (Bu uyarıyla, terör karşısında tepkisiz kalınması hususu dile getirilmiştir. Ayrıca, bazı uzman ve bilim adamı bu uyarının, 1961 Anayasası giriş bölümünde yer alan “ Anayasa, halkın direnme gücünün sonucudur ve Anayasa, halkın uyanık bekçiliğine emanet edilmiştir “ ifadelerine benzediği dile getirmiştir.)
Sayın Gnkur. Bşk.’nı ikaz ve uyarılarına, ABD gezisinde başlamış, 12 Nisan 2007 günlü ve Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci dahil gerekli açıklamaları yapmış olup, Vatanımızın, Cumhuriyetimizin ve Milletimizin karşı karşıya olduğu, tarihinde görülmemiş derecede büyük tehlikenin boyutlarını, hedeflerini, aktörlerini ve yandaşlarını işaret etmiştir. Bu son açıklama, adeta “son pişmanlık fayda etmez” anlamında, Milleti son uyarış gibi gözükmektedir. Hükümet yetkilileri ve bir çok yetkili kurum ve yöneticilerinin bu tehlikeler ve yapılan mücadele konularında “ tribün seyircisi gibi oturdukları, hatta, tribünde maçı bile seyretmeden gazete okudukları” uzmanların açıklamaları arasındadır.
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, henüz Milli Mücadele başında, 19 Mayıs 1919 günü, Havza’da halka hitabında, “ sessiz, durgun ve başı eğik kalmayın, uyanınız, Milli bağımsızlığımızı çiğniyorlar, haklarınızı savunmak için birleşiniz.. Düşman karşısına dikiliniz.. Toplantılar yapınız..Sesinizi duyurunuz.. Bütün dünyaya “ Ben Türk’üm, bağımsızlık bana Atalarımdan miras kaldı. O’nu sana veremem “ diye haykırınız “ demiştir.
Bu gün, Sayın Genkur. Bşk.lığının yayınladığı duyuru ile Atatürk tarafından 88 yıl önce yapılmış olan konuşmayı yan yana koyarak birlikte değerlendirelim. Benzer hususlar var mı ? Ulus Devlet gerçekten tehlikede mi? Aslında, bu soruları sormanın ve bunlarla zaman harcamanın zamanı değildir. Çünkü, bu gün tehlike vardır, yakındır, organizedir ve büyüktür.
Bu terör mücadelesi verilirken, bazı satılmış medya, karakol baskını hakkında bilgi alırken “ kaç ölü var, 7 mi, 8 mi? “ diye konuşuyor ve “ şehit” diyemiyor. Diğer bir kanala çıkan bayan “ Türk askeri Kuzey Irak’a girerse, şehitlerini sayamaz” diye konuşuyor. İlaveten, “ Barzani’ye kabile reisi demek Güney Doğu halkını rencide eder” diyebiliyor. Barzani Türk vatandaşı mı ?, Güney Doğu bölgesi Irak sınırlarında mı?
Bölücü PKK terörünün 3 şehre, aynı anda ve planlı olarak başlattığı saldırı ile 1984 yılında başlatıldığı günden buyana geçen 23 yıl içinde, son şehitleri de sayarsak, şehit olan Askeri personel ( Subay, Astsubay, Uzman, Er ve Erbaş olarak ) sayısı 4571 kişidir.. Bu sırada, 476 polis, 1389 köy korucusu ve çok sayıda devler memuru ve vatandaş da şehit edilmiştir.) Kore Harbinde 650 ve Kıbrıs Savaşında 450 civarında şehit verdiğimizi düşünürsek mücadelenin ve kayıpların boyutunu daha iyi anlarız.
Bu kritik ve endişeli ortamda, yeni umutlar ve mutluluk beklentileriyle yeni bir seçime gidiyoruz. Demokrasi ve Millet iradesi söylemleriyle meydanlar heyecanlaşacak. Fakat, Millet vekili adaylarını tüm partilerde tek başına liderin veya birkaç kişinin tespit ettiğini (diğer bir deyişle, ATADIĞINI ) düşünürsek içinde bulunduğumuz ortamın nasıl bir demokrasi olduğunu da anlayabiliriz. Bazı düşünürler ve siyaset bilimci bu durumu demokrasi dışına kayış olarak niteliyor.
Sonuçta,, “ Vatanının bölünmezliği, Devletin varlığı ve Milletin birliği aleyhine faaliyet gösterenler haindirler “ diyerek satırlarımıza son veriyoruz…
Av. Naci SÖZEN / 08 Haziran 2007 –ANKARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder