Türk – Yunan sorunları, iki asra yakın bir süredir “ Türk Dış Politikası ” sorunlarının ilk 3 sırası içinde yer almakta olup, bazı dönemlerde birinci sıraya yerleşmektedir. Bu sorunlar, Osmanlı Devletinin gerilemeye başladığı 1699 yıllarını takip eden dönemlerde, 1789 Fransız ihtilalinin yaydığı Milliyetçilik ve Bağımsızlık akımına kapılan ve Osmanlı’ya savaş açarak bağımsızlıklarını sırayla kazanan Balkan devletlerinin sonuncusu olarak, Yunanlılar ile 1829 yılında başlamıştır. Osmanlı Devleti, 1828 yılında yapılan Rus harbinden yenik çıkınca, Batılı devletlerin desteğiyle, 1829 yılında bağımsızlığını ilan eden Yunanlılara karşı koyamamış ve 24 Nisan 1830 tarihinde Yunan Bağımsızlığı resmen kabul ve tasdik etmiştir.
Yunan bağımsızlığının kazanımı ile başlamış olan sorunlara, zaman içinde yenilerinin de eklenmesiyle bugün karşımızda duran ve bir çok konuda kaybedeninin biz olduğumuz, Ege Sorunları, Kıbrıs meselesi, AB üyelik süreci engelleri, Azınlıklar (İstanbul) ve Batı Trakya Türkleri konuları, Fener Patrikhanesine bağlı sorunlar, PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapılması, Tarihsel güvensizlikler, Pontus ve Ege/İzmir Rumları konuları ve Anadolu’daki önemli Hıristiyan Kiliseleri (İznik, Sivas, Kapadokya, Hatay, Bergama, İzmir, Ayasofya Kilisesi gibi..) sorunları sayılabilir.
Bu sorunlar içinde en önemli olanı, ayrıntılı ve kapsamlı konuları içeren, Türkiye için “olmazsa olamaz” nitelikte kayıp ihtimallerini içinde bulunduran bölüm olan Ege Sorunları’dır. Ege Sorunu deyince, FIR hattı konusu, Ege Adalarının Karasuları, Kıta Sahanlığı, Ekonomik Bölge, Açık ( Hür )Deniz, Bitişik Bölge ve bazı Ege adalarının silahtan arındırılması konuları sayılmalıdır. Bu sorunların, tarihsel ve hukuksal durumları, kapsamları ve Milli menfaatlere ve güvenliğe etkileri, mevcut statüleri ve karşılıklı politikaları gibi konularda, resmi görevli ve yetkililer dahil olmak üzere, aydınlarımız ve halkımızın yeterli bilgiye sahip oldukları söylenemez. Bu sorunları birlikte ele aldığımızda, yurdumuzun batı kesiminin güvenliği başta olmak üzere, Ege denizinin üzerindeki hava sahasının kullanılması, deniz yüzeyinde gemi taşımacılığı yapılması, denizaltı trafiği, denizin içindeki ve deniz tabanının altındaki ekonomik değeri olan varlıklar (balık, maden, petrol, doğalgaz gibi ) söz konusu olacaktır. Bu sorunlara vücut veren kavramları kısaca özetleyelim. Şöyle ki ;
1. Ege Denizinde Hava Trafiğinin Kontrolü ; FIR ( Flight Identify Region ) hattı, Türkçe, Uçuş Bilgi Bölgesi anlamında olup, Ege’de hava trafiğinin idare ve kontrol konularını kapsar. Yunanistan, bu bölgede yetkinin tamamen kendisinde olmasında ısrarcıdır. Türkiye ise, bu işin birlikte yürütülmesi gerektiğini iddia etmektedir. Yunan tezi, 1958 yılında, NATO Askeri Komitesinde Ege hava sahasın Konuta ve Kontrolünün Yunan tarafına verilmiş olmasına dayandırılmaktadır. Bu karar, ülkelerin siyasi organlarınca tasdik edilmemiş olduğundan geçersizdir. Türkiye, bu konuya ancak, 1964 yılında itiraz edebilmiştir. Yunanistan NATO dışı kaldıktan sonra tekrar dönüş aşamasında, Türkiye bu FIR hattı konusunun adil bir şekilde çözülmesini şart koşmuş olup, ABD başta olmak üzere batılı NATO üyeleri, Yunanlıların Rusya ile savunma işbirliği yapmasından korktuklarından, Türkiye’ye baskı yapmışlar, konunun çözümü için gayret göstereceklerine söz vermişlerdir. Bu sözleri veren ABD Generali Rogers olup, sözünü tutmayınca gazeteler “ sahtekar Rogers “ şeklinde başlık atmışlardır. Baskılara boyun eğerek vetosunu kullanmayan yetkili de Sayın Kenan EVREN olmuştur. FIR hattı konusu, bu gün uygulandığı şekliyle devam ederse, Türkiye’den batıya doğru yapılacak her uçuş için, Yunanistan’a önceden bilgi vermek, uçuş planı göndermek, izin almak ve uçuş süresince verilecek talimatlara uyacağını kabul etmek ve uymak koşullarıyla bu bölgede uçuş yapabileceğiz demek oluyor.
2. Ege Denizinde Kara Suları : Karasuları, bir devletin toprağının (vatanı/karası) devamı sayılan, kıyıdan itibaren denize doğru olan belli bir mesafe içinde kalan deniz (kıyı) şeridine verilen addır. Bu kavram ve esasları, 29 Nisan 1958 tarihli Cenevre Deniz Hukuku konferansında kabul edilmiştir. Bu kavram kapsamına giren kıyı (deniz) sahası da aynen kara parçası gibi ülkenin bir vatan parçası kabul edilir. Yani, Kara Suları ülkenin kara parçasına dahildir. Nitekim. 15 Mayıs 1964 tarihli Türk Karasuları Kanunu “ Türkiye Karasuları Türkiye Ülkesine Dahildir “ hükmünü getirmiştir. Kara sularının genişliği konusunda bir fikir birliği sağlanamamıştır. 1974 Caracas (Venezuella) ve 1975 Cenevre konferanslarında da bir sonuç alınamamıştır. İngiltere, ABD, Japonya gibi ülkeler 3 mil, İskendinav ülkeleri 4 mil, Akdeniz ülkeleri 6 mil, Rusya 12 mil olarak kabul etmektedir. Türkiye de kanunla karasularını 6 mil olarak kabul etmiştir. Karasularına giren deniz şeridinde, denizin içi, toprak altı, üstü ve hava sahasında tam bir egemenlik vardır.
3. Kıta Sahanlığı sorunu : Bu konu, Ege’de en çok tartışılmakta olan sorun olmaya devam etmektedir. Kıta sahanlığı, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesine göre, kıyıdan itibaren deniz tabanına doğru 200 metre (100 kulaç) derinliğe kadar olan deniz mesafesi olup, kıyı ülkesinin, bu sahanlık içinde bulunan doğal kaynaklar konusunda egemenliği olduğunu kabul eder. Bu sahanın üzerindeki deniz yüzeyi açık (hür) deniz statüsündedir. Bu kavram, kıyı ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısını ifade eder. Yunanistan, “ Ege’deki her adanın kıta sahanlığı olmalıdır. Türkiye ile arasındaki kıta sahanlığı sınırı, en dışta kalan adalardan çizilmelidir” diyor. Bu tez kabul edilirse, sınır bizim karasularımızdan geçmekte ve Ege’nin %92 oranındaki deniz altı sahası Yunanistan egemenliğine geçer. Türkiye, Ege adalarının sadece, “ Kara suları (6 mil) olabileceği, Türkiye’nin kıta sahanlığı sınırlarının kıyımıza yakın adaların ilerisine uzandığını, Ege uluslar arası (açık deniz) sularının her iki ülke tarafından hakkaniyet ilkelerine göre kullanılması gerektiğini “ savunmaktadır.
4. Ekonomik Bölge : Karasuları sınırından başlayarak, 200 mile kadar olan açık (hür) deniz alanı içinde, kıyı devletin, su tabakası ve zemin altında bazı egemenlik hakları olduğunu kabul eder. Bu kavram, henüz sınırları ve ilkeleri belirlenmemiş bir kavramdır.
5. Açık Deniz : Bir devletin karasuları ve iç suları dışında kalan deniz alanıdır. Hukuksal rejimi özgürlüktür. Bu deniz alanı hiçbir devletin egemenliğinde değildir. Her devlet bu sahalardan faydalanabilir. İşte, bizim iddiamız, Ege’de açık deniz sahaları vardır ve kurallarına karşılıklı olarak uyulması gerektiğidir.
6. Bitişik Bölge : Karasularının 6 mil sınırından sonra gelen 6 millik alan için getirilmiş bir kavramdır. Bu alanda, kıyı devlete bazı avantajlar tanınmıştır.
Ege denizinde irili ufaklı yaklaşık 3054 adet ada vardır. Bu adaların alanı 9071 metrekare, nüfusu 400.000 civarındadır. Lozan Anlaşması ile Türkiye’ye bırakılan, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan adası dışında kalan tüm adalar Yunanistan adasıdır. Lozan’a göre silahsızlandırılması hükme bağlanan adalar, Midilli, Sakız, Nikarya ve Sisam adasıdır. Ege’deki 12 adalar ise, Lozan ile İtalya’ya verilmiş olup, 1947 Paris Anlaşması ile Yunanistan’a devredilmiştir.
Ege Denizinde bulunan ve Mülkiyeti Kime Ait Olduğu bilinmeyen (Aidiyeti Belirsiz Adalar ) küçük adacıklar, çoğu da kayalıklardan oluşan kara parçaları sorunu da vardır. Ekonomik olarak ve yaşam imkanı olmaması yönlerinden önemsiz bir konu gibi görünse de, hem psikolojik baskı aracı olması, hem de Ege’nin tamamına sahip olduğunu kanıtlaması yönünden bu kayalıklara Yunanistan çok önem vermektedir. Yakın geçmişte yaşanan Kardak Kayalıkları krizini unutmayalım. Bu kayalık yüzünden iki ülke savaşın eşiğine gelmişti. Sorun ise, bir gurup Rum’un başlarındaki Papaz liderliğinde bu kayalıklara Yunan bayrağı dikmeleri sonucu çıkmıştı.
Ege Sorunları konusunda Yunanistan Politikası : Ege hava sahasında, hava trafiğinin idare ve kontrol edilmesinin, eskiden olduğu şekilde tamamen kendi yetki ve sorumluluklarında olması, Ege’deki tüm adaların karasularının olduğunu, mesafesinin 12 mile çıkarıldığını, adalar ötesinde Türkiye’nin kıta sahanlığına sahip olamayacağını, Ege denizinin bir Yunan gölü olduğunun, deniz yüzeyi, için ve zemin altı zenginliklerinin Yunanlılara ait olduğunun kabul edilmesi, şeklindedir.
Türkiye ise, FIR hattı konusunun müşterek yürütülmesi gerektiği, adaların kara suları ve kıta sahanlığı olamayacağı, 12 milin kabul edilemeyeceği, Ege denizinde “açık deniz” sahası olduğu, adalar ilerisine kıta sahanlığı mesafemizin uzandığı, açık denizlerin müşterek kullanılması gerektiği iddiasındadır. Silahlandırılmış olan ilgili adalar silahtan arındırılmalıdır. Yunan tezleri kabul edilirse, İstanbul’dan Mersin’e veya Avrupa’ya gidecek Türk gemileri kıyalarımızı, yani karasularımızı takip ederek seyahat etmek zorunda kalacakları, uçaklarımızın Yunan idare ve kontrolünde uçuş yapabileceği durumlarını kabul etmiş olacağız. Yani, Ege denizi tüm nimetleriyle Yunan tarafına bırakılmış olacak. Bu hususların kabul edilmesi mümkün değildir. Bu sorunların çözümü için, 1976 yılında taraflar arasında Bern görüşmeleri yapılmıştır. Yunanistan bu görüşmeleri yok saymaktadır.
Yunanistan, Taşoz adası açıklarında petrol yatakları bulmuş ve 18 Mart 1987 tarihinde sondajlara başlamıştır. Türkiye, Çandarlı açıklarında petrol araştırması yapmak istemiş ve iki ülke savaşın eşiğine gelmiştir. Batılı ülkelerin araya girmesiyle sorunlar ertelenmiş durumdadır. Türkiye, açık denizler iddiasını sürdürmek için uçuşlar yapmakta, Yunan uçakları da hemen karşımıza çıkarak, bu açık denizlerde uçuş yapamazsınız demektedir. Ege’de yaşanmakta olan “ it dalaşı” veya karşılıklı taciz ve hava sahası ihlal iddiaları olayları bu nedenlerden kaynaklanmaktadır.
Görüldüğü üzere, mevcut Ege Sorunları konusunda Yunanistan iddia ve kabulleri ile bir statü ve olgu oluşturmuş olup, bu pozisyonlarını koruma veya kabul ettirme gayretindedir. Türkiye ise, bu pozisyonları ve kazanım iddialarını kabul etmediğini beyan ederek, eylemler ortaya koymaktadır. Bu noktada, dostluk gösterisi için, önce, “ Ege’de uçaklar silahsız uçsun “ ve sonrasında “ Ege Uçuşları durdurulsun” şeklindeki Türk yetkililerinin açıklamaları tam bir felaket ve Ege’nin tamamen kaybedilmesi sürecini başlatmaktadır. Yunan tarafının istediği ve şikayetçi olduğu hususlara, kendi karar ve isteğimizle son vererek sorunları “ sıfır kazanç “ şeklinde çözmüş olacağız.
Sonuç olarak, Ege Sorunları, Türk tarafının bu akıl almaz tek taraflı girişimleriyle sanki çözülüyormuş gibi bir izlenim yaratıldı. Bu şekliyle, çözülmesi bile, halen buzdolabında dondurulmuş olarak bekletilen bu sorunlar, AB üyelik sürecinde, Yunan ve Kıbrıs Rum Kesimi veto tehditleri ve Batılı ülkelerin telkin/dayatmaları ile sırası geldiğinde gündeme getirilecek ve Yunanistan lehine çözülecek gibi gözüküyor. Ege denizinin %8 bölümü karasularımız nedeniyle Türkiye’ye, %42 bölümü karasuları nedeniyle Yunanistan tarafına aittir. Tartışmalar, geriye kalan %50 bölümü ortak kullanılacak mı? Yoksa bu kısımda Yunanistan hakimiyetinde mi ? kalacak noktasında toplanmaktadır.
Yunanistan bağımsızlığının kazanılması sürecinde kurulmuş olan Etniki Eterya Cemiyeti (Yunan Milli Cemiyeti) hedefleri listesinde, son maddeden geriye doğru sıralama şöyledir.
18. Batı Anadolu (İyonya/ Ege bölgesi)’nun Yunanistan’a ilhakı,
17. İstanbul’un geri alınması ve Bizans’ın yeniden kurulması
16. Karadeniz bölgesinde Pontus Rum Devletinin kurulması,
15. Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhakı olup, geriye doğru yer almış olan diğer tüm hedefler gerçekleştirilmiş durumdadır.
Yunanistan’ın, Türklere karşı yürüttüğü dış politikasının değişmeyen ilkeleri ;
1. Sorunları zaman içinde daima canlı ve gündemde tutmak,
2. Hedefe, zaman içinde mutlaka ulaşacaklarına inanmak,
3. Sorunları Uluslar arası ortama taşımak,
4. Türkleri saldırgan, barbar ve anti-demokratik bir toplum olarak göstermektir.
Bu ve benzer dış politika sorunlarımızın çözümündeki başarısızlığımızı, “savaş meydanlarında kazanmamıza rağmen masa başında, yani, diplomasi alanında kaybettiğimiz” yakınması her zaman konu edilir. Bunun en önemli nedeni, hedeflerin belirlenememesi, politika ve siyasetlerin uygulanmasında sürekli / kararlı olunamaması ve iç politikada istikrara /fikir birliğine ulaşılamaması gelmektedir.
Yazan : Av. Naci SÖZEN , Haziran 2007 / ANKARA
Yunan bağımsızlığının kazanımı ile başlamış olan sorunlara, zaman içinde yenilerinin de eklenmesiyle bugün karşımızda duran ve bir çok konuda kaybedeninin biz olduğumuz, Ege Sorunları, Kıbrıs meselesi, AB üyelik süreci engelleri, Azınlıklar (İstanbul) ve Batı Trakya Türkleri konuları, Fener Patrikhanesine bağlı sorunlar, PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapılması, Tarihsel güvensizlikler, Pontus ve Ege/İzmir Rumları konuları ve Anadolu’daki önemli Hıristiyan Kiliseleri (İznik, Sivas, Kapadokya, Hatay, Bergama, İzmir, Ayasofya Kilisesi gibi..) sorunları sayılabilir.
Bu sorunlar içinde en önemli olanı, ayrıntılı ve kapsamlı konuları içeren, Türkiye için “olmazsa olamaz” nitelikte kayıp ihtimallerini içinde bulunduran bölüm olan Ege Sorunları’dır. Ege Sorunu deyince, FIR hattı konusu, Ege Adalarının Karasuları, Kıta Sahanlığı, Ekonomik Bölge, Açık ( Hür )Deniz, Bitişik Bölge ve bazı Ege adalarının silahtan arındırılması konuları sayılmalıdır. Bu sorunların, tarihsel ve hukuksal durumları, kapsamları ve Milli menfaatlere ve güvenliğe etkileri, mevcut statüleri ve karşılıklı politikaları gibi konularda, resmi görevli ve yetkililer dahil olmak üzere, aydınlarımız ve halkımızın yeterli bilgiye sahip oldukları söylenemez. Bu sorunları birlikte ele aldığımızda, yurdumuzun batı kesiminin güvenliği başta olmak üzere, Ege denizinin üzerindeki hava sahasının kullanılması, deniz yüzeyinde gemi taşımacılığı yapılması, denizaltı trafiği, denizin içindeki ve deniz tabanının altındaki ekonomik değeri olan varlıklar (balık, maden, petrol, doğalgaz gibi ) söz konusu olacaktır. Bu sorunlara vücut veren kavramları kısaca özetleyelim. Şöyle ki ;
1. Ege Denizinde Hava Trafiğinin Kontrolü ; FIR ( Flight Identify Region ) hattı, Türkçe, Uçuş Bilgi Bölgesi anlamında olup, Ege’de hava trafiğinin idare ve kontrol konularını kapsar. Yunanistan, bu bölgede yetkinin tamamen kendisinde olmasında ısrarcıdır. Türkiye ise, bu işin birlikte yürütülmesi gerektiğini iddia etmektedir. Yunan tezi, 1958 yılında, NATO Askeri Komitesinde Ege hava sahasın Konuta ve Kontrolünün Yunan tarafına verilmiş olmasına dayandırılmaktadır. Bu karar, ülkelerin siyasi organlarınca tasdik edilmemiş olduğundan geçersizdir. Türkiye, bu konuya ancak, 1964 yılında itiraz edebilmiştir. Yunanistan NATO dışı kaldıktan sonra tekrar dönüş aşamasında, Türkiye bu FIR hattı konusunun adil bir şekilde çözülmesini şart koşmuş olup, ABD başta olmak üzere batılı NATO üyeleri, Yunanlıların Rusya ile savunma işbirliği yapmasından korktuklarından, Türkiye’ye baskı yapmışlar, konunun çözümü için gayret göstereceklerine söz vermişlerdir. Bu sözleri veren ABD Generali Rogers olup, sözünü tutmayınca gazeteler “ sahtekar Rogers “ şeklinde başlık atmışlardır. Baskılara boyun eğerek vetosunu kullanmayan yetkili de Sayın Kenan EVREN olmuştur. FIR hattı konusu, bu gün uygulandığı şekliyle devam ederse, Türkiye’den batıya doğru yapılacak her uçuş için, Yunanistan’a önceden bilgi vermek, uçuş planı göndermek, izin almak ve uçuş süresince verilecek talimatlara uyacağını kabul etmek ve uymak koşullarıyla bu bölgede uçuş yapabileceğiz demek oluyor.
2. Ege Denizinde Kara Suları : Karasuları, bir devletin toprağının (vatanı/karası) devamı sayılan, kıyıdan itibaren denize doğru olan belli bir mesafe içinde kalan deniz (kıyı) şeridine verilen addır. Bu kavram ve esasları, 29 Nisan 1958 tarihli Cenevre Deniz Hukuku konferansında kabul edilmiştir. Bu kavram kapsamına giren kıyı (deniz) sahası da aynen kara parçası gibi ülkenin bir vatan parçası kabul edilir. Yani, Kara Suları ülkenin kara parçasına dahildir. Nitekim. 15 Mayıs 1964 tarihli Türk Karasuları Kanunu “ Türkiye Karasuları Türkiye Ülkesine Dahildir “ hükmünü getirmiştir. Kara sularının genişliği konusunda bir fikir birliği sağlanamamıştır. 1974 Caracas (Venezuella) ve 1975 Cenevre konferanslarında da bir sonuç alınamamıştır. İngiltere, ABD, Japonya gibi ülkeler 3 mil, İskendinav ülkeleri 4 mil, Akdeniz ülkeleri 6 mil, Rusya 12 mil olarak kabul etmektedir. Türkiye de kanunla karasularını 6 mil olarak kabul etmiştir. Karasularına giren deniz şeridinde, denizin içi, toprak altı, üstü ve hava sahasında tam bir egemenlik vardır.
3. Kıta Sahanlığı sorunu : Bu konu, Ege’de en çok tartışılmakta olan sorun olmaya devam etmektedir. Kıta sahanlığı, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesine göre, kıyıdan itibaren deniz tabanına doğru 200 metre (100 kulaç) derinliğe kadar olan deniz mesafesi olup, kıyı ülkesinin, bu sahanlık içinde bulunan doğal kaynaklar konusunda egemenliği olduğunu kabul eder. Bu sahanın üzerindeki deniz yüzeyi açık (hür) deniz statüsündedir. Bu kavram, kıyı ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısını ifade eder. Yunanistan, “ Ege’deki her adanın kıta sahanlığı olmalıdır. Türkiye ile arasındaki kıta sahanlığı sınırı, en dışta kalan adalardan çizilmelidir” diyor. Bu tez kabul edilirse, sınır bizim karasularımızdan geçmekte ve Ege’nin %92 oranındaki deniz altı sahası Yunanistan egemenliğine geçer. Türkiye, Ege adalarının sadece, “ Kara suları (6 mil) olabileceği, Türkiye’nin kıta sahanlığı sınırlarının kıyımıza yakın adaların ilerisine uzandığını, Ege uluslar arası (açık deniz) sularının her iki ülke tarafından hakkaniyet ilkelerine göre kullanılması gerektiğini “ savunmaktadır.
4. Ekonomik Bölge : Karasuları sınırından başlayarak, 200 mile kadar olan açık (hür) deniz alanı içinde, kıyı devletin, su tabakası ve zemin altında bazı egemenlik hakları olduğunu kabul eder. Bu kavram, henüz sınırları ve ilkeleri belirlenmemiş bir kavramdır.
5. Açık Deniz : Bir devletin karasuları ve iç suları dışında kalan deniz alanıdır. Hukuksal rejimi özgürlüktür. Bu deniz alanı hiçbir devletin egemenliğinde değildir. Her devlet bu sahalardan faydalanabilir. İşte, bizim iddiamız, Ege’de açık deniz sahaları vardır ve kurallarına karşılıklı olarak uyulması gerektiğidir.
6. Bitişik Bölge : Karasularının 6 mil sınırından sonra gelen 6 millik alan için getirilmiş bir kavramdır. Bu alanda, kıyı devlete bazı avantajlar tanınmıştır.
Ege denizinde irili ufaklı yaklaşık 3054 adet ada vardır. Bu adaların alanı 9071 metrekare, nüfusu 400.000 civarındadır. Lozan Anlaşması ile Türkiye’ye bırakılan, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan adası dışında kalan tüm adalar Yunanistan adasıdır. Lozan’a göre silahsızlandırılması hükme bağlanan adalar, Midilli, Sakız, Nikarya ve Sisam adasıdır. Ege’deki 12 adalar ise, Lozan ile İtalya’ya verilmiş olup, 1947 Paris Anlaşması ile Yunanistan’a devredilmiştir.
Ege Denizinde bulunan ve Mülkiyeti Kime Ait Olduğu bilinmeyen (Aidiyeti Belirsiz Adalar ) küçük adacıklar, çoğu da kayalıklardan oluşan kara parçaları sorunu da vardır. Ekonomik olarak ve yaşam imkanı olmaması yönlerinden önemsiz bir konu gibi görünse de, hem psikolojik baskı aracı olması, hem de Ege’nin tamamına sahip olduğunu kanıtlaması yönünden bu kayalıklara Yunanistan çok önem vermektedir. Yakın geçmişte yaşanan Kardak Kayalıkları krizini unutmayalım. Bu kayalık yüzünden iki ülke savaşın eşiğine gelmişti. Sorun ise, bir gurup Rum’un başlarındaki Papaz liderliğinde bu kayalıklara Yunan bayrağı dikmeleri sonucu çıkmıştı.
Ege Sorunları konusunda Yunanistan Politikası : Ege hava sahasında, hava trafiğinin idare ve kontrol edilmesinin, eskiden olduğu şekilde tamamen kendi yetki ve sorumluluklarında olması, Ege’deki tüm adaların karasularının olduğunu, mesafesinin 12 mile çıkarıldığını, adalar ötesinde Türkiye’nin kıta sahanlığına sahip olamayacağını, Ege denizinin bir Yunan gölü olduğunun, deniz yüzeyi, için ve zemin altı zenginliklerinin Yunanlılara ait olduğunun kabul edilmesi, şeklindedir.
Türkiye ise, FIR hattı konusunun müşterek yürütülmesi gerektiği, adaların kara suları ve kıta sahanlığı olamayacağı, 12 milin kabul edilemeyeceği, Ege denizinde “açık deniz” sahası olduğu, adalar ilerisine kıta sahanlığı mesafemizin uzandığı, açık denizlerin müşterek kullanılması gerektiği iddiasındadır. Silahlandırılmış olan ilgili adalar silahtan arındırılmalıdır. Yunan tezleri kabul edilirse, İstanbul’dan Mersin’e veya Avrupa’ya gidecek Türk gemileri kıyalarımızı, yani karasularımızı takip ederek seyahat etmek zorunda kalacakları, uçaklarımızın Yunan idare ve kontrolünde uçuş yapabileceği durumlarını kabul etmiş olacağız. Yani, Ege denizi tüm nimetleriyle Yunan tarafına bırakılmış olacak. Bu hususların kabul edilmesi mümkün değildir. Bu sorunların çözümü için, 1976 yılında taraflar arasında Bern görüşmeleri yapılmıştır. Yunanistan bu görüşmeleri yok saymaktadır.
Yunanistan, Taşoz adası açıklarında petrol yatakları bulmuş ve 18 Mart 1987 tarihinde sondajlara başlamıştır. Türkiye, Çandarlı açıklarında petrol araştırması yapmak istemiş ve iki ülke savaşın eşiğine gelmiştir. Batılı ülkelerin araya girmesiyle sorunlar ertelenmiş durumdadır. Türkiye, açık denizler iddiasını sürdürmek için uçuşlar yapmakta, Yunan uçakları da hemen karşımıza çıkarak, bu açık denizlerde uçuş yapamazsınız demektedir. Ege’de yaşanmakta olan “ it dalaşı” veya karşılıklı taciz ve hava sahası ihlal iddiaları olayları bu nedenlerden kaynaklanmaktadır.
Görüldüğü üzere, mevcut Ege Sorunları konusunda Yunanistan iddia ve kabulleri ile bir statü ve olgu oluşturmuş olup, bu pozisyonlarını koruma veya kabul ettirme gayretindedir. Türkiye ise, bu pozisyonları ve kazanım iddialarını kabul etmediğini beyan ederek, eylemler ortaya koymaktadır. Bu noktada, dostluk gösterisi için, önce, “ Ege’de uçaklar silahsız uçsun “ ve sonrasında “ Ege Uçuşları durdurulsun” şeklindeki Türk yetkililerinin açıklamaları tam bir felaket ve Ege’nin tamamen kaybedilmesi sürecini başlatmaktadır. Yunan tarafının istediği ve şikayetçi olduğu hususlara, kendi karar ve isteğimizle son vererek sorunları “ sıfır kazanç “ şeklinde çözmüş olacağız.
Sonuç olarak, Ege Sorunları, Türk tarafının bu akıl almaz tek taraflı girişimleriyle sanki çözülüyormuş gibi bir izlenim yaratıldı. Bu şekliyle, çözülmesi bile, halen buzdolabında dondurulmuş olarak bekletilen bu sorunlar, AB üyelik sürecinde, Yunan ve Kıbrıs Rum Kesimi veto tehditleri ve Batılı ülkelerin telkin/dayatmaları ile sırası geldiğinde gündeme getirilecek ve Yunanistan lehine çözülecek gibi gözüküyor. Ege denizinin %8 bölümü karasularımız nedeniyle Türkiye’ye, %42 bölümü karasuları nedeniyle Yunanistan tarafına aittir. Tartışmalar, geriye kalan %50 bölümü ortak kullanılacak mı? Yoksa bu kısımda Yunanistan hakimiyetinde mi ? kalacak noktasında toplanmaktadır.
Yunanistan bağımsızlığının kazanılması sürecinde kurulmuş olan Etniki Eterya Cemiyeti (Yunan Milli Cemiyeti) hedefleri listesinde, son maddeden geriye doğru sıralama şöyledir.
18. Batı Anadolu (İyonya/ Ege bölgesi)’nun Yunanistan’a ilhakı,
17. İstanbul’un geri alınması ve Bizans’ın yeniden kurulması
16. Karadeniz bölgesinde Pontus Rum Devletinin kurulması,
15. Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhakı olup, geriye doğru yer almış olan diğer tüm hedefler gerçekleştirilmiş durumdadır.
Yunanistan’ın, Türklere karşı yürüttüğü dış politikasının değişmeyen ilkeleri ;
1. Sorunları zaman içinde daima canlı ve gündemde tutmak,
2. Hedefe, zaman içinde mutlaka ulaşacaklarına inanmak,
3. Sorunları Uluslar arası ortama taşımak,
4. Türkleri saldırgan, barbar ve anti-demokratik bir toplum olarak göstermektir.
Bu ve benzer dış politika sorunlarımızın çözümündeki başarısızlığımızı, “savaş meydanlarında kazanmamıza rağmen masa başında, yani, diplomasi alanında kaybettiğimiz” yakınması her zaman konu edilir. Bunun en önemli nedeni, hedeflerin belirlenememesi, politika ve siyasetlerin uygulanmasında sürekli / kararlı olunamaması ve iç politikada istikrara /fikir birliğine ulaşılamaması gelmektedir.
Yazan : Av. Naci SÖZEN , Haziran 2007 / ANKARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder