20 Ekim 2007 Cumartesi

MOSKOVA SOKAKLARINDA BİR KAZANCILI

KAZANCI HİKAYELERİ – (15)
MOSKAVA SOKAKLARINDA BİR KAZANCILI
( Gökçeler Mahallesinden Bıyıklı Halil’in Öyküsü )


Gökçeler Mahallesinde (eski adı Kazancıköy Mahallesi) Bıyıklı Halil (YILDIZ ) isminde bir gazimiz vardı. Kendisini, Şubat 1978 ayında, Karaman lisesinden sömestri (yarıyıl) tatili için Kazancıda bulunduğumuz sırada, Sayın Sami YILDIZ ile mahallesindeki evlerinde ilk ve son defa görmüştüm. Gazimizin sıra dışı bir hayat öyküsü olduğunu önceden duymuş olmama rağmen, ayrıntıları bizzat kendisinden dinlemek için bazı sorular sordum ve anlatmasını istedim. Bizim çocukluğumuzda, hayatta olan gaziler, yaşamış oldukları olayları, düşman, tabiat, açlık ve yokluk ile olan mücadelelerini anlatmak, birileri ile paylaşmak için fırsat gözlerlerdi. Hatta, bazıları, sormadan veya konusu açılmadan, kendiliklerinden söze başlar ve savaşta yaşamış oldukları bir anı anlatırlardı.
Gazi Bıyıklı Halil’in öyküsü, Osmanlı Devletinin, Almanlar ile dost olduğu ve Ruslarla, Balkanlar, Kafkaslar, Kırım, Basarabya ve Galiçya gibi cephelerde, sürekli savaş halinde olduğu dönemlere rastlamaktaydı. Almanların doğu Avrupa’yı işgal edip, Rusya’nın başkenti Moskova’ya kadar uzanacak geniş cepheli ve derinliği olan bir saldırıyı başlatacağı sırada, Osmanlı Devleti de bu savaşta Almanlara sembolik bir destek vermek için 2500 dolayında seçme bir asker gücünü onların emrine göndermişti. İşte, bu seçme askerler arasında Kazancılı Bıyıklı Halil Bey’de bulunmaktadır.
Gazimizin kendi anlatımlarına göre, Türk Askeri ile Alman askerleri ilk aşamada dil sorunu yaşamış, tercümanlar sayesinde bu sorun kısmen aşılmış ve “ sizler dünyada en kuvvetli askersiniz “ diyerek ön saflarda yer almaları istenmiştir. Birlikler önlerine çıkan ülkelerin askerleri ve direnen milis kuvvetlerini ezerek uçsuz bucaksız düzlüklerde yıldırım hızıyla ilerlemektedir. Doğuya ve Kuzeye doğru ilerledikçe havalar soğumakta, gecelerin ayazı ile buzu, askerlerin ellerini tüfek dipçiklerine kaynak yapmaktadır. Türk askeri, Almanların kumanya ve sıcak yemeklerine bile uyum sağlayamamıştır. Domuz eti korkusu ile etli yemekler yenmemektedir.
Alman birlikleri Rusya içlerine kadar ilerlemiş, Moskova’nın işgal edilmesi hayallerinin kısa zaman içinde gerçek olacağına inanmışlardır. Fakat, ilerleyen kış şartlarının olumsuz etkisiyle, araçların benzin, yağ ve motorlarının donmaya başlaması, askerin silahını bile tutamayacak şekilde üşüyüp uyuşması, bu çaresizlikleri bilen Rusların da karşı saldırı başlatması ile işler bir anda tersine dönmüştür. Alman ordusu tam anlamıyla dağılır ve binlerce asker, ya öldürülür, yada, kaçtıkları ormanda donarak ölürler. Türk birliği de bu arada büyük kayıp verir. Araziyi bilen ve hava şartlarına alışık olan Rus ordusu, müttefik askerlerden hayatta kalanları esir alır. Esirler muhtelif esir kamplarına dağıtılır. Gazimiz ve birkaç arkadaşı da Moskova şehrinde bulunan en büyük esir kampına düşer. Kendisi, konuşurken Moskova yerine Meskova diyordu.

Kamp hayatı da cephede olduğu gibi nice güçlüklerle devam eder. Esirler, sıra ile kamptan alınarak inşaat ve bayındırlık işlerinde çalıştırılır. Fransız ve İngiliz hükümetlerinin araya girmesiyle ve Almanların yenilgiyi resmen kabul etmeleriyle birlikte esaret günleri bitecek sanılır. Fakat, anlaşma sağlamak o kadar da kolay olmayacaktır. Taraflar arasında tam bir anlaşmaya varılmadan esirler salıverilmez. Fakat, yaşam şartları nispeten iyileşmiştir. Kampta bir çok ulusa mensup asker bulunmaktadır. Kamp günlerini renklendirmek için muhtelif konularda, sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenir. Bizim Türkler bu faaliyetlere dil ve kültür farkı nedeniyle iştirak edemezler.

Esir kampı komutanı, esirlerin kıdemlisi ile anlaşmaya vararak spor branşlarında yarışmalar tertip eder. Bu faaliyete, güreşçi, boksör ve koşucu olarak Türk askerlerinin de katılması teklif edilir. Kabiliyetlerine göre birkaç asker listelere yazılır. Bizim Halil Efendiye sıra gelince, “ ben spor, taktik filan bilmem, ancak yorulmadan akşama kadar koşarım (seğidirim) “ dediği için, onu, en uzun koşu yarışması listesine yazarlar. Herkes yarışa hazırlanırken, o etrafta olup bitenleri seyretmektedir. Hatta, kendi kendine “ bu adamlar deli mi, yarışmadan evvel neden böyle zıplayıp dururlar “ diye de söylenir. Nihayet, yarış günü gelmiş, ekipler pist başına dizilmişlerdir. Gerekli ikazlar yapıldıktan sonra, atılan tabanca sesiyle birlikte maraton koşu gurubu ileri fırlar.

Gazimiz anlatmaya devam ediyor. Tabanca sesini duyduğu andan yıldırım hızıyla koşmaya başlamıştır. Biraz sonra kendisini ilerde tek başına koşar bulmuş, diğer koşucular geride ve toplu olarak koşuyorlarmış. Bu durum karşısında şaşırmış ve bir anlam verememiş. Sonradan öğrenmiş ki, koşunun başlarında, taktikleri gereği, koşucular bir birlerini kontrol etmek ve denemek için birlikte koşarlarmış. Kendisinin taktik - maktik bildiği yokmuş. Bizim Kazancılı en önde ve son sürat koşmaya devam ederken, gerideki koşucular, onun nasıl olsa ilerde hızını kaybedeceğini, son ataklarla kendilerinin birinci olacağını hesap ediyorlarmış.
Koşucu gurup, taktik gereği birlikte ve kontrollü koşmayı ve son sırada atak yaparak öndeki Türkü geçmeyi hesap ede dursun, Halil Efendi hızını hiç kesmeden ve geridekilere bakmadan tek başına daha da hızlanarak seğirtmeye (koşmaya) devam eder. Koşunun sonlarına yaklaşılır. Planlandığı şekilde, bazı koşucular atak yapar ve son bir hamle ile ipi göğüslemeyi hedefler. Fakat, ortada hesapta olmayan bir durum vardır. Bu durum, yarış nedir, taktik ve depar nedir bilmeyen Halil Beyin hızını hiç azaltmadan son sürat koşuyu sürdürmesidir.

Yarış başladığı gibi, yani Halil Bey en önde olarak biter. Avrupalıların taktikleri bir işe yaramaz. Böylece, cephelerdeki korkusuz askerimizin koşularda da ilk sırada olabileceği görülür. Müttefiklerin Türk askerine olan saygısı daha da artar. Bu faaliyetler devam ederken, ülkeler arasında anlaşma yapılır ve esirler kamptan salıverilir. Esas zor safha şimdi başlamıştır. Moskova sokaklarında dolaşan Kazancılı Halil , ülkesine ve köyüne nasıl dönecektir ? Esir kampında eziyet çekerken ve kurtulmak için dualar ederken, kamp sonrası güçlükler hiç hesaba katılmamıştır. O zamanlar, şimdiki gibi, haberleşmek, Türk yetkililere ulaşmak, derdini anlatmak ve yardım sağlamak kolay değildir.
Gazi Halil Efendi, inanılmaz güçlükler ve sıkıntılar çekerek sınırımıza kadar gelmeyi başarır. Bu savaşa gönderilen 2500 kişiden ancak 5-6 kişinin geriye (Türkiye’ye) dönebildiğini söylemişti. Sınır kapısında, kimliğini ve savaştığı cepheleri, Rusya da bulunuş nedenini anlatıp, görevlilere inandırması ve üst makamlardan olur alınması da çok zaman alır. Türk topraklarına girmiştir girmesine, ancak, o günün şartlarında Anadolu derinliklerinden yaya olarak Kazancıya ulaşmak da ayrı bir sorundur. Bu savaş, esaret ve dönüş yolculuğunda uzun yıllarını harcayan gazimiz, başka cephelerde de savaşmış ve Cumhuriyetin ilanı ile birlikte köyüne dönmüştür. Bu kadar tehlike ve zorluğa rağmen nasıl sağ kaldığı sorulduğunda “ öldürmeyen Allah öldürmez “ diye cevap veren Kazancılı Gazi Bıyıklı Halil, hayatının geri kalan kısmını, sakin bir şekilde anılarıyla yaşayarak geçirmiş ve 1973 yılında bu yalan dünyadan göçüp gitmiştir. Bu vatan için savaşan ve canlarını, kanlarını feda eden tüm şehitlerimize ve gazilerimize rahmetler diliyoruz……
( Başka bir Kazancılı Hikayesinde buluşmak üzere….. )

Yazan : Avukat Naci SÖZEN , Ekim 2007 / ANKARA

ARNAVA'DA BİR SELANİKLİ

ARNAVA’DA BİR SELANİKLİ



Yöremizin tarihi olaylarını araştırdığım yıllarda, Zeyve köyünün en yaşlı kişi ile konuşurken, bir zamanlar, Arnava köyünde, Selanik doğumlu bir kişinin yaşadığını öğrendim. Bu bilgi çok ilginç geldiği için ayrıntılarını araştırmaya karar verdim. Neticede, Selanik doğumlu olduğu bilinen Zeynel adında, tek başına yaşayan birinin hikayesi çevrede hala biliniyordu.

Hikayenin temeli, Osmanlı Devletinin, Balkanlarda ağır bir yenilgiye uğraması ve Avrupa kıtasında bulunan tüm topraklarını kaybetmesi dönemi ile ilgiliydi. Bu sürecin son safhasında, Rumlar bağımsızlığını ilan etmiş, Balkanlarda yaşayan ve “ Evladı Fatihan” denilen Türkler, kitleler halinde imha edilmiş, kaçmayı başaranlar kendilerini Anadolu topraklarına atmışlardı. İşte, bu ölüm kalım mücadelesi sırasında, Selanik başta olmak üzere, Batı Trakya Türkleri de guruplar halinde yaşadıkları yerleri ve mallarını bırakarak ana yurtlarına doğru yollara düşmüşlerdi.

İstanbul’a ulaşmayı başaran Selanikli Türkler arasında 12 yaşlarında bir çocuk vardı. Ailesinin diğer fertlerini kaybetmiş, komşuları tarafından korunarak kafileye dahil edilmişti. Bu şekilde, kimsesiz olarak İstanbul’a gelen çocuklar bir müddet devlet korumasına alınırdı. Hikayemizin kahramanı Zeynel de bu koruma altında bir müddet kaldı. Fakat, kanında bulunan, “ hür olma, yaylalarda dilediği gibi dolaşma ve türkü söyleme “ genleri, onun için şehir hayatını çekilmez bir hale getiriyordu. Anadolu içlerine doğru dalıp gitmeyi aklına koymuştu.

Genç Zeynel, bilmediği diyarlara gitmeyi kafasına koymuş olmasına rağmen, yine de köklerinin yaşamış olduğu coğrafyayı tercih etmek niyetindeydi. Trakya ve Balkanlarda yaşayan Türklerin genelinde olduğu gibi, O’nun Ataları da zamanında Karaman yöresinden Balkanlara göç ettirilmişti. Bu hususları büyüklerinden çok dinlemiş, hatta, Karaman yöresinde kalmış olan akrabalarına “ Berberler, Berber Oğulları “ dendiğini de unutmamıştı. Bir derviş gibi yollara düşen genç, nice zorluklar ve yokluklara göğüs gererek, köyden kente, kentten şehre, dereden tepeye, dağdan ovaya derken, nihayet Karaman bölgesine ulaştı ve köklerini araştırmaya başladı.

Selanikli Zeynel, tüm araştırmalarına rağmen, Karaman ve yakın çevresinde geçmişine ve atalarına ait bir iz veya kişiye ulaşamadı. Kendisine, akrabalarının Ermenek ve çevresinde olabileceği söylendiğinden, Taşeli bölgesine doğru yola koyuldu. Ermenek şehrine geldiğinde, kendisini, hayalinde yaşattığı heybetli dağların ve yalçın kayaların ortasında bulmuştu. Ermenek merkezde “ berberler” olarak anılan bir aile olduğunu öğrenince çok umutlanmıştı. Yaptığı görüşmelerde sonra, bu ailenin kendi ailesi olmadığı ortaya çıkınca bir kez daha yıkıldı.

Geçmişe ait köklerini aramaktan çok yorulmuş ve umutları tükenmiş olan Zeynel, çevreden bir köye yerleşerek hayatının geri kalan kısmını sakin bir şekilde geçirmeye karar verdi. Bir vesile ile, zamanın önemli ve zengin merkezlerinden olan Arnava’ya gelerek köy odasına yerleşti. Muhtar ve diğer tanınmış kişilere hayat hikayesini ve mücadelesini anlatarak, bu köyde bir iş verilmesi ve yaşamının burada devam etmesine yardımcı olunmasını istedi. Bu durum, köyün varlıklı ailelerinden birine iletildi. Büyük arazileri ve kalabalık sürüleri olan bu aile, garip genci çoban olarak işe aldı ve yüksek dağlarda gezmekte olan sürüsüne çoban yaptı.

Selanikli Zeynel en zengin ailenin çobanı olmuştu. Sürüsünü önüne katarak, dik yamaçları aştı, yüksek tepelere çıktı ve hayallerindeki yayla yaşantısına kavuştu. Bunun için Allah’ına şükürler etti. Çobanımız işine çok bağlı, çalışkan ve cesurdu. Sürüsündeki tüm malları tanıdı, köpekleriyle dost oldu. Günlerin birinde, eşkıyalar, sürüsünden bir keçiyi kaçırarak kesmişler ve etini gizlendikleri kayalıklara götürmüşlerdi. Çobanımız, bu olay karşısında, ilk defa intikam duygularıyla hareket ederek, eşkıyalara savaş açıp, kayalıklara tırmandı. Bu saldırısından elbette zararlı çıkacaktı. Ağası (Patronu) bu hareketine kızdı. Bir keçi için eşkıyalara saldırmasının anlamsız olduğunu, keçiyi kurt kaptı saydıklarını söyleyerek onu rahatlatmak istedi. Fakat, sadık çoban, hırsızlara mani olamadığı ve emanetleri (malları) koruyamadığı için kendisini suçladı ve eski moralli haline bir türlü dönemedi.

Yaşı ilerlemekte olan Selanikli, evlenme isteği ile Ağasına başvurdu. Kısa süre sonra, çevre köylerden birinde bir kız bulundu. Kendisi gibi fakir ve kimsesiz olan bu kızla evlendirildi. Yaşantısını evlendiği kızın köyünde sürdürmek için Arnava köyünden ayrıldı. Hanım köylü olan Selanikli Zeynel çoban, hayatının geri kalan kısmını da yine çoban olarak sürdürdü. Yaylalarda sürüsü ile dolaşmak, türküsünü söylemek, güzellikleri seyretmek ve özgürlüğünü benliğinde hissetmek O’nun için mutlulukların en büyüğüydü. Özellikle de,
Büyü, güçlen tez oğlum,
Yaylalarda gez oğlum,
Vatanına yan bakan,
Düşmanını ez oğlum “

mısralarını kapsayan türküyü söylemekten hiç bıkmadı, usanmadı…

(Gelecek sayıda “ Sıtmalı Dağının Gıtal Üçlüsü “ hikayesinde buluşmak üzere ..)

Derleyen : Naci SÖZEN , Kazancı / ERMENEK

TAŞNAK PARTİSİ 8. KONGRESİ

GAFLETİN BÖYLESİNE NE DEMELİ ?
( ERMENİ TAŞNAK PARTİSİNİN 8. KONGRESİ )

Değerli Dostlarım,
Geçen günlerde “Ermeni İhanetinin itirafı ve İspatı” adlı araştırma yazımı yayınlamıştım. Bu yazıda, gafletimize örnek bir yazıyı da yayınlayacağımı belirtmiştim. Bu yazı aşağıdadır. Bu başlığı okuyan bazı arkadaşların, "Ermenilerin ve partilerinin bir çok toplantısı olmuştur ve bu da 8. toplantılarıdır, ne var bunda " diye düşünebileceklerini tahmin ediyorum. Fakat, durum öyle değil. Tarihi önemi olan bu toplantı, Osmanlı Devletinin kendi içinde yapıldığı halde, kendisini yok etmeye yönelik faaliyetlere karşı ne denli sağır olduğunun tarihi belgesidir. Şimdi, Türk tarihi Dergisinin Şubat 1986 tarihli ve 12 sayılı nüshasında yayınlanan bu yazıyı sunuyorum.. TAŞNAK PARTİSİ 8. KONGRESİ .Taşnak (Taşnaksutyun) Partisi ihtilalci Ermeni partileri arasında en uzun ömürlü, en etkin, Ermenilerin hayatını ve dinlerini en çok etkilemiş olan partidir. Federasyon (Birlik) anlamına gelen Taşnak Partisi, Rus Çarının baskıları karşısında dağılan bir kısım Ermeni tarafından, Hınçak (Çan) Partisine alternatif olarak 1890 yılında kurulmuştur.
.Troşak adıyla dergi çıkardılar ve propaganda yaptılar. 1892 yılında 1. Kongrelerini yaparak, Ermeni İhtilalci Federasyon ilkesi olarak Marksist çizgide karar kıldılar. Değişmez özelliği ve hedefleri Türk düşmanlığı yaratmak üzerine olmuştur.
. Taşnak partisi, 1907 yılında yeniden teşkilatlandı. Batı bürosu Cenevre (İsviçre), Doğu Bürosu Ermenistan'da (Kilise bünyesinde) kuruldu. Doğu Anadolu faaliyetleri, Van, Muş, Erzurum ve Trabzon'da kurulan komitelerce yürütülmüştür.
. Taşnaklar kendilerini desteklemeyen ve para yardımı yapmayan zengin Ermenileri acımasızca öldürmüşlerdir. Ermeni yazar S. Gabrielian, para istedikleri Avrupalı zengin bir Ermeninin " ben kendi paramla memleketin celladı olmak istemem " diyerek para vermediği için öldürüldüğünü yazmıştır. Bu şekilde, Moskova'da Yamharian, İzmir'de Balyozian, Rus Ermenisi Bahalian gibi zengin Ermeniler katledilmiştir.
. 1914 yılında, Osmanlı devleti seferberlik (30 Temmuz 1914 günü) ilan ederek ölüm-kalım savaşına girerken, Temmuz 1914 ayı içinde, Ermeniler Erzurum da Taşnak Partisinin 8. Genel kongresini yaptılar.Kongre 2 hafta devam etmiş ve 28 celse yapılmış ve yurt içi- yurt dışı 30 temsilci katılmıştır. Osmanlı aleyhine olan kararlar ilk celsede görüşülmüş ve ittifakla kabul edilmiştir. Kongre, Rus-Ermeni ittifakını tasdik ederek aşağıdaki kararları almıştır.
1. Harp ilanına kadar sükunet ve itaatlar muhafaza edilecek, Rusya dan gelecek silahlarla mücehhez hale gelinecek.. 2. Harp ilan edilirse, Türk ordusundaki Ermeniler silahlarıyla birlikte Rus ordusuna iltihak edecek.. 3. Türk Ordusu ilerlerse,sükunet muhafaza edilecek, 4. Türk ordusu ricat eder veya ilerleyemeyecek hale gelirse çetelerce derhal ordu gerisinde plana göre hal-i faaliyete geçilecek.
Bu kararlar doğrultusunda hareket edilmiş olup, ihanetin itirafı sayılan meşhur Nubar mektubunda izah edilen faaliyetler icra edilmiştir. Bu toplantı kararları konusunda 1914 yılında Şam şubelerine gönderilen mektup da ise, " Ruslar sınırların ötesine ilerler, Osmanlı geri çekilirse, her şey aynı anda yapılacak ve bütün engeller ortadan kaldırılacaktır. O zaman Osmanlı ordusu iki ateş arasına alınmalıdır. Bütün devlet daireleri tahrip edilmeli, hükümet güçleri içte meşgul edilmeli, askeri konvoylara saldırılmalıdır.
Bu yazıyı okuyunca anlıyoruz ki, Osmanlı devleti kendi topraklarında o günün şartlarında dünyanın her yerinden Erzurum'a kadar gelebilen 30 hainin kongre yapması ve kendisinin idamında izlenecek yol ve yöntemlerin kararlaştırıp dünyaya yayılması olaylarından hiç haberdar olamamıştır.
Esasen, Osmanlının kendi idam fermanını imzalamış olarak kabul ettikleri olay, ıslahat fermanında yer alan ve 3'lü devlet (İngiltere, Fransa ve Rusya) dayatmalarıyla fermana koydurulmuş olan " Islahatların uygulanmasını yerinde izlemek için müttefik devletlerden temsilcilerin Anadolu şehirlerinde bulunmalarına izin verilecektir " şeklindeki maddedir. Bu maddeye dayanarak 2500den fazla batılı misyoner-ajan doğu Anadolu'ya dolmuş ve Ermenileri örgütleyip silahlandırmış ve savaşın başlamasıyla birlikte "hasta adam" diye niteledikleri Osmanlıyı bölüşme yarışına girmişlerdir.
Bu tarihi olayları hatırlarsak, günümüzde yaşadıklarımızı daha iyi yorumlarız ve geleceğe yönelik alacağımız tavırlar ve planları daha isabetli yaparız.. Osmanlı siyasi tarihini okurken, bazen hayrete düşerdik, bazen ağlamaklı olurduk. Bu kadar da olmaz ki derdik.. Devletin haberi yokken ülkenin savaşa sokulması, yetki verilmemiş heyetlerin düşmanlarla savaş sonrası görüşmeler yürütmesi gibi... Yarın veya uzun gelecekte, bu günlerde yaşananları okuyan gençlerimiz de, ne derecede aldatıldığımızı öğrenecekler ve bu kadarda olmaz ki diyecekler..
Örneğin, tarihimize ve Milletimize küfredip hakaret edenler, iftira atanlar dışardan alkışlanıp Nobel ödülü ile ödüllendirilecek ve bize " bu ödül ve Fransızların aldığı karar sizin için faydalı olacak, düşünce özgürlüğünüzü geliştirecek, alkışlayın" diyorlar ve de dahili hainlere alkışlatıyorlar..
Kendi Milleti ve tarihine ihanet edenler, ödül aldıkça ve zengin oldukça arkası gelecektir..
Nitekim, Elif Şafak "baba ve piç" diye bir kitap yazdı. yargılandı batılıların baskısı ve düşünce özgürlüğü kıskacında beraat ettirildi.Bu kitaptan bir pasaj okuyalım.. " orada yerleşik milyonlarca Ermeni’ye ne oldu peki? Asimile edildiler,eridiler, yetim bırakıldılar. sürüldüler. mal mülklerinden oldular. Türkler di 1915 de bunları yapan.. Sen kalk gel orta Asya’dan, dal dosdoğru Anadolu'nun bağrına.. Bütün akrabalarını 1915'de kasap Türklerin ellerinde kaybetmiş soykırım zade bir sülalenin torunuyum.”
İşte, beraat eden yazılardaki cümlelerden bir kaçını verdiğimiz sözde düşünce özgürlüğüne (bizim ülkede) faydası olacak kitap bu... Bu iftiralara aldırmamak, duymamak ve kayıtsız kalmak gafletin ta kendisidir.. Çünkü, bu iftiraların hedefi Türk devletini ve Milletini Anadolu dan sürmek hayali yatmaktadır.. Bilelim ki, yaratılış olarak hiç bir beden, bünye veya varlık, kendisini yok etmeye yönelik faaliyet ve tehlikeye karşı kayıtsız kalamaz. Eğer kalırsa, kendi varlığını inkar etmiş sayılır...
Mutlu günler dileğiyle...
Av. Naci SÖZEN (Em. Hv. Alb.)Ekim 2006/ANKARA

KIBRIS VE TÜRKİYE

KIBRIS OLAYININ TARAFLARI VE TÜRKİYE


1. Kıbrıs, 1877 Osmalı-Rus savaşında, Osmanlı orduları yenilip Rus orduları İstanbul önlerine (Yeşilköy) kadar gelince, İngilizler'in Rusları durdurmaları ve geri çekilmelerini sağlamaları karşılığında, geçiçi bir süre için Kıbrıs'ın yönetimini kendilerine devrini istemeleri sonuçu, İngiliz yönetimine devredilmiş ve gelecekte geri iade edileceği kararlaştırılmıştır.

2. Gelişen olaylar sonucu Osmanlının her cephede yenilmesi ve 1. Dünya savaşı çıkması nedeniyle, İngiltere, sözünden caymış ve Kıbrıs'I tek taraflı olark İLHAK etmiştir. Kurtuluş Savaşı sonunda toplanan Lozan Görüşmelerinde Kıbrıs fazla konu edilmemiştir. Sayın DENKTAŞ, anılarında, " İngiliz sömürgeciliğinin en sert dönemleri olan 1931-1945 yılları arasında Kıbrıs'da İngiliz idaresindedir. Bu dönemde, İngiliz Kral Marşı (Milli Marş) ezberlenir ve topluca söylenirdi." İfadeleri yer alır.

3. Menders ve Karamanlis, 1959 Zürih, 1960 Londra Anlaşmalarını imzalamışlardır. Kıbrıs üzerinde sahip olduğumuz haklar bu anlaşmalara dayanmaktadır. AB tarafından GKRY'ne tam üyelik verilmesi yasal bir temele dayanmıyor. Bu yasal olmayan duruma 1 mayıs 2004 öncesi, yasal bir durum kazandırmak için bu oylama ve plan ortaya çıkmıştır. Kıbrıs Türkleri, Türkiyenin oluru olmadan başka bir topluluğa katılamaz. Yani, yürürlükdeki uluslararası anlaşmalara ayıkrı olan Rum üyeliği olğusuna yasasllık kazanmak için Türkler kullanılmaya çalışılmaktadır.

4. Rumların HAYIR demesi herkesi şaşırtmıştır. İngilterede yayınlanan bir yazıda, Rumların plana evet denesini gerektirecek olan ve talepleri doğrultusunda planda yer alan 12 husus şöyle sıralanmıştır.
Rum göçmenlerin çoğu evlerine dönecekler,
Mal ve mülk iadesi olacak,
Türkiyeden adaya göç önlenecek (%5olabilir)
Rum toprağı %64 den %72 ye yükseliyor,
Bu hususlar BM garantisindedir.
Türk askeri, önce 6 bine, bilahare 650 ye inecek,
Adanın bölünmüşlüğü hemen sona erecek,
Kıbrısın tamamı AB ye girmiş olacak,
T.C. kökenlilerin tapuları iptal olacak,
Rumların çıkardığı ve AB hukukuna uyduduğu 140 kanuna EVET denmiş olacak
Kıbrısa giriş ve çıkışlar merkezi hükümetin yetkisinde olacak…. Bu kazanımlara rağmen neden hayır dendiği anlaşılamamış, ayrıca, Yunan gazeteleri de Kıbrıs Rumalrına " her istediğinizi aldınız, niçin hayır diyorsunuz diyerek sormaktaydılar.

5. Her iki taraftan EVET çıksaydı, 25 Nisandan itibaren nelerle karşılaşacağız ;
Kıbrıs'a vizesiz giremiyecektik, Yunanlılar için vize gerekmiyecekti.
Gemiler ve uçaklar izinsiz adaya yaklaşamıyacak, yakınından geçemiyecekti.
İçeriği belli olamay 9 bin sayfalık plan ile Kıbrıs masa başında kaybedilecekti
Yakın zaman içinde, Kıbrıs Rumları AB mahkemelerinde dava açarak, Türklere tanınan hakların AB hukukuna yakırılığını öne sürüp iptal ettireceklerdi.
Türklerin son güven noktası olan Türk Ordusu adadan çıkacaktı.
Türkiye ile bağları tamamen kopacaktı. Kıbrıs AB toprağı olacaktı.
Türkiyenin karşısına, Türk-Yunan sorunları, Güneydoğu, Irak meseleleri, Fener Patriği, Pontus Rumları konuları getirilecekti,
Türkiyenin AB üyeliği yolunda, Yunanistana ilave Kıbrıs devletide eklenecekti ( bu konu yinede var olacaktır)

6. Kıbrıs olayının aleyhimize gelişmesinin 3 önemli anı / olayı nedir?
Yunanistanın bizden önce AB üyesi olması,
Yunanistanın NATO'ya dönüşünde veto hakkımızı kullanmamış olmamız
Gümrük birliğine girerken Rum kesiminin AB üye adaylığına karşı çıkmadık,

7. Rumlara, HAYIR oyu verdiren hususlar neler olabilir ?
Türk egemenliğinin resmen kabul edilecek olması,
Türk ordusundan hemen kurtulamamak,
Türkcenin resmi dil olması,
Federasyonu red görüşünden sapmış olmaları,
Nasıl olsa AB üyeliklerinin garanti olmasıdır.

8. Türk tarafı için kritik konular,
Türk tarafına geçecek Rum göçmen sayısı,
Sınırların çizilmesi,
Toprak devri ve sınırla göçmen durumuna geçeceklerin iskanı,
Türkiyenin garantörlüğünün devamı,
Ekenomik konular,
Egemen ve eşit / güçlü kurucu devlet olarak kabul edilmeleri,
Planında yer alan hususların AB birincil hukuk olarak kabul edilmesi,
Adaya 7 bin BM Barış gücü sokulacak, muhtemelen, arkasından NATO güçleri görevlendirilecek (Yoguslavya örneği)..bu yolla ABD askeride gelecek..
Bu esasları dikkate almayan bir birleşmenin sonunda Girit adasının akibetine benzer bir gelişme olacak ve Kıbrıs Rum adasına dönüşebilecektir…Girit olayı nedir ?

9. AB ülkeleri ile Yunanistan ve Kıbrıs Rumları, Türkler ile dostluk kurmaya, birlikte yaşamayaisteklilermi ?
Fransız Dışişleri Bakanı Mıchel Barnier, 07 Nisan 204 günü, " Türkiyenin AB üyeliğine karşıyız" açıklamasını yaptı.
Alman Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi Lideri Edmund Stoiber " Türkiyenin AB üyeliği Avrupanın siyasi birliğiin sonu olur " dedi.
Eski Fransız Cumhurbaşkanı " AB bir Hıristiyan kulübüdür, Türkiyenin yeri yoktur " dedi.
Yunan din adamları Türkiyenin AB üyeliğini asla haketmiyeceklerini açıkladı.
Rum meclisi, 5 aralık 2003 günü şu kararı aldı. " 14 eylül 1922 günü, resmi olarak Küçük Asya (Anadolu) Elenizmi ve Küçük Asya yıkım anı ve şeref günü olarak kabul edilir. Her yıl 14 eylül günü Türkler tarafından Küçük Asya da yerlerinden edilen Yunanlılar için konuşmalar, etkinlikler ve anma törenlei yapılması kabul ve teyit edilir". Bu ve benzer kararlar birleşme olsaydı ne olacaktı?
Önceki yunan Dışişleri bakanı Papandrau bir konuşmasında " tüm rum malları teslim edilsin, Patrikhaneye bağımsızlık verilsin, Suriye-Türkiye sırnırı Araplara özgürlük, İmroz adalarına serbestlik verilsin, İznik, Bursa ve Sivasta patrikhaneler açılsın " demiştir.

10. Bazı önemli tesbitler,
İngilizlerin Kıbrıs üsleri hiç konu edilmiyor,
ABD'nin Kıbrısta üs edinmeyi amaçladığı söyleniyor
AB, Kıbrısı hemen kendine bağlıyarak, ABD, Türkiye ve Rusyayı dışarda bırakmaya çalışıyor.
Annan planından Rumlar bir şekilde hep haberdardı.
Bu planın ABD ve İngiliz menfaatlerine uygun hazırlandığı söyleniyor.
Rusyanın bu AB-ABD çekişmesini fısat bilerek BM oulamasını veto ettiği söyleniyor.
Plana göre , TBMM ve MGK kararlarından sapmalar olduğu dile getiriliyor.
Yunan hükümeti " oylama nasıl olursa olsun, Kıbrıs Rumlarının yanınındayız " diyor.
Kıbrısın Türkiye için stratejik önemi yoktur diyorlar, Türkiye 50 mil, yunanistan 450 mil, AB ülkeleri binlerce mil, ABD onbinlerce mil uzakta ve hepsi için stratejik önemi var, Türkiye için önemisizdir. (kargalar bile güler),
AB meclisinin son kararlarından biri " Türk hükümeti, batı ve AB yanlısı politikalrı ve uyum yasaları çalışmalarında, ülkede mevcut olan Kemalist kesimler, Yargı, Üniversiteler, TSK ve bürokrasiye karşı korunmalıdır "

11. Bu sonuca göre neler olacak ?
KKTC için Tayvan modeli uygulanabilir ? yani, uluslararası tanıma olmadan, ambargolar vediğer kısıtlamalar kalkabilir, büyükelçi atamazlar, ticari ateşeler atanır, serbest ticaret, turizm, eğlence, sermaye hareket bölgesi oluşur "
KKTC'nin tanınması için atağa geçilir, (zayıf bir ihtimal)
ABD ve AB Rumlara baskı yapar, Türklerin "anlaşmaz olduğu" iddası çürür.

ABDnin son söylemleri ;

1. Ilımlı islam,
2. Türk - islam sentezi,
3. Türk - İslam cunhuriyeti,(Powel) , bu söylemleri takiben, Türkiyeden , yeni oluşturulacak olan BOP için misal olması istenecek, hatta, bu role sokulacak,..

DEROGASYON NEDİR ?

Türkceye kısıtlamalar, istisnalar veya ayrıcalıklar diye çevrilmektedir. Türk tarafı için olmazsa olmaz diye tanımlanan önemli hususların ikili veya dörtlü çerçevede, yani imza garantisinde kalmaması v taraf olan AB boyutuna taşınması istenmektedir.
Yani, bu önemli konuların kalıcı olması ve ilerde iptal edilememesi için Abnin birincil hukuku haline getirilmesi şarttır. Çünki, AB inin kendisine has bri felsefesi ve hukuk düzeni vardır. Bunun temel unsurlarından biride, kendi bünyesi içinde dolaşım, yerleşme, mal-mülk edinme v iş yapma serbestisidir. AB üyeliğinden sonra, bir Rum vatandaşı AB mahkemelerine gider ve bu kuralların AB hukukuna aykırı olduğunu ileri sürerek iptaliniister ve mahkeme iptal ederse ne olacak? Türklerin kazanımları yok olacaktır. İşte, kazanılan hakların yok olmasını önlemek için bu esasların AB ülkelrince kabul edilmesi ve AB iç hukuk kuralları hüviyetini kazanmaları istenmiş, fakat, başarılı olunamamıştır.

AV. NACİ SÖZEN -ANKARA

IRAK OLYI VE TÜRKİYE

I R A K O L A Y I VE T Ü R K İ Y E
GİRİŞ :

Irak olayı, 1991 yılı Körfez Savaşından itibaren hep var oldu ve olumsuz etkilerini başta Türkiye olamak üzere, çevresi ve Dünya'da hissettirdi. Bu süregelen sorun, ABD'nin hedefleri doğrultusunda krize dönüştürüldü. Krizin şiddeti her gün yükseltilerek savaşa doğru gidiş başlatıldı. Devreye giren Birleşmiş Milletler, bir yandan silah denetcileri görevlendirerek, diğer yandan da yoğun diplomasi ile savaşsız çözüm yolları aramaya girişti. Türkiye başta olmak üzere, barışcıl çözüm için birçok ülke ve kuruluş girişimlerde bulundu, bölgesel toplantılar, tarafları ikna çabaları sonuç vermedi. Kriz, savaş hazırlıkları, bölgeye sevkiyat, yığınak yapma, karşılıklı tehditler ve propagandalarla son aşamaya getirildi. Sonuçta savaş fiilen başladı ve haftaları geride bıraktı.
Televizyonlardan naklen izlemekte olduğumuz bu savaş acaba önlenebilirmiydi ? Bu soru hala soruluyor. Hatta, savaşın meşru olmadığı, uluslararası meşruiyetin sağlanmasından sonra savaşın başlamasının gerektiği, ABD'nin yaptığının hiç de iyi bir iş olmadığı, dünya kamuoyu ve BM'nin karşı olmasına rağmen savaşın önlenemediği söylenip, çeşitli eleştiri ve teoriler dile getiriliyor. Bu safhada gerçek olanın " barışcıl çözümlerin gerçekleşmesi ve savaş çıkmadan sorunların çözüme kavuşturulabilmasi için tarafların, en azından bir tarafın barışcıl çözümü istemeleri gerektiği veya başka bir güç / kurumun (BM gibi) tarafları barışı seçmeye zorlayabilmelerinin şart olduğu " olgusunun görülmüş olmasıdır. Ne yazıkki bu olgu gerçekleşemedi.
Yaşamakta olduğumuz Irak Olayına tüm tarafların vermiş olduğu farklı isim ve nitelendirmeleri bir hatırlayarak sorunu önce anlamaya, sonra da , doğru değerlendirme ve sonuçlar çıkarmaya geçmeliyiz.

TARAFLARIN OLAYI / SAVAŞI TANIMLAMALARI VE NİTELENDİRMELERİ ;

. ABD ve koalisyon üyelerinin isimlendirme ve niteleme söylemleri ;
. Irak halkını özgürleştirme savaşı,
. Saddam HÜSEYİN ve rejimini ortadan kaldırma operasyonu,
. Irak'ın kitlesel imha silahlarından arındırma hareketi,
. Irak'ın zenginliklerinin Irak halkına teslim etme girişimi,
. Terörizmi ve teröristleri desdekleyenleri cezalandırma hareketi,
. Diktatörleri devirme ve halkın kendisini yönetmelerini sağlama çabaları,
. Irak yönetiminin isimlendirme ve nitelemeleri ;
. Emperyalizmin ve Siyonizmin Müslümanlara saldırısı,
. ABD ve ortaklarının Irak petrolünü çalma faaliyeti,
. ABD ve küresel sermayenin Ortadoğu petrolünü ele geçirme mücadelesi,
. Hristiyan aleminin Müslüman alemine saldırısı (Haçlı seferlerinin tekrarı)
. Müslümanlığı ve İslam medeniyetini yok etme girişimi,
. Irak halkı ve kültürünü tahrip etme ( Cengiz Han seferi gibi ) istilası.
. Dünya kamuoyu ve savaş karşıtlarının isimlendirme ve nitelemeleri ;
. ABD'nin dünyayı yeniden şekillendirme isteminin uygulanması hareketi,
. Ulusal çıkarların askeri güçle kazanmaya yönelik ihtiras savaşı,
. Küresel sermayenin nüfuz alanlarını genişletme gayretleri,
. Mevcut ekenomik çıkarların korunması gayreti ( Fransa, Rusya ve Almanya için ),
. İsrail topraklarını genişletme ve Ortadoğuyu yeniden şekillendirme eylemi,
. Dolar ve Euro'nu değer kazanma mücadelesi,
. ABD'nin, Ortadoğu - Kafkaslar Ekseninin tamamlama ve Orta Asya hattıyla birleştirme hareketi,
. ABD'nin , dünya lideri ve tek süper güç konumunu abartarak tüm dünyaya hükmetme arzusuna kapılmasının tezahürleri şeklinde isimlendirmeler ve nitelendirmeler olup, 10 yıldır var olan Irak olayı (problemi, sorunu ) , ABD tarafından bilinçli olarak kriz sürecine sokulmuş, BM ve dünya ülkeleri, kamu oyları ve diğer kuruluşların çabalarına rağmen, tarafların sertlikleri, meydan okumaları ve restleri, diplomasinin iflas ettirilmesiyle birlikte silahlı çatışmaya dönüşmüştür.

SAVAŞIN ÖNCESİ VE SONRASINI ETKİLEMİŞ / ETKİLEYECEK OLAN TESBİTLER ;

1. Sovyetler Birliği'nin dağılması ve ABD'nin tek süper güç olarak kalması sonucu, Küveyt, Makedonya, Kosova , Bosna - Hersek, Somali gibi çatışma bölgelerine ABD önderliğinde müdahale edilmesi istendi, teşvik edildi ve ABD'nin liderliği dünyaca benimsendi,
2. Geleceğin planlayıcısı olan merkezler, ömüzdeki yüzyıllarda dünyanın 3 güç odağı olacak, bunlar, Amerika Kıtası, Avrupa Kıtası ve Uzak Doğu Asya bölgesidir. Bu güç odaklarının dışında kalacak ülkeler yalnız olacaklardır dediler.
3. ABD'li bir kısım (şahinler) üst düzey yetkili, 3 Haziran 1997 günü Yeni Amerikan Yüzyılı Projesinin (PNAC) İlkeleri Bildirgesi olarak yayınladıkları duyuruda, " dünya ABD'nin küresel liderliğini kucaklamak mecburiyetindedir. Küresel görevimizi yerine getireceksek, savunma harcamalarını artırmalıyız. ABD, ilkelerine, refahına ve güvenliğine uygun bir küresel düzeni kurmak ve genişletmek için gereken sorumluluğu kabul etmelidir. Bu bildiriyi imzalayanlar içinde, Dick Cheney, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Jeb Bush ve Zalmay Khalilzad de vardı, henüz Bush başkan olmamıştı.
4. ABD, kendi topraklarındaki petrolün üretimini yıllar önce durdurmuştur. Dünyadaki petrol rezervleri tükendikten sonra kendi petrollerini kullanmaya başlayacaklardır. Petrolü olmayan bir ABD'de hayatın tamamen duracağına inanılmaktadır.
5. Amerikalılar, "dünyada üretilen her güzel malzeme, kaliteli meyve ve sebze ile sağlıklı ve akıllı her insan Amerika ve Amerikalılar için üretilir/yetiştirilir/ büyütülür " diye düşünürler.
6. Bir ABD vatandaşına göre " ülkesindeki dengeler pamuk ipliğine bağlıdır. Zenciler, ceplerine doldurulan dolarlar, bindikleri lüks arabalar ve gürültülü müziklerle, sorunları unutturulmuş gibi olup, Kızılderili ve diğer yerli azınlıklar da, tahsisli bölgelerde, bedava içki, kollu oyun makinaları ve klimalı kapalı şehirler içine alınarak beyinleri uyuşturulmuş durumdadır. Dengeler bir sebeple bozulur veya bir kıvılcım çakarsa ABD'nin sonu çok kötü olur denmektedir.
7. Irak savaşını önleyemeyen ve ABD'yi durduramıyan BM , AB, NATO ve diğer kuruluşların varlıklarının, sadece güçsüzler için değer taşıdığı ve süper gücün karşısında dağılmaya mahkum olduklarını görülmüştür.
8. ABD'li düşünür HUNTINGTON'nun teorisine göre ; İdeolojiler arası çatışmalar bitmiştir. Gelecekte çatışmalar uygarlıkların karşı karşıya gelmesinden çıkacaktır. Özellikle, İslam ve Çağdaş Batı uygarlığı çatışması ön plana çıkacaktır.
9. ABD'li teorisyen Naom CHOMSKY 'ye göre, (kendisi ABD politikalarını en sert dille eleştiren kişi olarak bilinir), " ABD, az gelişmiş ülkelerde demokrasinin gelişmesini istemez. Çünki, demokrasi iyi işlerse, halk, ülkelesinin kaynaklarına ve çıkarlarına sahip çıkacak liderleri işbaşına getirir. Bu da, ABD'nin işine gelmez"
10. İsrail'in Kuzey Irak hıristiyan Kürtleri ile sıkı ilişkileri vardır, hatta, Kürt asıllı Yahudiler bile vardır. Bir iddiaya göre, Irak petrolü Ürdün üzerinden İsrail'e ulaştırılacak, Ürdün ikiye bölünüp , bir kısmına Filistinliler yerleştirilecek, İsrail toprakları Kuzey Irak ile bağlanacak şekilde genişletilecektir.
11. Yeni ABD stratejisi, Kahire'den Moskova'ya, Paris'ten Almaata'ya uzanan çizgiler üzerinde ABD çıkarları gözetilecek, engeller ortadan kaldırılacaktır.
12. ABD'li stratejistlerin son bombası ise, " Türkiye, Avrupa ile asla bütünleşemez, çıkarları çatışır. ABD ile de Ortadoğuda menfaatleri uygun düşmez. İslam dünyası ile de birlik kurması mümkün değildir. Sonuçta, Türkiye'nin yeni Türki Devletlerine yönelmesi ve onlarla birlikler kurması kaçınılmazdır."
13. ABD, Irak saldırısı sonrası Suriye ve İran'a yönelecektir. Daha sonra da yeni hedefler (Libya, Kuzey Kore, Somali ve diğerleri ) gündeme gelecektir. Bu düşüncenin sonucu olarak, dünya ülkeleri, " ABD, her istediğini yapmaya kalkarsa, sınırları yeniden çizmek isterse, sıra bize de gelirse ne olacak, ABD'yi kim durduracak ? " sorusunu sorarak endişeye kapılmış durumdadır.
14. Yakın geçmişte, petrol kaynaklarını ele geçirmek ve topraklarını genişletmek için, önce İran'a saldırarak yıllarca savaşan, sonra, birden bire barış yaparak Küveyt'e saldıran Saddam Yönetiminin , bu ABD saldırısı karşısında, tüm dünya ülkeleri ve özellikle, Arap dünyasından destek istemesi, cihat çağrısı yapması ve İslam adına savaşa girilmesini talep etmesi ne kadar inandırı bir istek olabilir ? diye sorulmalıdır.
15. Türkleri, Birinci Dünya Savaşında, İngilizlerle birleşerek arkadan vuran, 20 yıldır yaşadığımız terör mücadelesinde, terör örgütlerini içlerinde barındıran, terörist başını koruyup kollayan, ev tahsis eden, militanlarıyla katılıp bizzat destekleyen, örgüt kamplarını topraklarında açan, teröre desteğini her açıdan sürdüren komşu islam ülkelerinin ( İran, Irak, Suriye, Filistin, Beyrut ve diğerleri ) , şimdi bizden Irak'ın yanında yer almamızı nasıl isteyebilirler?. Devletler ve Milletler için önem taşıyan , güvenlik, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, barışın korunması, BM, Uluslararası ilkeler ve değerler gibi husular sözkonusu olduğunda , öncelik "GÜVENLİK " olmak zorundadır. Bunun günümüzde en şiddetli savunucusu da İsrail olmaktadır.

TÜRKİYE AÇISINDAN KRİZİN GEÇMİŞİ, BUGÜNÜ VE GELECEĞE YÖNELİK MUHTEMEL ETKİLERİ ÜZERİNE TESBİTLERİMİZ ŞUNLARDIR ;

1. Musul ve Kerkük, Kurtuluş Savaşı öncesi çizilen Milli Sınırlar (Misak-I Milli) içindedir. Lozan görüşmelerinde İngilizler tarafından adeta gasp edilmiştir. Prof. Mim Kemal ÖKE tarafından, İngiliz Dışişleri Bakanlığı arşivindeki belgelerden tesbit edildiğine göre, Türk heyetinin Lozan - Ankara gizli haberleşmesini çözerek, stratejimizi öğrenmişler ve Lord CURSON, sürekli olarak İsmet PAŞA'nın önüne Ermeni Meselesini getirmiş ve Doğu Anadolu'da onlara toprak istemiştir. Böylece, Musul sorununun çözümünü erteletmiştir. Bir ara, Musul Petrolündan pay önerilmiş, Türk heyeti düşünmek için süre aldığında, İngilizler, çevreye, " Türkler Musul ile İslam adına veya soydaşları için değil, petrol için pazarlık yapıyorlar " diye yaymışlardır. Bu günde at pazarlığı söylentileri vardır.
2. İngilizler, sonraki devrede, Musul ve Kerkük konusunu kendi lehlerine çözmüşler ve Türkiye 'ye petrolden pay verilmesi kabul edilmiştir. Fakat, Türkiye, 1958 yılları değişimlerinden faydalanmak istememiş, yönetimler Ortadoğu'ya tekrar bulaşmaktan kaçınmışlardır. Geçen zaman içinde, tutarlı politikalar izlenememiş, petrol payımız alınamamış ve Türkmenlerin varlığı görmezden gelinerek, son yıllarar kadar hiç bir platformda Türkmenler telaffuz edilmemiştir.
3. Sevr Anlaşmasıyla, Türkiye'ye Ankara ve çevresinde küçük bir saha ayrıldığında, bazıları " Türkler buraya sığacaklar mı? " diye sorunca, diğerleri " sığmazlarsa Orta Asya'ya, geldikleri yere dönsünler " demişlerdir.
4. Son günlerde, Kuzey Irak'da Kürt devleti kurulacağı, sınırlarının Van'dan İskenderun'a kadar uzatılacağı söylenmekte, haritaları yayınlanmaktadır. Ermenistanın doğu illleri ve Ağrı dağını haritası içinde göstemekte olduğu, Suriye'nin Hatay hayali, Rumların Pontus Devleti ve Ayasofya / Fener Rum Patrikhanesi özerkliği isteği konularının bizim önümüze getirileceği söylemleri vardır.
5. Irak savaşına yaklaşımımız nasıl olmalı, neresinde durmamız gerektiği, savaşa katılıp katılmama konusunun boyutları, savaşın bize zararları ve geleceğimize, güvenliğimize muhtemel etkileri dikkate alındığında, savaş konusunda söylemlerde bulunan, Portekiz, Norveç, Belçika , Meksika gibi ülkelerle aynı durumda olmadığımız çok açık ve nettir.
6. Lozan görüşmelerinde, Türk tarafı için taviz verilmeyeceği kararlaştırılan iki konu " Ermenilere Anadolu toprağı verilmemesi ve kapitilasyonun kaldırılması " konuları olmuştur. ABD'nin hala Lozan Anlaşmasını imzalamamış olduğu, bunun da, Ermenilere Anadolu'da toprak verilmemiş olmasından kaynaklandığını unutmayalım.
7. Yunanistan'ın Türkiyeden önce AB üyesi olmasının doğuracağı sakıncalar, 1978 yılından itibaren söylenmesine rağmen, AB üyeliği konusunda Bulgaristan va Polonya , hatta, Kıbrıs Rum kesiminin gerisine düşmüş olmamız çok düşündürücüdür.
8. Paramızın değeri 1998 yılında , AB ve NATO ülkelerin parasının en sonundayken, son aylarda yayınlanan listelerde, Uganda, Burundi , Pakistan v.s . ülkelrin en sonunda yer bulması , yani ekenomik zafiyetlerimiz bu durumların esas nedenidir.

IRAK'DA TÜRK VARLIĞI , MUSUL - KERKÜK SORUNU VE TÜRKİYE ;

1. Irak nüfusu 2001 sayımına göre 23 milyon civarındadır. Bu nüfus, %70 Arap, %16 Türkmenler, %14 Kürtler, Nasuri ve Asuri gibi azınlıklardır. Din bakımından dağılım, %97 müslüman, %3 hristiyandır. Müslümanlar, %65 Şiiler, %35 Sunniler (Arap, Tüerkmen, Kürtler) olarak ayrılır.
2. Türkmenlerin bölgeye ilk yerleşmeleri, Emevi Valileri zamanında olmuş ve Basra yöresine yerleşmişlerdir. Abbasiler zamanında 20 bin Türk yerleşmiş olup, Dohuk ve Samara kentleri bu Türkler için inşaa edilmiştir. Büyük Selçukle Hakanı Tuğrul Bey zamanında, 1055 yılında Bağdat feth edilerek Türkler yerleştirilmiştir.
3. Osmanlı İmparatorluğu, 1534 yılında Bağdat'I almış ve Türkler yine yerleştirilmiştir. Irak 400 yıle yakın Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Abdülhamit zamanında bölgenin önemi anlaşılmaya başlanmış ve elden çıkarılmaması için Musul ve Kerkük Abdülhamit'in şahsi arazisi statüsüne kavuşturulmuştur. Hatta, bu dönemde, 1914 yılında bir petrol şirketi kurulur ve arma yapılması kararlaştırılır. Fakat, Balkan şavaşları başta olmak üzere, bir çok cephede savaşmak zorunda kalındığından bu planlar gerçekleşmemiştir.
4. İngilizler, 1914 yılında Basra (Pam yarımadası) bölgesini alıyor. 1917 yılında tüm Irak ingiliz yönetimine geçiyor ve Musul, Basra ve Bağdat olarak 3 vilayete ayrılıyor. Türkler, 1924, 1946, 1959 ve 1991 yıllarında katliamlara maruz kalmışlardır.
5. Türk varlığı, 1920 Irak anayasasında yer almıştır. Fakat, 1958 ve 1963 anayasalarında yer almamışlardır. Türkiye'de bu unsurları uzun yıllar gündeme getirmemiştir. Lozan'a giderken, Musul, Kerkük ve Süleymaniye kentlerinin Milli sınırlar içinde kalacağı talimatı verilmişti. Görüşmelerde bu sorun çözülememiş, iki kez erteleme olmuş ve sonunda, Ermenilere toprak verilmemesi ve kapitilasyonları tamamen kalkması karşılığı, bu sorunun 9 aylık sürede ikili görüşmelerle çözüme kavuşturulması kanul edilmiştir.
6. İngilizler, sorunu Milletlet Cemiyetine götürdüler, Fransa bu fikri destekledi, Rusya , Macaristan ve bazı ülkelerin de hakemliğinde yapılan görüşmelerde, Musul - Kerkük Irak'a verildi. Türkiye %10 petrol payını 25 yıl süreyle alacaktı. Bu petrol geliri bütce dışı gelir olarak, bütcelere 1985 yıllarına kadar ithal edilegeldi. Bu yıllarda listeden çıkarıldı. Aslında, bu petrol payı hiç alınamadı.
7. İngilizler bir müddet Irak idaresine hakim oldular. Sonra, Ortadoğu haritasını cetvelle çizdiler ve Irak kralı olarak, 1930 yılında Faysal atandı. 1958 yılında General Kasım ihtilal yaparak yönetime el koydu. 1963 yılında da, ayaklanma oldu ve Baas Partisi sivrilmeye başladı. 1979 yılında Saddam Hüseyin yönetime geldi ve halen yönetimdedir.

BİZ BU OLAYIN NERESİNDEYİZ VE GELECEKTE NASIL ETKİLENECEĞİZ ?

1. ABD ve diğerleri, bunca emek ve kayba, sadece Irak halkına demokrasi getirmek ve özgürleştirmek için katlanmıyor elbette. Şimdilik petrol alacak paraları da var, ekenomileri güçlü ve güvenli. Fakat, gelecek kuşaklarının refahı ve menfaatleri için bu savaşları yapıyorlar.
2. Türkiye'nin bölge ile ilgisi, tarihi, dini, ırki, sınırsal, ekenomik, geçmiş mirası ve güvenlik boyutlarıyla direkt bir şekilde vardır. Atatürk, bu bölgenin mutlaka alınmasını istemiş ve Özdemir Bey ile bir kısım personel çalışma yapmaları için görevlendirilmiştir.
3. Bu mücadelenenin dolar ve euro mücadelesi olduğunu da söyleyenler vardır. Doların değer kaybetmesi ve ABD ekenomisinde yaşanmakta olan durgunluk endişeye neden olmaktadır. AB ve Euronun gücünü kırmak için bu olaylar körüklenmiştir.
4. Osmanlı döneminde Irak'ta çıkan isyanları bastırmak için 1879 yılında Bağdat'da, 42. Alay Komutanlığı kurulmuş ve 32 yıl isyanları bastırmak için mücadele edilmiştir
Yani, ABD'yi sonu gelmez isyanlar ve saldırılar bekliyor olabilir.

SORULARIMIZ VE VEREBİLECEĞİMİZ CEVAPLARIMIZ ;

1. Biz Irak olayının neresindeyiz? Biz bu olayın dışında ve gerisinde kaldık, İstemediğimiz şekilde , orada savaşanlarla savaşmak zorunda kalmaktan endişe ediyoruz.
2. Kuzey Irak'da nasıl düzen kurulacak ? henüz belirgin bir durum yok, fakat, Kürt liderler , kendilerine ABD tarafından sözler verildiğini söylüyorlar, fiili bir kuruluş var olup, geliştirmye çalışacaklardır.
3. Bu düzen bizi nasıl etkileyecek? Bu değişiklikler bizi olumsuz etkileyecek. Özelllikle bağımsız bir Kürt devleti kabul etmediğimiz bir sonuç olacaktır.
4. Bu sorun , Kıbrıs ve Ege sorunlarını nasıl etkileyecek? Şimdiden olumsuz etkilemeye başladı. ABD karşıtı olan Fransa ve Almanya saf değiştiriyor. Belçike ve AB yaptığı açıklamalrada , Türkler Irak sınırını geçmesin şeklinde açıklama yapıyorlar. Kendilerini hiç ilgilendirmiyor, fakat , menfaat bölüşümünde Türkleri masada görmek istemiyorlar.
5. Ermeni sorunu nasıl gelişecek ? Ermeni meselesi yakında tekra gündeme gelecek, yasa tasarıları ülkeşlerin mecliskerind egörüşülecel ve bizi gelecekte çok uğraştıracaktır.
6. Ekenomi ve iç politikamız nasıl etkilenecek? Dış yardımlara göre yönetilen mali ve ekenomik sistemimiz her an krizle karşılaşabilir diye yaşamaya devam edeceğiz.
7. AB üyeliği ve ABD ilişkileri nasıl etkilenecek ? Oumsuz etkilenmeye başladığı görülüyor
8. Gelecek kuşaklarımızı nasıl etkileyecek ? Gelecek kuşakları çok olumsuz etkileyeceği endişesi yaşanmaktadır. Güvenliğimizi sıkıntıya sokacak gelişmelere karşı uyanık olmalıyız. Malesef ki, olaylara ve geleceğe karşı ilgisiz bir toplum olduk. Bu ilgisizliğimiz de bilgisiz olmamız sonucunu doğuruyor.
9. Bu olumsuz durum nasıl gelişti ?. Önce, ABD'ye sözler verdik, ilk teskere ile tesisler ve onarımları, yerleşmeyi kabuş ettik, Bu sırada, Irak ziyareti ile ticareti artırmaya çalıştık, Arap ülkeleri ile zirveler topladık, AB ülkelerine göz kırptık, iç politikaya farlık söylemlerde bulunduk umutlar verdik. Sonuçta, ikinci teskereyi meclise gönderdik. Bazı bakanlar kerhen imzaladığını söyledi, bazıları mecliste karşı oy kullandı, aleyhte açıklamalar yapıldı. Sadece dolar pazarlığı yaptığımız dünyaya yayıldı. Gülünç ve komik karikatürler yapıldı ve teskere reddedildi.
. Görüldüğü üzere, baştan itibaren kararlı ve inandırıcı bir politika izleyemedik, gemiyi dört yöne aynı anda yürütmeye çalıştık, kimseye yaranamadık, sınırımızdan öteye geçmeyeceğimize söz verdik ve olacakları beklemeye başladık.


SONUÇ OLARAK MUHTEMEL GELİŞMELER NELER OLACAKTIR.

Bu savaşın sonunda Irak mutlaka kaybedecek, fakat ABD 'de kazanamıyacak diyenler vardır. Silahla gelen gücü halk benimsemezse, uzun bir serenin sonunda, üstün gücün yorulup geri çekilmesi kaçınılmaz olur. Diğer muhtemel gelişmeler ;
1. Bireysel / İslami terör artacak,
2. Anti - Amerikan söylemler yaygınlaşacak,
3. Arap milliyetciliği yükselecektir.
ABD ne pahasına olursa olsun, Dünya liderliğini kaybetmek istemiyecektir. Dünyanın sorunlu alanlarına el koymak isteyecektir. Bu yerler, zengin tabii kaynaklara sahip, stratejik ve jeopolitik yerler olacaktır. Irak, petrolün yanında, zengin altın, uranyum ve bor madenlerine de sahiptir. Afganistan ve Irak savaşı ile gelecek harekatlar sununda, İslami terörün yok edileceği, İsrail devletinin varlığının Araplara kabul ettirileceğini, buna karşılık olarak Filistin Devletini kurulacağı ve İsraile kabul ettirileceği söylemleri dile getirilmektedir.
Bölgemizin en kritik yerinde ve büyük bir ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bizlerin her zaman uyanık olmamız, evrensel değerlere sahip olarak, ekenomik ve kültürel seviyemizi yükseklere çıkarmamız, bugünden çok yarınlar için gerekli olacaktır.

Av. Naci SÖZEN
NOT. : Ankara Ermenekliler Kültür ve Yardımlaşma Derneği Lokalinde, 05.04.2003 günü yapılan, IRAK SAVAŞI VE TÜRKİYE konulu panel takdimi notlarınd

1 Ekim 2007 Pazartesi

ALAKÖPRÜ KURTARILSIN

KARAMAN VALİLİĞİ İL KÜLTÜR MÜDÜRLÜĞÜNE



KONUSU :Ermenek Barajı suları içinde kalacak olan, Kültür varlığı niteliğindeki tarihi
Alaköprü (Görmeli köprüsü)'nün kurtatılması konusundaki dileğimizdir.


İLGİSİ : 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (21 Temmuz 1983)
hükümleri,


KONU HAKKINDAKİ AÇIKLAMALARIMIZ :

1. Taşeli Bölgesi'ni derin bir vadi ile ikiye ayıran Göksu Irmağı üzerinde yapımı devam eden Ermenek Barajı ve Hidroelektrik Santralı inşaatı süratle devam etmekte olup, yakın bir gelecekte su tutulmaya başlanacaktır.

2. Bu barajda su tutulmaya başlandığı zaman, baraj gövdesinden 1,5 km yukarıda bulunan tarihi Alaköprü (Görmeli köprüsü) tamamıyla sulara gömülecek ve yok olacaktır. Bu tarih ve kültür mirasımız köprüyü kurtarmak için, yetkililerce hazırlanmış bir proje veya plan olmadığı bilinmektedir.

3. Tarihi Alaköprü, batı yönündeki kitabesinde bulunan yazılardan anlaşıldığına göre, Karamanoğulları Beylerinden Mahmut Bey oğlu Halil Bey tarafından M.S. 1305 yılında yaptırılmış olup, 700 yıldan beri hiç alternatifi olmadan Göksu'nun iki yakasını birleştirmekte, yüzyıllar boyunca göç katarları, sürüler, insanlar ve tüm canlılara yol olmuş, zaman içinde de motorlu taşıtlar, yük kamyonları ve tırlar dahil tüm araçlara yol olmaya devam etmiştir..

4. Alaköprü, dünya ve Türkiye'deki kemerli taş köprülerin, halen kullanılan, en güzel ve hiç yıpranmamış tek örneğidir. Köprü, atnalı şeklinde ve iki kemerli olup, boyu 21 metre, eni 6 metre ve yüksekliği 28 metredir. Taşlar arasındaki harç, taş kireci, süt ve yumurta akı karışımıdır. Hiç bir taşı yıpranmamış, harçlarından bir parça bile kopmamış, kitabesindeki harflerin hepsi de yerindedir. Köprünün kitabesinde şunlar yazılıdır. " Sultan-I Azam emniyetle geçilmek üzere bu köprünün yapılmasını emretti. O Sultan-I Azam ki, alemde Allah'ın gölgesidir. Dünya ve din üzerine feth babasıdır. Bu kimdir derseniz, Karamanoğullarından Mahmut Bey oğlu Halil Bey'dir. Sene. H. 706, M. 1305, mimarı Aciz Kulyusufoğlu Süleyman "

5. Bu tarih ve kültür mirası köprü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümleri ifadesiyle " tarihi, mimari, estetik ve sağlamlık olarak korumaya ve kurtarılmaya değer " bir eserdir. Bu eser devlet malı niteliği taşımakta olup, yasa gereği, her kurum, kuruluş veya vatandaşın yasal mercilere ve Kültür bBkanlığı kurullarına haber verme sorumluluğu vardır.

6. Yöre halkı bireyleri, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, kurumlar ve kültür dernekleri olarak hepimizin ortak dileği, bu eşsiz eserin kurtarılmasıdır. Bunun için Birleşmiş Milletler ve UNESCO dahil ilgili yurtiçi / yurtdışı ilgili yerlere de başvurulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu yönde, baraj temelinin atıldığı Mayıs 2002 ayından buyana sürdürülen çabalardan henüz bir netice alınamamış olması, bizler için çok düşündürücü bir durumdur.



SONUÇ VE TALEP : Yukarıda ayrıntılarıyla arz ve izah edildiği üzere ;

Tarihi Alaköprü hakkında, tarafınızdan bir uzmanlık incelemesi yaptırıldığında, " Birinci Derecede Korunması Gerekli Eser " kararı mutlaka verilecektir. Bu nedenlerle ;

Tarihi Alaköprü'nün baraj sularına gömülerek yok olmasının önlenmesini,

Bunun içinde, mimari yapısı korunarak çevrede seçilecek uygun bir yere taşınmasını,

Bu taşınmanın zorluğu düşünülerek, bir müze veya sanat kurumu/kuruluşu devreye sokularak gerekirse bir kurum veya müzede sergilenmesinin sağlanmasını,

Bu amaçla, ilgilenebilecek bilim kurumları, sanat kurumları ve özel müzeler dahil duyuru yapılarak, biz Türkler'e ait olan bu eşsiz eserin yok olmasının önlenmesini arz ve talep etmek zorunda kalınmıştır.


DİLEKCE İLE MÜRACAAT EDEN

KÖRKUYU ŞENLİĞİ

MÜJDELER OLSUN ,… MÜJDELER OLSUN Kİ ;…..
KAZANCILILARIN " KÖRKUYU ŞENLİĞİ " ÜÇ YAŞINDA,

Kazancılıların "Geleneksel Körkuyu Şenliği " , üç yaşında olup, bu yılki şenlik, 15 Ağustos 2004 günü yapılacaktır. Geçen yılki şenlik, on bine yakın kişinin iştiraki ve tüm Kazancılılar ve çok sayıda misafirin katılımı ile coşkulu bir ŞÖLEN havasında yapılmış, çevre tepe ve alanlarda tüm yerler dolmuş, yol trafiği jandarmanın yardımı ile açılabilmiş, protokol ve bilim adamlarından misafirler katılımcılara hitap etmiş ve şenliğin, gelecek yıllarda daha coşkulu kalabalıklarla tekrarlanması konusunda tam bir fikir ve gönül birliği oluşmuştur.

Birincisinin hazırlık aşamasında, Tertip Komitesi tarafından, mütevazi bir piknik yapılması fikrinden hareket edilerek, “ Buluşalım - Görüşelim / Konuşalım – Bilişelim “ deyişi ve " dağılıp tükenmemek için el ele " hedefiyle yola çıkılmıştı. Fakat, halkımızın tamamının katılımı, Belediye başta olmak üzere, her kesimin desteği ve coşkusu, daha ilk buluşmada hedefi büyütmüş ve piknikten şenliğe çıkarmıştır. İkinci buluşma ise inanılmaz bir genişlemeye sahne olarak, şenliği şölene dönüştürmüştür. Bu yılki buluşmanın da önceki sınırları zorlayacak seviyelere çıkarılmasını diliyoruz, umuyoruz ve bekliyoruz.
Bu yıl yapıcak olan Ermenek Sıla Festivali de 13 - 14 Ağustos 2004 tarihlerine alınmıştır. İsteyen hemşehrilerimiz bu iki şenliğe de katılabilecektir. Şüphesiz ki, bu yılki şenliklerin en büyük destekcisi, her yıl olduğu gibi yine Kazancı Belediyesi olacaktır. Bununla beraber, tüm Kazancılıların bu şenliğe, maddi ve manevi katkılar yapmasını, destek vermelerini ve teşvikci olmalarını diliyoruz. Kazancı dışından katılacak olanların yıllık izinlerini bu tarihlere göre planlamalarını ve bu duyuruyu çevrelerindeki Kazancılılara ulaştırmalarını rica ediyoruz.

Bu yaylalarda, yüzyıllar öncesi, elinde sazı ve dilinde sözü ile dolaşan, öz Türkcesi ile gönüllere hitab eden Karacaoğlan'dan beri söylenen türkülerimizi hep birlikte söylemeye, oyunlarımızı oynamaya, ve de,…
Körkuyu uyanmış, gözü açılmış,
Etrafına neşecikler saçılmış.
Çadırıyla, keşkekiyle göçülmüş,
Senin başın bayram yeri, Körkuyu.. türküsünü söylemeye hazır olun…
..
Özetle, Körkuyu Şenliğine, gönül vermeye, güç vermeye herkesi davet ediyoruz. Bu şöleni, sadece bir eğlence veya toplantı olarak algılamak yanlış olur. Diğer taraftan, ilk günden itibaren önemle vurguladığımız ve uygulamalarda azami dikkat harcadığımız bir konunun da, bu şenliklerin bir siyasi görüşün, partinin veya bir ideolojinin faaliyeti olmadığı hususunu bir kez daha belirtmeliyiz. Bu şölen, bir kültür faaliyeti olarak, birlik ve beraberliğin, bilmek ve bildirmenin, kendimizi ve insanlarımızı tanımanın bir fırsatı sayılmalıdır. Bu zengin kültürümüz gelecek kuşaklara bu ve benzer faaliyetlerle aktarılabilir. Sonuç olarak ;
Köy deyip geçmeyin, ora, Kazancı,
Kalplerde bırakır, ince bir sancı.. bu sancı dinmez ve dindirilemez..

Haydi,.. KAZANCILILAR şenliğe, şölene.. Unutmayın, " Ermeneğin karşı yanı Kazancı, Aramızda yoktur hiç bir yabancı.." diyerek, selam ve sevgilerimizi sunuyoruz.
.. Körkuyu Şe

KÖRKUYU ŞENLİĞİ

K A Z A N C I G E L E N E K S E L K Ö R K U Y U Ş E N L İ Ğ İ Y A P I L D I

Kazancı geleneksel Körkuyu Şenliklerinin 2.si, 17 Ağustos 2003 Pazar günü Körkuyu yaylasında büyük bir katılım ve coşkulu eğlencelerle yapıldı. Şenlik uygulama programına göre sabah 07.00’dan itibaren başlayan ulaşım 08.30 tamamlandı. Protokol ve davetlilerin 09.00 da şenlik alanına gelişleri ile birlikte, Kazancı Belediye Başkanı ve Şenlik Tertip Komitesi Başkanı Sayın Cafer TAŞTEKİN yaptığı açılış konuşmasında ;tarihimizde önemli bir yeri olan yayla şenliklerinin kültürümüzün gelişmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması, birlik ve beraberliğimizin pekiştirilmesi, ekonomimizin canlandırılması ve çevrede tanınmamıza önemli katkısı olacağını belirtti.

Bu yılki şenliğe tüm Kazancılılar ve çevre köylerden katılımcılara ilave olarak Anamur şehir ve yaylalarından çok sayıda misafir, Ermenek Belediye Başkanı Sayın Uğur SÖZKESEN ve mesai arkadaşları, Göktepe Belediye Başkanı Sayın Halil İbrahim AKSU ve arkadaşları, ERÇEV Başkanı Sayın Reşit KESKİN ve Vakıf Heyeti, Eğitimci Şair Yazar Sayın Mustafa ERTAŞ ve Eğitimci Şair Yazar Sayın Halit BARDAKÇI, Ankara Ermenekliler Derneği Başkanı Sayın Mehmet AYDOĞDU ve arkadaşları, Karaman Milletvekili Sayın Mevlüt AKGÜN ve heyeti ile çok sayıda misafir katılmıştır.

Katılımın rekor seviyede olması nedeni ile şenlik alanında yer bulamayan insanlar Körkuyu yaylası çevresindeki Akbelen, Köristan, Kilise, Yenicesu ve Sığırlık muhitlerindeki ağaçların gölgesine dağılmışlardır. Açış konuşmasını takiben söz alan sayın Mustafa ERTAŞ, Halit BARDAKCI, Reşit KESKİN ve Uğur SÖZKESEN, duyguları ve dileklerini dile getirerek bu tür faaliyetlerin gerekliliğini vurgulamışlardır. Karaman millet vekili Sayın Mevlüt AKGÜN ise konuşmasında, karşılaştığı coşkulu kalabalık ve gördüğü sıcak ilgiden dolayı memnuniyetini belirtmiş ve bölge sorunlarının çözümü konusunda desteğinin artarak devam edeceğini söylemiştir.

Kazancı Folklör Ekibinin çalıp söylediği müzik eşliğinde, kaşık oyunu, eşim eşim, konyalı, develi, sille, kesik çayır, çiftetelli/aslan mustafa, tiridine bandım/mandilli, gökçukur/emmioğlu ve kızım-kızım oyunları yörenin en iyi oyuncuları tarafından sergilenmiş olup katılımcı ve misafirlere tam bir halk müziği ve oyunu ziyafeti çekilmiştir. Eğlencenin ortasında geleneksel bir gösteri olan ve Mehmet Goca (Hasan KÖKSOY) lakabı ile tanınan folklörcünün hazırlamış olduğu DEVE OYUNU (Cansız Yapma Deve) gösterisi başlamıştır. Çok eski yıllarda düğün ve sayalarda yapılan bu gösteri, 30 yıl aradan sonra tekrar edilmiş oldu. Misafirler bu gösteriyi büyük bir merakla izlediler ve Video’ya alarak röportajlar yaptılar. Eski obaların tek eğlencesi olan ve bu günlerde unutulan CINGILLAK tekrar canlandırılmış ve alana kurulan 2 adet CINGILAĞIN üzerinden gençler akşama kadar inmeden oynamışlardır.
Şenlik programında yer alan ve topluca sünnet edilen 16 çocuğa, ayrıca, yaşları 7-12 arasındaki 150 çocuğa Keskin Kolor A.Ş, ERÇEV, Kazancı Belediyesi, İstanbul ve Konya Kazancılılar Dernekleri tarafından sağlanan hediyeler dağıtıldı. Misafirlere önce, saç böreği, su böreği, kapama, bazlama, batırık sıkma ve yayık ayranı ikram edildi. Daha sonra, bulgur pilavı ve saç kavurma dağıtıldı. Ayrıca, Belediye desteğinde kazanlarda pişirilen yöresel ‘keşkek’ ve ‘çilbir’ yemekleri isteyen tüm katılımcılara ücretsiz olarak dağıtıldı.

Öğle yemeğini müteakiben sahne alan Ermenek Atatürk İlköğretim Okulu müzik öğretmeni Sayın Murat KORUK, orgu ve türküleri ile coşkuya coşku kattı. Müziğin eşliğinde oynayan gençler tüm maheretlerini sergilediler. Şiir, saz ve sözde Kazancı bölümünde yöresel sanatçılar saz çalıp türküler söylediler. Kazancı ve yaylaları ile ilgili şiirler okundu.
Karaca oğlan tarafından ilk olarak dizelere dökülmüş olan Sevda ve Coşkular gönümüz şairlerince de şu dörtlüklerde dile getirilmişti:
Körkuyu uyanmış, gözü açılmış, İstanbul dışında yaşanmaz derdim,
Etrafına neşecikler saçılmış, Oğlağı, keçiyi ilk orda gördüm,
Çadırıyla, keşkeğiyle göçülmüş, Çıktım da Dineğ’e, huzura erdim,
Senin başın bayram yeri, Körkuyu. Canıma can kattı, benim Kazancı.

Köy deyip geçmeyin, ora Kazancı, Köyüme olan sevgim, tutkudan bile öte,
Kalplerde bırakır ince bir sancı, Çocuk denecek yaşta,düşmüşüm ben gurbete
Hasretle kucaklar, bizi dağları Ne yapsam dindiremem, gönlümdeki sancıyı
Türlü duygulara sarar bağları. Hedef anlatmak size, doğduğum Kazancı’ yı.

Bu özlem ve sevgi dolu dörtlükleri tamamlayan şiirlerden sonra, eğlence programına devam edildi. Anılar ve fıkralarda Kazancı Bölümünde hoş konuşmalar yapıldı. Dilek ve temennilerde ise bu şenliklerin önemi tekrar vurgulanarak gelecek yıllarda daha büyük coşkular ve geniş katılımlarla şenliğin sürdürülmesi ve Piknik Tertip Komitesi tarafından duyurularda dile getirilen “Körkuyuda Buluşalım-Görüşelim / Konuşalım-Bilişelim” özdeyişi doğrultusunda insanlarımızın birbirinden kopuşu ve yabancılaşmasının önlenmesinin gerektiği ısrarla dile getirildi. Yaylalarımızda elinde sazıyla dolaşan Karaca oğlan tarafından söylenmiş ve dilden dile bu güne kadar aktarılmış olan şu dörtlükleri derleyen Şair Mustafa ERTAŞ hocamız tarafından okundu ve bunların henüz hiçbir dokümanda veya kitapta yer almadığı bildirildi.
Karacaoğlan derki, kimin hayranı, Hey ağalar, var mı sözümde hata?
Barcın yaylasında eder seyranı Daha yol gider mi, ölümden öte,
Tuluktan doldurur, sunar ayranı, Eğersiz, yularsız, ağaçtan ata,
İçene veriyor, bal, karmakarış. Binmeyince gönül yardan ayrılmaz.

Başta Milletvekilimiz Sayın Mevlüt AKGÜN olmak üzere protokol , şenlik alanındaki tüm çadırları ve esnafı tek tek dolaşarak, katılımcılarla tanıştılar ve konuştular, sergilenen kültür ürünleri, el aletleri ve sanat eserlerini incelediler. Yöresel yemekler ve böreklerin yapılışı hakkında bilgiler aldılar, sorular sordular. Programın uygulamasında problemler yaratan seyyar elektrik üretici motorlardan kurtulunması için şenlik alanına elektrik hattı tesis edilmesi ve şenlik alanının bir proje şeklinde ele alınarak yeniden düzenlenmesi konularında her türlü desteğin sağlanması konusunda Milletvekilimiz söz verdi.
Şenlik alanında satış yapan fırın, manav ve kasap esnafı dahil olmak üzere tüm katılımcı esnaf önemli miktarda ciro yaptılar. Saat 18.00’dan itibaren geriye dönüş başladı. Bazı katılımcılar gece yarılarına kadar alandan ayrılmadı. Hatta, nostalji yaşamak isteyen bazı vatandaşlar çadırlarda sabahladı.Yaşlı ve hastalarında özel olarak belediye tarafından şenliğe katılmalarını sağlanması memnuniyet yarattı. Körkuyu şenliği kimsenin burnu kanamadan ve üzücü bir olay yaşanmadan, güzelliklerle başladı ve güzelliklerle tamamlandı. Şenlik alanın güvenliği ve trafiğin seyri Jandarma Karakol Komutanlığı , İlk Yardım ihtiyacı ise Kazancı Sağlık Ocağı tarafından sağlandı. Şenlik sonunda, emeği geçen tüm kurum, kuruluş, esnaf, dernekler ve gece gündüz demeden görev yapan belediye çalışanlarına, folklor ekiplerine ve sanatçılara teşekkür mesajı Şenlik Tertip Komitesi tarafından yayınlandı.


Şenlik Tertip Komitesi
Adına
Av. Naci SÖZEN

KÖRKUYU ŞENLİĞİ

BULUŞALIM - GÖRÜŞELİM / KONUŞALIM - BİLİŞELİM

1. Kazancılı, çok kıymetli hemşehrilerimiz., Kazancı Belediyesi desteğinde ve İstanbul Kazancılılar Derneği koordinatörlüğünde olmak üzere, bu yaz, 18 Ağustos 2002 Pazar günü, Kazancı Körkuyu Çeşmesi başında bir piknik yapılacaktır.
2. Piknik günü sabah saat 08.00’da Belediyenin önünden araçlar hareket edecektir. Bu pikniğe Kazancı’da oturan ve dışarda olupta izine gelmiş olan tüm hemşehrilerimizin katılmasını arzu ediyoruz. Özellikle dışarda olanların izinleri ve işlerini ayarlamalarını ve katılıp birleşmeye, bütünleşmeye destek vermelerini bekliyoruz. Katılıma ve tekliflere göre bu tür birlikteliklerin genişlemesi ve sürekli tekrarlanarak sistemli bir hale gelmesi hayalimizdir.
3. Bu pikniğe nerden ihtiyaç doğdu diye düşünenler olabilir. Günümüzün telaşlı yaşantısı, güçlükleri ve sıkıntıları insanlarımızı bir birinden uzaklaştırmış, hatta, yabancılaştırmıştır. Kasabamız dışında yaşıyanlar, tesadüf ederse, izinlerde karşılaşıp, görüşebiliyorlar, özellikle ikinci kuşak gençler birbirini ve büyüklerini tanıyamadan yıllar gelip geçmekte, hemşehrilik bağı kopup gitmektedir.
4. Ermenek ilçesi çıkışındaki bir levhada “ dağılıp tükenmemek için el ele “ diye bir yazı vardı. Bu yazıya nerden ihtiyaç doğdu diye düşünmüştük. Şimdi anlıyoruz ki, zaman içinde aramızdaki bağların kopmasına seyirci kalırsak bizlerde yalnızlğa düşecegiz.
5. Bu köy bizim köyümüz, bu insanlar bizim insanlarımızdır. Bir Kazancılı’nın bile gözyaşı döküyor olması hepimizi ilgilendirmelidir. Sevinçler ve başarılar da gururlandırmalıdır. Herkesi birliğe, beraberliğe katılmaya ve katkı yapmaya davet ediyoruz.
6. Piknik için herkes yiyeceğini kendisi getirecek, eğlence ve oyunlar oynanacak, sohbetler, kültürel söyleşiler yapılacaktır. Katılımcılardan hiç bir isim altında para veya başka bir şey talep edilmeyecektir
7. Şiirlerde Kazancı ve Kazancılılar’dan bir demet ;

Habına da, Karacaoğlan habına, Bağın güzel, dağın güzel, Ayyanı’nın suyu,
Koçyiğitler sığmaz oldu kabına, Şen huylusun , Kazancılı, Karadır , içilmez,
KABALAK’ta boz ardıcın dibine, Hava, suya sende uy gel, Aybaham’ın suyu,
Yatmamıza şuracıkta , ne kaldı, Durgun ol, gül Kazancılı, Baldan seçilmez,
Ah, Önges’in suyu..
Kurdanayım ala beşik içinde, Derelerin nazlı çağlar, Vah Önges’in suyu..
Görüneyim güzellerin göçünde, Sarmış seni yeşil bağlar, .. bilinmiyor…
KABALAK’ta kara ardıç içinde, Her adımda buz pınarlar,
Kırmızı önlüklü yar ister gönül. Suyun güzel Kazancılı
KARACAOĞLAN Sami TUNCA

Köyüme olan sevgim, tutkudan bile öte,
Çocok denecek yaşta, düşmüşüm ben gurbete, Sana derim, sana , Çavuş Alanı..
Ne yapsam dindiremem, gönlümdeki sancıyı, Yakana takmışsın, sümbül, laleni,
Hedef , anlatmak size, doğduğum Kazancı’yı.. Ezelden ebede, adet böyle mi ?
Hep sendenmi geçer Bahşiş güzeli.
Ermeneğe varıp da, karşıya bir bakınca, (Çolak Hasan) Hasan SONGUR
Uzanır dağ yolları, beyaz, kıvrım ve ince..
Geçtiğimiz köprümüz, Alaköprü, asırlık,
Karşılar hemen bizi, çam kokulu Masırlık..
Naci SÖZEN Şimdiden notunuzu alınız, planınızı yapınız. Bu duyuruyu adresini bildiğiniz arkadaşlarınıza iletiniz. Birleşmek ve bütünleşmek güç ve kuvvet demektir unutmayınız. Selam ve mutluluk dileklerimizle…… NAC

KÖRKUYU ŞENLİĞİ

K A Z A N C I G E L E N E K S E L K Ö R K U Y U Ş E N L İ Ğ İ


Kazancı Geleneksel Körkuyu Şenliği, Kazancılıları ve özellikle gurbetten izine gelenleri, bir günde olsa Körkuyu’da bir araya getirmek, hasret gidermelerini ve gençlerin tanışmalarını sağlamak fikrinden hareketle gündeme gelmiştir. Başlangıç olarak, 2002 yazında bir piknik havasında toplanmak, katılım ve destek durumuna göre kapsamı genişletmek görüşü benimsenmiş, hatta, bazı arkadaşlar, ilk toplantının Zeyve Pazar yerinde yapılmasını önermiş, fakat, bu fikir kabul edilmeyerek toplantı yeri olarak Körkuyu Yaylası seçilmiştir.

Bu fikir, Ocak 2002 ayından itibaren tüm şehirlere yayınlanmış ve herkesin yıllık iznini Ağustos ayına ayarlaması istenmiştir. Şenliğin yapılacağına ait ilk duyuru metni EK’tedir. Bu duyuruyu alanlardan gelen haberler çok olumluydu. Belediyenin de maddi ve manevi tüm desteği vereceği öğrenilince cesaretimiz arttı ve çalışmalara hız vererek, İstanbul Kazancılılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği başta olmak üzere tüm dernekler ve gurupları çalışmalara kattık.

Nihayet, piknik günü geldi ve Kazancı Belediyesi’nin tüm personeli ve imkanlarının seferber edilmesi, Kazancı halkının inanılmaz desteği ve katılımı, çevre köyler, yaylalar, Anamur, Ermenek ve diğer merkezlerden katılım, üst düzey protokol iştiraki ile toplantı daha birincisinde piknik boyutunu aşarak bir şenliğe dönüştü, Bu sonuç hepimizi hem şaşırttı, hem de çok memnun etti. Anladık ki, Kazancılı böyle bir şenliği özlüyormuş, bekliyormuş ve istiyormuş.

Kim derdi ki, bir gün, Körkuyu’nun başı yine insanlarla dolacak, türküler söylenip oyunlar oynanacak, Milletvekilleri ve yetkililer insanlara hitap edip dileklerde bulunacak..Şenlik, büyük bir coşku içinde geçti, anılar tazelendi, bir gün paylaşıldı ve herkesin bir anısı oldu. Şenlik öncesi ve sonrası Ermenek gazetesinde haberler yayınlandı.

Şenliğin 2. yılı 10.000’den fazla insan katılımı ile kutlanmış olup, insan seli tepelere ve derelere sığmadı, araç trafiği yolları kilitledi, haberler yine gazetede yayınlandı. Körkuyu Şenliği 3. yılında Kazancı ve Taşeli bölgesini aştı ve geniş bir bölgeye mal oldu. Katılım yine inanılmazdı. Antalya’dan saz sanatçıları ve oyun ekiplerinin katılımı, Kazancı Belediye önünde konser düzenlenmesi ve bilimsel toplantı yapılmış olması da bu şenliğe yeni roller yüklemişti. Bu şenliklerle ilgili yayınlanan haberler ve şenlik resimleri eklerdedir.

Kazancı Geleneksel Körkuyu Şenliklerinin dünü, bu günü ve geleceği hakkında bilmediklerimiz, bilmek istediklerimiz ve yapmak istediklerimiz varsa, bu yazı ve eklerini okuyarak temel bir bilgiye sahip olabiliriz. Bu bilgilenme sonrası, gelecek şenliklere destek verilmesi ve katkı sağlanması her Kazancılıdan beklenen bir davranış olacaktır. Tüm Kazancılıların, nice şenliklere sağlık, mutluluk ve başarılar içinde ulaşmalarını, birlik ve beraberliklerini sonsuza kadar sürdürmelerini diler tüm Kazancılılara selamlar sunarız.

Şenlik Tertip Komitesi Adına
Av. Naci SÖZEN /ANKARA

NEDEN ÖNEMLİ

ARAP – İSRAİL SAVAŞI VE TÜRKİYE


Bilindiği üzere, iki askerinin kaçırılmasını neden gösteren İsrail, kaçıncısı olduğunu bilemediğimiz yeni bir Arap – İsrail savaşı başlattı. Savaş aynı anda Filistin Cephesi ve Lübnan Cephesi olmak üzere başladı. Yazarlar ve uzmanlar yaptıkları değerlendirmelerde, 70 milyon Arap aleminin her seferinde 5 milyon İsrail’in karşısında “ çil yavrusu gibi dağıldığını ve karşı koyamadığını” belirterek bu durumun açıklanmasının zor olduğuna vurgu yapmaktadırlar.

Savaş, hiç de eşit olmayan şartlar ve dengesizlikler altında devam etmiş olup, bu savaşa “ tek taraflı saldırı “ adını koyanlar da var. Dengesizlikler, teknoloji, silahların cinsi ve sayısı, uluslar arası destek ve hazır bulunuşluk dahil bir çok yönden mevcuttur. İsrail, her iki cephede de acımasızca saldırarak, hava alanları, limanlar, bizzat şehirler ve köyler, yollar, köprüler, elektrik santralı, televizyon merkezleri ve alt yapı tesisleri dahil tahrip etmiş durumdadır. İsrail yetkilisi bir açıklamasında “ ölen her İsrailli için Lübnan’da 10 ev yıkılacak “ diye belirtti. Tabi “bu evler içindekilerin başına yıkılacak” demek istiyordu.

Lübnan ve Filistin cephelerinde öldürülen insan sayısı, çoğu çocuk ve sivil olmak üzere binleri geçti. Yaralılar on binlere ulaşırken, evini ve yurdunu terk edenler milyonlara vardı. Tüm dünya bu vahşete seyirci kalırken cılız bazı itirazlar duyulmuyor bile.. İsrail’in esas güvendiği ABD bu vahşete karşı çıkmazken, karşı çıkacak olan Birleşmiş Milletler teşkilatına da engel olmuştur. ABD ki dünyanın tek gücü ve demokrasi – özgürlük havarisi lider olarak, Kuzey Irak için bizim PKK operasyonu yapma isteğimize şiddetle karşı çıkarken, İsrail’in bu vahşetine “ güvenlik gerekçesiyle yapılan haklı bir operasyon” nitelemesi yapmaktadır.

Savaşın başlamasıyla birlikte, İran ve Suriye’ye ilave olarak ileri atılan Türkiye, kendi güvenlik sorunlarının çözümünü ABD ve Irak devletine bırakarak, bu savaşa yoğunlaştı. Arabistan, Ürdün ve Mısır dahil bir çok Arap-İslam ülkesi kılını kıpırdatmazken, Mısır Devlet Başkanı “ Mısır ordusu kendi güvenliği haricinde ve sınırları dışında hiçbir devlet için savaşmayacaktır “ diye açıklama yaptı. Kendisine “ çöl şahini, Afrika kaplanı “ gibi sıfatlar takan ve aşırı Arap Milliyetçisi olarak anılan Kaddafi nerelerde dersiniz... Onun bu süreçte hiç sesi duyulmadı. Zaten, yıllar önce ABD uçaklarının çöldeki çadırını vurduğu günden beri ortalıkta görünmüyor. Sadece, bizim devlet adamlarına hakaret etmek için çadırına çağırdığında görünmüştü..

Malezya’da bu savaşı görüşmek üzere acilen toplanan İslam Ülkeleri Örgütü zirvesine Türkiye ve İran gibi birkaç ülke üst düzeyde katılırken, bir çok İslam ülkesi bakan düzeyinde temsil edildi. Ürdün, Arabistan, Mısır ve Katar gibi ülkeler ise sadece bir temsilci gönderdiler. Başbakanımız bu durum karşısında dayanamamış ve bir TV kanalının haberine göre “ açmış ağzını ve yummuş gözünü “ üzüntülerini dile getirip, temsilci gönderen ülkelerden üst düzey katılım olsa sevineceğimizi söylemiştir. Bir gün (04.08.2006 günü) günlük gazetelerden birinin manşet ana başlığı “ BU NE KORKU, ABD KIZAR DİYE HİÇBİR ARAP LİDERİ İSLAM ZİRVESİNE KATILMADI “ şeklindeydi. İşin özü ve özeti, bizim devlet yetkililerimiz başta olmak üzere, aydınlar, yazarlar, toplum örgütleri, cami cemaatleri ve sıradan vatandaşlarımız dahil, kendi sorunlarımızı unutup veya yok sayıp bu savaşı telin mitingleri düzenlememiz, pankart açmamız ve açıklamam yapmamız ne kadar Milli çıkarlarımızı düşündüğümüzün göstergesidir?

Türkiye olarak, Filistinli terör örgütü lideri olan ve Şam’da sürgünde yaşayan kişiyi alelacele Ankara’ya davet etmemiz, Şam’da gizlice görüşmemiz bize nelere mal oldu veya olacak.. Çeçen liderleri ve direnişine destek veremediğimiz ve Rusya’nın PKK’ya desteğini engellemek için böyle davranmak zorunda olduğumuz yazılıp çizilmişti. Geçenlerde Rusya’nın yayınladığı Terör Örgütleri Listesinde PKK’nın yer almadığı haberi, bizim için soğuk bir duş oldu.. Hamas ve Hizbullah liderleriyle görüşen Türkiye, PKK liderini kabul eden, pasaport verenlere ne hakla kızacak, diye açıklama yapanlara ne diyeceğiz?

Türkiye olarak bu savaşla ilgilenmemizi gerektirecek çok nedenimiz var. Bu bölgeler asırlarca yönetimimizde kalmış, tarihsel ve kültürel bağlarımız var, komşularımız ve din birliğimiz var. Fakat, geçen dönem içinde verdiğimiz ve halen de uğraştığımız terör problemi sürecinde, bu bölge devleti ve insanları nasıl bir duruş sergilemiştir? Bu sorunun cevabı şöyle ; bölücü terör örgütünün eğitim kampı Beka Vadisindeydi. Yıllarca burada terörist eğitildi ve bize saldırmaları sağlandı. Terörist başı yıllarca Suriye devleti himayesinde Şam’da yaşadı. Irak eski yönetimi cehennem topları imal ederken bizi tehdit etti. Irak’ta yuvalanan teröristlerce bunca yıldır uğraşıyoruz. İran ise yıllarca bize rejim ihraç etmeye çalıştı. Ajanları Türkiye de insan avı sürdürdü. Mısır ve Arabistan, Libya gibi ülkelerin tavırları da çoktan belli.. İşte bu gerçekler doğrultusunda, bunca Arap ülkesi, olup bitenleri seyrederken bizim bütün gücümüzle kendimizi bu savaşa angaje etmemiz nasıl bir durumun ifadesidir?

Emekli Büyükelçilerin ve konunun uzmanlarının açıklamalarına göre “ uluslar arası ilişkilerde yegane belirleyici ve etken unsur, ülkelerin Milli çıkarlarıdır” kuralını hatırlamalıyız. Milli çıkarlar dışında kalan ırk birliği, tarih ve kültür yakınlığı, komşuluk ve din , dil birliği gibi unsurlar daima ikinci planda kalmaktadırlar. Hatırlayabilirsek, geçen yıl Avrupa Parlamentosunda Kuzey Kıbrıs’a uygulanan sınırlamaların kaldırılması için yapılan oylamada, Azerbaycan ve bazı Türki devlet temsilcileri toplantıya katılmazken, katılan Türki devlet temsilcileri de çekimser oy kullanmışlardır. Bu durumun tek izahı, devletler arası ilişkilerde “ Milli çıkar “ dışında hiçbir unsurun önemli olmadığı gerçeğinin yaşanmış olmasıdır.
Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi olayı da çeşitli tepkilere neden olmaktadır. Bu konunun ABD ve diğer batılı devletlerce teşvik edilmiş olması ve kendi terör sorunumuzun çözümünü ABD ve Irak (Peşmerge) güçlerine havale etmiş olma görüntümüzle çelişen yönleri önem arz etmektedir. Türk askerini istemeyen Ermeni kökenli Lübnanlıların içinde bakanlar bile vardır. Lübnan’a asker göndermemiz için dışardan başlatılıp yürütülen çalışmaların Türkiye için bir tuzak olduğunu söyleyen uzmanlar bile vardır. Bölgede, Hizbullah ve Hamas gibi İslami örgütlerle askerlerimiz arasında çıkabilecek bir çatışma sonrası, Batı alemi “İslam ülkeleri ve örgütleri kendi aralarında bile savaşmaktadır” söylemini ortaya atacaklarıdır.

Terör örgütü militanları güvenlik güçleri personelimizi kendi evinde şehit ederken, silahlı hainler ülke içinde ve sınır boylarında elleri silahlı cirit atarken, bunca şehit cenazesi kaldırılırken, kendi sorunumuzla mücadele etmek yerine Lübnan ve Filistin – İsrail sorununu çözmeye kalkmamız ve asker göndermemiz daha ayrıntılı tartışılmalıdır.

Tarih boyunca düşmanımızı ve dostumuzu belirleyemediğimiz, savaş meydanlarında kazandığımız zaferleri, masa başlarında, yani diplomasi alanında hep kaybettiğimiz söylenir. Tarihten ders almamaya inatla direnmekteyiz…
Saygılarımla..
Av. Naci SÖZEN / Eylül 2006 - ANKARA

NEDEN ÖNEMLİ

24 NİSAN ERMENLİLER İÇİN NEDEN ÖNEMLİ ?

Sevgili Dostlar,

Geçmişte çok ihmal ettiğimiz, hatta, varlığına bile inanmadığımız ve sonunda bugün göz göre göre bizi kıskaca alan ve uğraştırmakta olan “ ERMENİ MESELESİ” hakkında çok yararlı ve matematiksel bilgiler içeren bir mail..Bu mesele üzerinde benimde çalışmalarım oldu ve yayınlandı.. Ayrıntılı bilgileri ilerde tekrar yayınlayacağım. Burda özel bir bilgiyi vereyim." Ermenilerin 24 Nisan gününü SÖZDE - SOYKIRIM GÜNÜ - ilan etmiş olmasının asıl nedenini biliyormuyuz ?" OSMANLI ARŞİVLERİ YILDIZ TASNİF /ERMENİ MESELESİ " KİTABINA GÖRE,(RESMİ BELGELER)" Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşı içinde Doğu cephesi başta olmak üzere bir çok cephede savaşırken Ermeni Komitelerinin doğu şehirlerinde isyanlar çıkarması, düşmanla işbirliği yapması ve Türk halkını katletmeleri üzerine, önceden olayların boyutu anlaşılamaış ve kısa süreceği düşünülmüştür. Ancak, ermeni saldırıları artarak yayılınca, OLMAK, YADA OLMAMAK ayrımında olan Osmanlı Devleti durumun vahametini anlar ve zamanın dahiliye Nazırı Talat Paşa Erzurum Mebbusu Vartkes Efendiye, Ermenilerin düşmanla işbirliğini sürdürmeleri halinde şiddetli tedbirler alınacağını ihtar eder.Osmanlı Devletinin seferberlik ilan etmesinden 9 ay sonra bile isyanlar devam ettiğinden köklü tedbirler alınmasına karar verilir. 24 Nisan 1915 günü , vilayetlere ve mutasarrıflıklara gizli bir telgraf çekilerek, Ermeni Komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve elebaşılarının tutuklanması istendi. 26 Nisan 1915 günü Başkumandanlık tarafından birliklere mesajlar çekilerek 2345 Ermeni Komitacısının /isyancı çetelerin liderleri / tutuklanması sağlanmıştır. İşte, ermeni isyanlarının dönüm noktası olan ve Ermenilerin başarısızlığının en önemli dönüm noktası olan bu tutuklamanın hareket günü ki, bu gün 24 Nisan günü olup, Ermeniler için “ EN KÖTÜ GÜN /KARA GÜN”olduğundan sözde SOYKIRIM GÜNÜ olarak kabul edilmiş ve kutlanmaya başlanmıştır..selam ve sevgiler.

Yazan : Av. Naci SÖZEN

SEVDA

SEVDA’MA


Bir çift kara göz görmüşem, katrandan kara,
Karanlığı ışık saçır, karanlıklara,
Bir çift kara göz görmüşem, o gözler nedir?
Belki Egey denizinden iki katredir.
O gözlerin alavıyla yandı gözlerim,
O gözlere alav deyim, ya çerağ deyim?
Türkiye’nin gözel kızı, nağmekar kızı,
Sen yandırdın üregimde sevda ulduzu.
Ele bilki fırtınalı bir Hazer’em men,
Yollarına çiçek kimi söz dizerem men,
Gelişin bir toy, bayramdır, gidişin ağır,
Üreginde meni sesle, meni de çağır,
Hayalin bir küheylan kimi çapar sözünle,
Sene meftun üregimi apar özünle.



AÇIKLAMA :
Ünlü opera sanatçımız Sevda AYDAN dünyanın bir çok ülkesinde konserler vermiştir. Kendisinin sesi yanında, güzelliği, nezaketi, zarafeti, açık sözlülüğü ve doğruluğu da taktir toplamıştır. Bu sanatçımız bir dizi konser vermek üzere 1962 yılında Sovyetler Birliği’ne turneye çıkmıştır. O devirlerde Türklerin yaşadığı bölgelere gitmek mümkün değildir. Sovyetler tam bir depotizm uygulamakta, her şeyi yasaklamaktadır. Proğrama alınan Bakü konseri güçlükle kabul ettirilmiştir. Nitekim, sanatçıyı Bakü de coşkulu bir kalabalık karşılamış ve konserini izlemişlerdir. Sevda AYDAN’ın sesi ve güzelliği izleyen Türkleri kendine hayran bırakmıştır. Bu hayranlardan biri olan genç şair Tevfik BAYRAM sanatçıya olan aşkını (Bakü, 22.10.1962 notu ile ) yukarıdaki şiiri ile dile getirmiştir. Bu şiiri yıllardır saklayan ve bize ulaştıran Avukat Sayın Vedat EREK’e sonsuz teşekkürlerimizle….

Derleyen : Av. Naci SÖZEN / Ankara , Ocak-2007

GELİN MEZARI

G E L İ N M E Z A R I



Ecelin sillesi, değdi bu cana,
Şikayetim olsun, alın yazımdan.
Selamım söylensin, yaslı anama,
Meleğim dediği, nazlı kızından..

Al kanım karıştı, gözüm yaşına,
Sevdam duyulsa da, adım bilinmez.
Olmaz ihtiyacım, mezar taşına,.
Gözyaşım silinir, acım silinmez..

Mezarım kazılsın, yol yakınına,
Yoldan geçen herkes, yasımı duysun.
Uğrasın bu yerler, “ sel “ akınına.
Bu aşkı bilenler, cihana yaysın..

Son durağım oldu, gelin mezarı,
Nice mutluluklar, hayal ederken,
Şeytan bakışların değdi nazarı,
Allanıp pullanıp, gelin giderken.

Duydum, bu öyküyü, yazmak istedim,
Aşkın bir resmini çizmek istedim.
Kazılmasın diye, Gelin Mezarı,
Mücevher sırrını, çözmek istedim..



NACİ SÖZEN
Temmuz 2006 – ANKARA

NOT : Kazancı Kasabası batı cephesindeki yaylalardan Karakovanlık Bogazı mevkiinde küçük bir düzlükte bulunduğu bilinen ve “ mücevher varmış ” deyişleriyle, defineciler tarafından sürekli kazılıp talan edilen Gelin Mezarı hikayesinden esinlenerek yazılmıştır.

ANNE

A N N E
. Anneler Günü anısına,


Bu gün “Anneler günü “, duyuyor musun anne ?
Hüzünle dolu kalbim yokluğunla yanıyor.
Yıllardır özlemini çekiyorum sineme,
Kabaran duygularım buruklukla kaynıyor.


Herkes annesine hediyeler sunarken,
Ben senin yokluğunla bin kere yanacağım.
Yüce sevgilerini saygı ile anarken,
Eski günleri tekrar, yaşıyor sanacağım.


Çatlamış dudaklarıma ne önemle titrerdin,
Buğulu bakışların gözlerimde tütüyor.
Önceleri sen beni kollarınla örterdin,
Şimdi ise seni, kara toprak örtüyor.


Senede bir gün olan bu günün kıymetini,
Annesinin dizinde uyuyan tam bilemez,
O’nun adına verse dünyada servetini,
Kutsal emeklerinin hakkını ödeyemez.



Naci SÖZEN

Güzelyalı / İZMİR
08 Mayıs 1973

MANİLERİMİZ (YAKIMLARIMIZ) VE ÖYKÜLERİ- (1)

KÖRKUYU’NUN DÖRT ALİSİ

. Ülübü Ali sığırları sürerken,
. Fadime Ali harmanını savurur..
. Bekci Ali tüfeğini kurarken,
. Gımış Ali nohudunu kavurur….

YAKIMIN HİKAYESİ :

Körkuyu, Kazancılılar için tarihsel, nostaljik ve duygusal yönlerden çok önemli bir yerdir. Eskiden, iki kuyudan (yukarı kuyu, aşağı kuyu ) oluşan bu suyun başında, yaz boyunca ve özellikle öğlen saatlerinde, yüzlerce insan ve hayvan toplanırdı. İplere asılmış helkelerle sular çekilir, teknelere doldurulanları hayvanlar içer, kaplara katılanları, tarlalarda ekin biçenler içerdi. Kuyuya öyle çok ve uzun süreli helke salınırdı ki, bazen su kalmaz, çamur çekilirdi. Bu zamanların birinde, yayla korumacılarından Ülübü Ali (Şimşek), kuyunun kuzey tarafında, sahipsiz ekinleri yiyen sığırları, Yenicesu kuyusunun yanındaki Mandıraya (cezalı malların kapatıldığı yer ) götürürken, kuyunun güneyinde tarlası olan Fadime Ali (Çelebi), yabasıyla harman savuruyormuş.. Tesadüf olacak ki, bu sırada, bir kişi de, kuyunun batısında tarlası olan Bekci Ali (Ünlü) ile ardıç gölgesinde sohbet etmektedir. Bekçi Ali, baharda kurduğu (sıkıladığı) dolma tüfeğiyle hiç atış yapmadan yaz ortası olduğunu anlatarak, uçup giden bir kuşa doğru atmış ve yeniden kurmaya başlamıştır. Bu sırada, kuyunun tam doğusunda tarlaları olan Gımış Ali (Akdoğan), yeşil kalmış nohutları çekme otu üzerinde kavurmakta (ütmekte) olup, çevredekileri nohut yemeye davet etmektedir. İşte, nispeten, farklı kuşaklardan dört ALİ aynı anda Körkuyu’nun dört cephesinde objektife (o zaman göze ) böyle takılmış ve dört satırlık manimiz dillerden dökülüvermiştir…

DERLEYEN : Av. Naci SÖZEN

COĞRAFYAMIZ- (2)

C O Ğ R A F Y A M I Z - (2)
( Kazancı Coğrafyasında Yer Adları )



Kazancı coğrafyası hakkında ilk sayımızda genel bir bilgi sunmuştuk. Coğrafyamızı oluşturan arazimizin, genişliği, verimliliği, yayla-sahil ayırım avantajı, sulama kapasitesi gibi özellikleri nedeniyle ve özellikle, baraj sonrası, Göksu havzanın yüzde 36 oranındaki ekilebilen toprakların sular altında kalacağı gerçeği karşısında, gelecekte, Taşeli bölgesini besleyecek olan arazinin bizim arazi olacağının dile getirilmeye başlanmış olması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde, coğrafyamızın değeri ve önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Biz gelelim bu coğrafyadaki “ Yer Adları “ konusunu incelemeye. Bir coğrafyada kullanılan yer adları, o yerde yaşanmış olan tüm medeniyetler ve toplumların izlerini elbette taşıyacaktır. Buna rağmen, yer adlarının, coğrafyanın son sahibi olan ve halen yaşamakta olan toplumun kültürünün bir parçası olacağı, en azından, kültür özelliklerini taşıyacağını söylemek de yanlış olmaz.. Bizim de yer adlarımız incelendiğinde, bazı isimlerin, toprak rengine, taşlık ve ağaçlık (Kızılburun, Akgedik, Bozyer, Taşlıboğaz, Çakıllık ) oluşuna göre, bazılarının, ilk sahiplerinin ismi veya lakaplarına (Beğbağı, Ağayeri, Mangaloğluyeri, Sarıomaryakası, Kerimekinliği ) göre verildiği görülür. Bazı yöreler, arazinin sulaklık ve pınara yakınlığına göre (Olucak, Ayıoluğu, Almalıoluk, Gazanpınar, Ayyanı) verilirken, bazıları, eski devirlerin yerleşim yerleri ve dinsel özelliklere ( Köyönü, Derecikköy, Maşat, Popas, Kilise, Körüstan) göre verilmiştir. Bazı yerler, arazinin üzerinde yürütülen faaliyet alanına (Art Beleni, Bazaralanı, İmarat ) göre, bir kısmı, arazinin üzerinde yetişen en önemli ürün veya ağaç türüne (Kabasakız, Masırlık, Çekmeli, İğdeli, Çal) göre, bir kısmıda, çevrede bulunan önemli bir nokta kullanılarak (Körkuyu, Değirmenalanı, Garainin güney, Daşönü ) isimlendirilmiştir. Arazinin fiziksel durumuna göre (Uçurum, Sivrricebelen, Gocayokuş, Doğruyol ) isim verilirken, tamamen bağımsız isimlerde vardır. Yer adlarından örnekleri sıralayalım ;
- Masırlık - Göğestos - Kuyuönü - Ayıoluğu
- Piladanburnu - İğdeli - Balduvar -Şedpelidi
-Gönneli -Karaağaççayırı - Yavaşpınar - Çaltılı
- Söğütlügöl - Dikilitaş - Bozyer - Yabanı
- Akgedik -Gabagoz - Öylepınarı - Göbette
- Boğatepesi -Mücükleryeri - Ağılderesi - Bük
- Değirmenalanı - Hartını - Elekceyeri - Parçukuru
- Gazanpınar - Aladıngeçidi - Gannıcagöl - Deveçökeği
- Karacayer - Göynük - Demircilik - Suluğara
- Ağayeri -Beybağı - Körhana -İmarat
- Derecikköy -Kuşaklı - Olucak - Çekmeli
- Çukur (Tepecik) - Andızlıbelen - Maşat -Çardakönü
- Derekenarı - Karagoyak - Köyönü - Güssülü
- Art Beleni (At) -Kaklıktaş - Guzyaka - Sivricebelen
- Dilkideliği - Püseli -Ayyanı - Çevlik
- Gümüşdamı - Gocaçukuru - Sıtmagölü -Andızlı
-Kızılçardak - Kütüklü - Uçurum altı - Hocini
-Önges - Kızılburun - Gısseki - Çakıllık
-Boyalık - Asarbeleni -Alain - Dabılgı
- Yalakbağ -İnönü (Aybaham) - Akyokuş - Tesbiligedik
-Olukbaşı -Eşşekalanı -Öteyaka -Dedemollas
-İmamgoca -Sıkkoyak -Katıruçtuğu -Polatbağı

-Topaktaş -Çığırganındere -Mandal -Kireçlik
-Hıdırellez -Öküzini -Develikoyağı -Mihrap
-Kızıltaş -Teveklik -Almalıoluk -Dinek
- Kızılcayer -Gelindaş -Seydinindaş -Tozlu
-Öreğenlikayagal -Horthort -Toras yaylası -Gümbürdek
-Suuçtuğu -Devedüştüğü -Daşlıboğaz -Daşönü
-Hıdırellez -Dilkideliği - Korumundere -Yarbaşı
-Anbarınbucak -Gariningüney/Kuzey -Çataldaş -Yavşan
-Tuzaklık -Çıldırdak -Aybaham -Gatırancık
-Körüstan -Çal - Kilise -Körkuyu
-Yenicesu -Avlakini -Mahmutguyusu -İlanlıca
-Arılık -Sakatdedesi -Fidanceviz -Kabalak
-Karakülefyeri - Sığırlık -Çatalgoyak -Çukur
-Kürtlütepesi -Kızılalan -Burçakalanı -İlabadı
-Kartaltepesi -Akbelen -Alaca -Bozdağ
-Çurfalıklıin -Kerimekinliği -Akkuyu -Payamlı
-Çömlekci -Kanlısay -Popas -Otlukoyak
-Karakovanlık -Yüksekeğrik -Keben -Kırkkuyu
-Bazaralanı -Göğdere -Buzluca -Karlık
-Devealanı -Suludaş -Enek -Süzek
-Burçakalanı -Gelinmezarı ………………………………………… Atlanmış olan yer adları ilerde ilave edilecektir..

Derleyen ; Naci SÖZEN , Eylül 2007 / ANKARA

(

Ucak Düştü

TAŞELİ (ERMENEK ) YÖRESİNE UÇAK DÜŞTÜ – (3)

Taşeli (Ermenek) yöresine düşen 3 uçakla ilgili bilgiler önceki sayılarda anlatılmıştı. Bu sayımızda ise, bölgeye düşen son uçakla ilgili kısa bilgiler sunulacaktır. Tarihler 2003 yılını gösterdiği günlerin birinde, akşam bültenlerinde “ Konya Hava Üssünden görev için havalanan bir savaş uçağı, Ermenek yöresindeki Daran köyü yakınlarında bulunan Yund dağına, bilinmeyen bir nedenle düştü “ şeklinde bir haber yer aldı. İlerleyen dakikalarda, görevliler ve vatandaşların kaza yerine ulaştığı, uçağın pilotunun şehit olduğu ve kaza nedeninin araştırıldığı bilgileri de yayınlandı.

Bu kazayı takip eden günün gazetelerinde, kaza ile ilgili ayrıntılı bilgiler, olay yerinden fotoğraflar, uzman açıklamaları ve muhtemel kaza sebepleri de yayınlandı. Konya Jet Üssünden, planlı görevler için havalanmış olan uçağın pilotunun “Türkiye’nin ilk kadın jet pilotu “ olan Pilot Teğmen Ayfer BAŞ olduğu bilgisi, Havacılarla birlikte tüm Türk Milletini yasa boğmuştu. Uçak tipi Fantom (F-4 ) savaş jetiydi. Kız öğrencilerin Harp Okullarına alınması uygulaması sonrası, Hava Harp Okulu’na giren, Burdur İli, Bucak İlçesi nüfusuna kayıtlı, dar gelirli bir ailenin kızı olan Ayfer BAŞ, 6 yıla yakın bir süre alan, Harp Okulu ve Pilotaj eğitimini başarı ile bitirerek Jet Pilotu olmuş ve Konya üssüne atanmıştı.

Arama Kurtarma ve Kaza Araştırma Ekipleri helikopterlerle yola çıkarken, bölgede bulunan Jandarma ve diğer Askeri birimler de harekete geçirilmişti. Bu kapsamda, olay yerine en yakın konumda olan Kazancı Jandarma Karakolu da harekete geçti. Yanlarına yöreyi iyi bilen bir kılavuz almak için araştırma yaptılar. Kendilerine verilen bilgiye göre, kaza yerine yakın yaylalarda (Kırkkuyu Yaylası ) uzun süre çobanlık yapmış olan Kazancı Kasabası Bucak Mahallesinden Yörük Hasan (Yüksek) ekibe dahil edilerek yola çıkıldı.

Olayın bundan sonrasını, kılavuz Sayın Hasan YÜKSEK’in anlatımları ile özetleyelim. Kazancı Jandarma timi süratle olay yerine ulaştı. Aynı sıralarda çevredeki karakollardan da ekipler gelmişti. Civar köylerden vatandaşlar da olay mahallindeydiler. Uçak derin bir vadiden çıkarken yamaçlarda bulunan ağaçlara çarparak düşmüş ve parçaları etrafa yayılmıştı. Çarpmadan önce paraşütün açıldığı ve gerilerdeki ağaçlara sarılı durmakta olduğu görüldü. Parçalar geniş bir alana yayılmıştı. Jandarma timleri çevrede güvenlik tedbirlerini alarak vatandaşları kaza ortamından uzakta tutmaya çalışıyorlardı.

Bir müddet sonra Konya’dan esas görevli ekipler geldiler. Bizim kılavuz Hasan Bey Jandarmaların isteği ile olayın tam ortasında yer almıştı. Bu sırada ağaçlarda asılı duran paraşütten bir parçayı hatıra için almak istediğini Jandarmalara söyledi, fakat, istek kabul edilmedi. İlerleyen saatlerde enkazın toplanmasına da yardım ediyordu. Konya’dan gelen görevlilerden biriyle konuşurken bu isteğini tekrarladı. Görevliden “ ağaçlardaki asılı duran paraşütü indir, sonra istediğin kadarını hatıra olarak alabilirsin” cevabını alınca hemen ağaca tırmandı ve paraşüt parçalarını topladı. Görevlinin verdiği parçayı da aldı. Böylece, bu hazin kazadan da bir işaret Kazancıya gelmiş oldu.

Kazada Şehit olan pilot Teğmen Ayfer BAŞ için Konya üssünde ve memleketinde törenler yapıldı. Bu törenlerde gözyaşı sel olup aktı, ağıtlar yürekleri parçaladı. Bu törenlerde en çok canı yananlardan biri de aynı okulda okuyan ve aynı birlikte görev yapmakta olduğu nişanlısı Pilot Teğmen idi. Bu durum haberlere de yansımıştı. Cesur Türk Kızı, Vatan savunmasında en zor ve kutsal görevlerden birini üstlenmiş ve bu uğurda şehit olmuştu. Aziz Vatanımız ve Yüce Milletimiz için canlarını veren tüm şehitlerimizi Rahmetle ve Minnetle anıyoruz.
Taşeli yöresine düşen 4 uçak hakkında kısa bilgiler sunmuş olduk. Dikkat edilirse, uçaklar 1943, 1963, 1983 ve 2003 yıllarında, diğer bir anlatımla “ 20 yıl arayla” düşmüş oluyordu. Bu durum garip bir tesadüften ibaretti. Bu tesadüflere bakarsak, yöremize 2023 yılında bir uçak daha düşecekti. Biz bu gidişin sonsuza kadar durması ve hem yöremize hem de ülkemizin başka yerlerine hiçbir uçağın düşmemesi, üzücü kazaların hiç yaşanmaması dileğimizi tekrarlıyoruz. Kazasız, Mutlu ve Sağlıklı günler dileğiyle….



DERLEYEN : Av. Naci SÖZEN / Eylül 2007 – ANKARA