K A Z A N C I
Kazancı Kasabası, Göksu Vadisi’nin güney yamaçlarına kurulmuş olan eski bir yerleşim yeri olup, Ermenek İlçesi ile Güney-Kuzey ekseninde simetrik bir konumda ve Taşeli yöresinin tam ortasındadır. Anamur'a 85 km, Ermenek'e ise 26 km mesafede, deniz seviyesinden yüksekliği 1173 metredir. Merkez mahalle, Yukarı mahalle, Bucak, Uluköy, Türbesekisi, Tepecik ve Gökçeler Mahalleleri olmak üzere 7 mahalleden meydana gelen Kazancı’nın 2000 yılı sayımına göre, nüfusu 5163, seçmen sayısı 1997 kişidir. Kazancının deniz seviyesinden yüksekliği (Belediye binası önü) 1173 metredir.
Kazancı Kasabası, doğusunda Çatalbadem, İkizçınar ve Çavuş köyleri, batısında Gökçekent (Akmanastır), Ardıçkaya (Nadire) köyleri ve Anamur ilçesi arazileri, kuzeyinde Çavuş ve Gökçekent köyleri arazileri, güneyinde Çatalbadem köyü ile Anamur ve Bozyazı ilçeleri arazileri ile çevrilidir.
Kazancı, Karamanoğulları Beyliği zamanında, Beyliğin Uçbeyi olan Kazgancı Bey (Kazancı, Kazancu) tarafından kurulmuştur. Yöreye ilk olarak Gülnar sınırlarında yer alan Donrulu köyünden Donrulu Mehmet ve yanındaki insanların gelerek Merkez Mahallesi eski camisinin (Odanınönü) olduğu yere yerleştikleri bilinmektedir. Geçen zaman içinde çevreden ve uzak –yakın her bölgeden insanlar gelerek buraya yerleşmişlerdir.
Kazancı adı, tarihte, Kazancı, Kazancılı, Kazancık, Kazanculu ve Kazancıklı adları ile bilinen, Osmanlı Kaynakları ve Türk Tarih Kurumu belgelerine göre Yörükhan Taifesinden bir Türkmen Boyundan gelmektedir. Kazancıklı bölgesi Türkmenistan’da kayalık bir bölgenin adı olup, halen Türkmenistan Balkan vilayetine bağlı Kazancı (Gazgancı) ilçesi mevcuttur. Türkmenistan’dan Anadolu'ya göç eden Kazancılı Cemaati, Adana (Feke), Maraş, Kırşehir, Karahisari, Mersin(Gülnar), Samsun, Ermenek (Kazancı) bölgelerine yerleştirilmiştir. Halen, Anadolu'da, Çankırı, Erzurum, Kocaeli, Tokat, Aydın, Isparta, Zonguldak, Kayseri ve Sivas illerinde de Kazancı adını taşıyan kasabalar, köyler ve mahalleler vardır.
Kazancı’nın çevresinde ilk çağlardan itibaren yerleşim yerleri kurulduğu ve insanların yoğunlukla yaşadığı bilinmektedir. İlk Çağlardan kalma Kurtlu tepesi inleri, Roma ve Bizans devirlerinden kalma Körüstan Beleni, Kilise (Kilse) tepeleri , Popasın (Papazın) Kuyu, Önges Pınarı, Alain, Çıldırdak, Maşatın Dere, Hocaini (Hocini), Çurfalıklıin, Avlakini, Deliktaş gibi Hıristiyanlık dönemi adları halen kullanılmaktadır. Yöreye Karamanoğulları Beyliği sırasında Gülnar çevresinden gelen göçerler hakim olmuştur. Bu devirlerden kalma olan Bazaralanı (Kırkkuyu), Develikoyağı, Kartaltepe, Yüksekeğrik, Hamit (Hemid) Seydi mezarı (ermiş bir kişi olan bu zat, Gülnar'lı bir ağanın çobanı olup, Popas yöresinde olan mezarı İzmir, İstanbul dahil uzak yerlerden gelenlerce ziyaret edilmektedir) vardır.
Kasabada, Karamanoğulları devrinden kalma Merkez Camii ve Bucak Ulucami yıkılmış olup, Dinek kulesi, Muslu Dede türbesi, Dede Mollas, Hıdırellez, Sakat Dedesi, İmarat, Art Beleni (aslı At Beleni olup, cirit oyunlarının oynandığı ardıç ağaçlarıyla çevrili bir yerdir) ve Aybeyim gibi eser ve isimler vardır. Kasaba, güneyden kuzeye genişleyen ve " V " harfini andıran geniş bir vadiye kurulmuş olup, doğusunda, Kuşaklı - Teveklik- Elmalı oluk - Kızıltaş sıra yamaçları, batısında, Asar Beleni- Alainin yaka- Kızılcayer - Karakütük yakası sıra yamaçları, Güneyinde, Sivrice Belen, Akyokuş, Taşönü ve Mihrap tepesi vardır. Kuzeye ise Göksu'ya kadar genişleyerek uzanan sulanır arazi yer alır.
Kazacılılar, Osmanlının son dönemlerinden itibaren Yemen Cephesi savaşları, Sarıkamış (Şark cephesi) Harekatı, Balkan Savaşları, Çanakkale Harekatı ve nihayet yurdun dört yanında verilen Kurtuluş Savaşı cephelerinde yoğunlukla görev almış, sayısız şehitler vermiş ve gazilerinin hatıraları dilden dile dolaşmaya devam etmektedir.
Kasabada Cumhuriyet dönemiyle birlikte ilk okul kurulmuş olup, ilk öğretmeni merhum Sami ÖZTAŞ 1923 yılında eski yazı olarak eğitimi başlatmış, 1928 yılında yeni yazıya geçmiştir. Sami ÖZTAŞ, 25 yıldan fazla öğretmenlik yapmış ve ilk eğittiği çocukların çocuklarını da eğitmiş, 1948 yılında İvriz İlköğretmen okulu mezunları öğretmenler atanmıştır. Bucak (Nahiye) teşkilatı 1931 yılında Hikmet Müdür tarafından kurulmuş, ilk motorlu araç Fikri Bey zamanında gelmiş, Akif Müdür ise Göksu’da boğulmuştur. İlk dönemlerde, Jandarma Karakolu, Nüfus Memurluğu açılmış, sonraları, Orman İşletme Şefliği 1962, Tarım Kredi Kooperatifi 1950 yıllarında, Ortaokul 1969, Lise 1989 yılında açılmıştır. Belediye teşkilatı 1972, PTT şubesi 1974, Sağlık Ocağı 1975 ve elektrik 1985 yılında faaliyete geçmiştir. Kazancı insanı, aldığı eğitim ve başarıyı kovalaması sonunda ülkemizin her köşesinde, her makam ve mevkide görev yapmış ve yapmakta olup, Kazancı okullarında okuyanlar Amerika'dan Honkong'a kadar dağılmışlar ve halen çalışmaktadırlar.
Kazancı insanı, toprağına ve geleneklerine son derece bağlı olup, siyasete, yeniliğe ve kültüre meraklıdır. 1939-1942 dönem Ermenek İl Genel Meclisi üyeleri listesinde bulunan Hasan ERDEM Kazancılı olup, Ermenek’ten 1931-1972 dönemleri arasında Ermenek şehir dışından İl Genel Meclisi üyesi seçilen ilk ve tek kişi olan Hasan ERDEM, Hacı Muhtar lakabı ile halen anılmaktadır. Kasabada, Belediye teşkilatından başka, İlköğretim okulu, Lise, Jandarma Karakolu, Orman İşletme Şefliği, Sağlık Ocağı, Tarım Kredi Kooperatifi, Ziraat Teknisyeni, PTT şubesi, TEK İrtibat Memurluğu ve Eczane vardır. Tüm meslekler, kahvehaneler ve partilerin belde teşkilatları da mevcuttur. Derekahvesi ve Lokantası yazın dinlenilecek bir yerdir. Aybaham pınarları, Önges, Kazanpınar, Ayyanı pınarı, Toros çesmesi, Tozlu, Olucak, Elmalıoluk ve Körkuyu çeşmelerinin suyu çok güzeldir.
Her yıl yapılan Kültür Şenlikleri ile, unutulmaya yüz tutmuş olan yöresel oyunlar, yemekler, el sanatları, müzikler ve gösteriler tekrar yaşatılmaktadır. Körkuyu, Yenicesu, Toros Yaylaları ile Kabalak, Tozlu, Kırkkuyu yaylaları, Buzluca, Yüksekeğrik, Karakovanlık, Bozdağ, Kartal ve Kurtlu tepeleri, Elmalı oluk, Çal, Kızıltaş Öreğenligayağal, Taşönü, Horthort, Sivricebelen tepeleri, Yenicesuyunalan, Kzılalan, Burçakalanı, Otlukoyak ve İlabadı düzlükleri önemli yerlerdir.
Kasabanın arazisi sulanan ve sulanmayan (yayla) kesimler olarak ayrılır. Göksu barajı nedeniyle toprak kaybına uğramayacak olan tek yerdir. Çok verimli olan arazide tahıl, sebze ve meyvecilik yapılmaktadır. Sulama doğal pınarların suyuyla ve modernleştirilmiş su arıklarıyla yapılmakta, imar planları güncelleştirilmekte, yol, altyapı tesis ve araç mevcudu sürekli geliştirilmektedir. Buğday, nohut, mısır ve arpa ekilir, elma, ceviz, üzüm, kiraz, şeftali, armut ve kayısı yetiştirilir, sebzenin her türü (domates, soğan, fasulye, mısır, salatalık, patlıcan, patates) yetiştirilir. Hayvancılık ve arıcılık da yapılır. Eski çobanlar ve sürüleri kalmamış olmasına rağmen, halen yaylalarda küçük baş hayvan besleyen obalar mevcuttur. Tarım “ makineleşme “ ile birlikte, sığır, at ve eşek başta olmak üzere büyük baş hayvan sayısı çok azalmıştır.
Kazancı, şifalı ve buz gibi akan pınarları, serin havası, nemsiz ve oksijen dolu havası ve lezzetli besinleriyle yayla sayılan, yaz tatili geçirilecek bir yerdir. Sıcak Akdeniz sahillerinde bunalan insanlar yazları buraya gelerek ev kiralamakta ve gönüllerince yaşamaktadırlar. Gelecekte önem kazanacak olan " YAYLA TURİZMİ " bakımından da önemli bir potansiyele sahiptir. Yaylalarda, tarihi ardıç ağaçları, meşe, çam, ladin (köknar), sedir (katran), andız, şimşir ağaçları yoğunluktadır. Sulanan bölgelerde ise, çınar, söğüt karaağaç ve meyve ağaçları vardır. Kasabadan, Gülnar, Anamur ve Gazipaşa istikametlerine araba / yaya yolları mevcuttur. Ormanlık yaylaları ise, Toros yaylası, Kabalak, Yenicesu, Elmalıoluk, Körkuyu, Kırkkuyu, Buzluca, Bozdağ, Popas ve Köristan yaylaları sayılabilir.
Kazancı'da ÖZTÜRKCE bir dil kullanılmaktadır. Ağız ve lehçe olarak hiç değişmemiş ve bozulmamış olup, sözlüklere geçmemiş 200 civarında kelime tesbit edilmiştir. Halen A. Ü. Edebiyat Fakültesi’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapan Türkmenistan Kazancı İlçesi nüfusuna kayıtlı Prof. Bedri SARIYEV, her iki yerde yaptığı araştırmalar sonunda halk dilinin yedi asırdan beri hiç değişmemiş olduğunu belirtmiştir. Kasabanın davul, zuna ve kemandan oluşan klasik bir folklor çalgı ekibi ve mahalli saz sanatçıları vardır. Bu ekipler, kuşaklar boyu dağılmadam sürmektedir. Mahalli oyunlar, saya oyunları ve gösterileri, düğünler ve bayramlar başta olmak üzere bölgedeki her türlü festival ve kültür etkinliklerine katılmaktadır. Bu şenliklerde, Milli yemeğimiz olan, kazanlarda pişirilmiş keşkek, çılbır, pilav, el ile tulukta yayılan yayık ayranı, süt kaymağı, kapama börek, saç böreği, su böreği, kavurma pilav, baklava, kıvrım tatlısı, batırma ve arabaşı hazırlanarak misafirlere ikram edilmektedir.
Kazancı'da çok şair ve bilgin insan yetişmiş olup, eserler yazıya dökülmediğinden günümüze çok azı ulaşabilmiştir. Karacaoğlan Taşeli (Ermenek, Mut, Sarıveliler, Başyayla) yöresinde yaşamış olup, Kazancı yaylalarında da bulunmuştur.
Habına da, Karacaoğlan habına, Kurdanayım ala beşik içinde,
Koçyiğitler sığmaz oldu kabına, Görüneyim güzellerin göçünde,
KABALAK'da boz ardıcın dibine, KABALAK'da kara ardıç dibinde,
Yatmamıza, şuracık da, ne kaldı, Kırmızı önlüklü yar ister gönül..
şeklindeki dizelerinde görüyoruz. Mahalli ozan Çolak Hasan ise,
Sana derim, sana, Burçak alanı,
Yakana takmışsın, sümbül, laleni,
Ezelden ebede, adet böyle mi?
Hep senden mi geçer Bahşiş güzeli.. diyerek seslenmiştir. Günümüz şairlerinin ise bir çok Kazancı şiiri, yöresl öyküler ve nükteli fıkralar mevcuttur.
Kazancı dışında görev yapan memurlar ve işci olarak çalışan bir çok Kazancılı doğduğu topraklara geri dönmüş, emekli olanların hepsi yeni ev yaptırmışlardır. Kasaba, yörede en uygun “ EMEKLİ KENTİ “ olmaya adaydır. Ayrıca, çevresi ve konumu itibariyle de “ İLÇE OLMAYA ADAY “ kasabalardan biridir. Kazancı hakkındaki bu özet açıklamalarımızı bir halk deyişi olan “ Köy deyip geçmeyin, ora Kazancı / Kalplerde bırakır ince bir sancı “ dizeleriyle bitirirken, tüm misafirlerimize teşekkür eder, sağlık ve mutluluklar dileriz. Tarih : 07 Ağustos 2005
HAZIRLAYAN
NACİ SÖZEN
ERMENEK / KARAMAN
21 Eylül 2007 Cuma
Ermenek / Göksu Barajı
ERMENEK BARAJININ GETİRECEKLERİ VE GÖTÜRECEKLERİ
Ankara / Ermenek Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin yayın organı olan “Ermenek Bülteni” Haziran 2002 tarih ve 3 sayı, birinci sayfasında “Ermenek için Elele, Suyun Getirdikleri , Suyun Götürdükleri “ başlıkları ile yayınlanan yazılarda, özetle ; aşağıdaki ifadeler yer almıştır.
“ 11 Mayıs 2002 günü Ermenek Barajı temeli atılırken yükselen renkli görüntüler, ne yazık ki, Çavuş Köyü’nü sular altında bırakacaktır. Köylülerin ellerine istimlak paraları verilip, GÜLE, GÜLE mi ? denecek.
Baraj inşaatı gibi kompleks projelerin sosyal boyutu da vardır. Çavuş Köyü insanları endişeli, sahipsiz. Bölgenin en verimli topraklarının sular altında kalacak olması endişe vericidir. Bizler her türlü sebzeyi o insanlardan alırdık. İstimlak edilecek arazilerin bedelleri yöre dışına çıkarsa, yörenin terk edilmişliği hızlanacaktır. Linyit kömürü gelirinin birazı Ermenek’e yatırım olarak geri dönseydi, bu günki terk edilmişlik olmazdı. “ Bu yazılar, Çavuş Köyü ve çevresinden çekilmiş iki resimle desteklenmiş olup, dile getirilen endişeler ve üzüntüler çok yerinde , fakaaat, çok çok eksiktir. Şöyle ki ;
1. Baraj inşaatında 2000 kişiye, 5 yıl süreyle iş verileceği reklamı gerçek değildir. İnşaat yaklaşık 2,5 yıl sürecek, işler modern araçlarla yapılacak, teknik elemanlar dışardan getirilecek ve çevreden çok az insana, bekci, şoför, aşcı gibi bazı alanlarda iş verilecektir.
2. Ermenek çevresinde yüksek takatlı enerji kullanan sanayi kuruluşu olmadığından, üretilecek enerjinin yöreye katkısı olmıyacaktır.
3. Baraj su tutmaya başladığı anda, Karamanoğulları eseri olan ve dünyada eşi bulunmayan tarih mirasımız Görmeli Köprüsü (Alaköprü) sular altında kalarak yok olacaktır. 1305 yılında yapılan ve halen alternatifsiz olarak ulaşımda kullanılan bu eseri kurtarmak için başlatılan kampanya gereği yayınlanan “ GÖRMELİ KÖPRÜSÜ, HAZİN OLACAK ÖYKÜSÜ “ başlıklı duyuru, ne yazık ki gerekli desteği görmedi.
4. Sular altında kalacak olan arazi Çavuş Köyü ile sınırlı değildir. Ermenek Delallar, Akmanastır, Sarıvadi, Görmeli köyü, Arnava, Zeyve ve diğer mahallelere ait en verimli araziler sular altında kalacaktır.
5. Ermenek – Kazancı / Anamur karayolu hem uzayacak, hemde kaygan (oynak) araziler, dere ve vadilerden oluşan zor bir güzergaha atılacaktır. Bu güzergah yıllar önce terk edilen bir hattır.
6. Bölgenin inşaatlarında kullanılan kum, Göksu kıyısı yerine, Anamur veya Silifke’den getirilecektir.
7. Baraj gölünün su sınırlarından itibaren başlayacak geniş bir arazideki ağaçlar 5 yıl içinde kuruyacaktır. Anadolu da bir çok barajda bu durum yaşanmaktadır.
8. Gölün çevresi, yani Ermenek ve köylerinin “ YAYLA “ olma özelliği kaybolacak, kuru ve serin hava kalmayacak, romatizma, baş ağrısı ve kalp hastalıkları artacaktır.
9. Yörenin iklim özellikleri değişecek, meyve ve sebzelerdeki lezzet ve verimlilik yok olacaktır, bazı türler üretilemiyecektir.
10. Sözü edilen, balıkcılık, su sporları gibi konular sadece konu, fantazi olarak kalacaktır.
Ermenek Barajı ve Görmeli Köprüsü’nün sular altında kalacağını duyan Gazeteci Sayın Koray DÜZGÖREN, yayınladığı yazıda, şu hususlara değinmiştir.
“ Ömrü, ortalama 30 – 40 yıl olan bir baraja , 700 yıldır ayakta duran, kullanılan ve gelecek yüzyıllada da yaşayacak olan bu tarihi mirasımızın kurban edilmesi üzücüdür. Hasankef ve Zeugma eserleri barajı üstlenen firmaların işten çekilmesiyle kurtuldu.
İklimler değişiyor, Doğu’daki barajlarda üretim durmak üzeredir. Doğal ve ekolojik denge bozuluyor. Kar ve yağmur yağışı azaldı. Bu yüzden baraj ve hidroelektrik santrallar artık desteklenmiyor. Dilerim ki, daha çok sayıda Ermenekli duyarlı davranır ve köprü kurtarılır.”
Ermenk Bülteninde yer alan endişeler ve yukarıda değinilen diğer konular birlikte incelendiğinde, Göksu üzerinde kurulmakta olan barajın bölgenin iklimi, bitki örtüsü, havası, ulaşımı, toprağı ve yerinden olacak insanları, tarihi değerleri ve ekonomik – sosyal duruma ne denli olumsuz etkiler yapacağı, buna karşın yöreye direkt bir katkı sağlamıyacağı gerçeği karşısında endişeye kapılmamak imkansızdır. İnşaatın bazı ilave faydaları nedir?
Tören için Ankara ve başka yerlerden getirilen insanların Taşucu otellerinde konakladığı, Ermenek yöresinde bir yemek bile yemeden döndükleri, törenin dışardan gelenlerce organize edildiği gibi gerçekler karşısında yörenin nelerden yararlanacağını kestirmek ne de zor değil mi?
Görmeli Köprüsü kurtarma platformu adına Av. Naci SÖZEN, (Kazancı / Ermenek )
Ankara / Ermenek Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin yayın organı olan “Ermenek Bülteni” Haziran 2002 tarih ve 3 sayı, birinci sayfasında “Ermenek için Elele, Suyun Getirdikleri , Suyun Götürdükleri “ başlıkları ile yayınlanan yazılarda, özetle ; aşağıdaki ifadeler yer almıştır.
“ 11 Mayıs 2002 günü Ermenek Barajı temeli atılırken yükselen renkli görüntüler, ne yazık ki, Çavuş Köyü’nü sular altında bırakacaktır. Köylülerin ellerine istimlak paraları verilip, GÜLE, GÜLE mi ? denecek.
Baraj inşaatı gibi kompleks projelerin sosyal boyutu da vardır. Çavuş Köyü insanları endişeli, sahipsiz. Bölgenin en verimli topraklarının sular altında kalacak olması endişe vericidir. Bizler her türlü sebzeyi o insanlardan alırdık. İstimlak edilecek arazilerin bedelleri yöre dışına çıkarsa, yörenin terk edilmişliği hızlanacaktır. Linyit kömürü gelirinin birazı Ermenek’e yatırım olarak geri dönseydi, bu günki terk edilmişlik olmazdı. “ Bu yazılar, Çavuş Köyü ve çevresinden çekilmiş iki resimle desteklenmiş olup, dile getirilen endişeler ve üzüntüler çok yerinde , fakaaat, çok çok eksiktir. Şöyle ki ;
1. Baraj inşaatında 2000 kişiye, 5 yıl süreyle iş verileceği reklamı gerçek değildir. İnşaat yaklaşık 2,5 yıl sürecek, işler modern araçlarla yapılacak, teknik elemanlar dışardan getirilecek ve çevreden çok az insana, bekci, şoför, aşcı gibi bazı alanlarda iş verilecektir.
2. Ermenek çevresinde yüksek takatlı enerji kullanan sanayi kuruluşu olmadığından, üretilecek enerjinin yöreye katkısı olmıyacaktır.
3. Baraj su tutmaya başladığı anda, Karamanoğulları eseri olan ve dünyada eşi bulunmayan tarih mirasımız Görmeli Köprüsü (Alaköprü) sular altında kalarak yok olacaktır. 1305 yılında yapılan ve halen alternatifsiz olarak ulaşımda kullanılan bu eseri kurtarmak için başlatılan kampanya gereği yayınlanan “ GÖRMELİ KÖPRÜSÜ, HAZİN OLACAK ÖYKÜSÜ “ başlıklı duyuru, ne yazık ki gerekli desteği görmedi.
4. Sular altında kalacak olan arazi Çavuş Köyü ile sınırlı değildir. Ermenek Delallar, Akmanastır, Sarıvadi, Görmeli köyü, Arnava, Zeyve ve diğer mahallelere ait en verimli araziler sular altında kalacaktır.
5. Ermenek – Kazancı / Anamur karayolu hem uzayacak, hemde kaygan (oynak) araziler, dere ve vadilerden oluşan zor bir güzergaha atılacaktır. Bu güzergah yıllar önce terk edilen bir hattır.
6. Bölgenin inşaatlarında kullanılan kum, Göksu kıyısı yerine, Anamur veya Silifke’den getirilecektir.
7. Baraj gölünün su sınırlarından itibaren başlayacak geniş bir arazideki ağaçlar 5 yıl içinde kuruyacaktır. Anadolu da bir çok barajda bu durum yaşanmaktadır.
8. Gölün çevresi, yani Ermenek ve köylerinin “ YAYLA “ olma özelliği kaybolacak, kuru ve serin hava kalmayacak, romatizma, baş ağrısı ve kalp hastalıkları artacaktır.
9. Yörenin iklim özellikleri değişecek, meyve ve sebzelerdeki lezzet ve verimlilik yok olacaktır, bazı türler üretilemiyecektir.
10. Sözü edilen, balıkcılık, su sporları gibi konular sadece konu, fantazi olarak kalacaktır.
Ermenek Barajı ve Görmeli Köprüsü’nün sular altında kalacağını duyan Gazeteci Sayın Koray DÜZGÖREN, yayınladığı yazıda, şu hususlara değinmiştir.
“ Ömrü, ortalama 30 – 40 yıl olan bir baraja , 700 yıldır ayakta duran, kullanılan ve gelecek yüzyıllada da yaşayacak olan bu tarihi mirasımızın kurban edilmesi üzücüdür. Hasankef ve Zeugma eserleri barajı üstlenen firmaların işten çekilmesiyle kurtuldu.
İklimler değişiyor, Doğu’daki barajlarda üretim durmak üzeredir. Doğal ve ekolojik denge bozuluyor. Kar ve yağmur yağışı azaldı. Bu yüzden baraj ve hidroelektrik santrallar artık desteklenmiyor. Dilerim ki, daha çok sayıda Ermenekli duyarlı davranır ve köprü kurtarılır.”
Ermenk Bülteninde yer alan endişeler ve yukarıda değinilen diğer konular birlikte incelendiğinde, Göksu üzerinde kurulmakta olan barajın bölgenin iklimi, bitki örtüsü, havası, ulaşımı, toprağı ve yerinden olacak insanları, tarihi değerleri ve ekonomik – sosyal duruma ne denli olumsuz etkiler yapacağı, buna karşın yöreye direkt bir katkı sağlamıyacağı gerçeği karşısında endişeye kapılmamak imkansızdır. İnşaatın bazı ilave faydaları nedir?
Tören için Ankara ve başka yerlerden getirilen insanların Taşucu otellerinde konakladığı, Ermenek yöresinde bir yemek bile yemeden döndükleri, törenin dışardan gelenlerce organize edildiği gibi gerçekler karşısında yörenin nelerden yararlanacağını kestirmek ne de zor değil mi?
Görmeli Köprüsü kurtarma platformu adına Av. Naci SÖZEN, (Kazancı / Ermenek )
Liderlik Kavramına Bakış
LİDER VE LİDERLİK KAVRAMINA FARKLI BİR BAKIŞ
Liderlik, belirli bir zaman kesitinde ve belirli bir ortamda oynanan etkili bir roldür. Lider de bu rolü oynayan kişidir. Lider geleceğe dönük bir vizyonu (resmi, görüntüsü) olan, grubunu etkileyerek yön veren ve sürükleyen kişidir. Lider yetişmez doğar diyen görüşler çoğunlukta olmasına rağmen, eğitim ve deneyimle liderin yetişebileceğini savunan fikirler de vardır. Lider ve liderlik konusunda herkesin kabul edebileceği tanımlar bulmak, ilkeler koymak ve deneyler yapmak zordur.
Lider ve idareci farklı şeylerdir. İyi lider, aynı zamanda iyi bir idarecidir diyemeyiz. Atatürk iyi bir lider ve iyi bir idareciydi. Hitler lider oldu, fakat idareci olamadı. Sosyal liderler makamları olmayan, Humeyni ve Gandi gibi liderlerdir. Statü liderleri ise makam sahibidirler. Liderler bireylerin benimsemesi ve seçimle gelir, zorlama olmaz. Günümüzde yumuşatılmış lider tipi geçerlidir. Liderliğe gelmek ve liderlikte kalabilmek bir birinden farklı şeylerdir.
Toplumda alt gruplar veya menfaat grupları her zaman vardır. Lider bu grupları dengede tutabilmelidir. Bu günün demokrasileri ve bilgi çağında liderlik yapmak zordur. Toplumun aydınlık düzeyi ve refah seviyesi yükseldikce liderlik zorlaşır. Yetki ve sorumluluk kavramları, kanun, denetleme ve kontrol mekanizmaları liderlerin işini zorlaştırır. Bireyler, liderden kitleleri harekete geçirmesini, yenilik ve değişim yaratmasını bekler, istikrar ister. Lider grubunu büyütmek, bütünlüğünü sürdürmek , başarıyı sağlamak ve sürekli kılmak zorundadır. Başarının yerine konacak başka bir şey yoktur. Başarının garanti edilebilmesi için gereken şartlar şunlardır ;
. hedef doğru olarak tesbit edilmelidir,
. lider rolünü iyi oynamalıdır,
. bireyler kendi rollerini iyi bilmelidirler.
Büyük liderler, kendilerini izleyenlerin tutumlarını, davranışlarını, değerlerini, düşüncelerini, hatta, inançlarını bile değiştirebilirler. Geleceğin liderlerinin beyinlerle birlikte, kalbleri de harekete geçirmeleri gerekecektir. Liderliğin kaynağı ne olursa olsun, liderde bazı nitelikler gözlenir. Her toplumun kendi lider tipi ve liderinde aradığı özellikler bir birinden farklıdır. Buna rağmen, dürüstlük, tutarlılık ve bütünlük gibi özelliklerin ortak nitelikler olduğu görülür. Lider grub ve üyelerinden farlılaşan kişidir. Gerçek liderlerde gözlenen olumlu özelliklerden bazıları şunlardır ;
. popülerlik, orijinallik, özgün görüşler, . kendini yenileyebilme,
. bilgi ve beceri birikimi, . iyi ilişkiler kurabilme,
. olumsuz duyguları kontrol edebilme, . geleceğe dönük vizyonu olma,
. dengeli davranış, kararlılık, . cesaret , ihtiras, sabır,
. denetleyicilik, hitabet, ikna gücü, . fiziksel güçlülük, örnek olma,
Sorunları aşırı derecede küçümseyen veya abartılı şekilde büyüten kişiler liderlik rolüne girişemez. Küçümseyen davranış, sorunların birikmesine neden olur. Abartarak büyüten ise çözümlere yanaşmaz, başarısızlık korkusu yaşar. Liderlerde gözlenen olumsuz özelliklerden bazıları şunlardır ;
. bencillik, sorumluluk duymamak, . pişman olmamak,
. kuralları kendi yararına yorumlamak, . sözünü tutmamak,
. kendi yalanına inanmak, sahtekarlık, . sadece ben yapabilirim inancı,
. cazip hedefler gösterememek, . otoriteye çok fazla güvenme,
. liderlikle yöneticiliği karıştırmak, . başarıları karıştırmak,
. liderlikte kalma taktiklerinde ihmal, . değerleri karıştırmaktır.
Dünya bir sahne, insanlar ise birer aktördür. İnsanlar, sosyal durumları, görev ve sorumlulukları ne olursa olsun, tamamen kendilerini oynamazlar, biraz rol yaparlar. Rol oranı arttıkca kişilik özellikleri kaybolmaya başlar. Kişilik özellikleri davranışlara hakim olursa, rol oranı en az seviyede kalır.
Liderler bazı yetkileri devredebilirler, fakat sorumluluğu asla devredemezler. Doğru hedefler göstermek, isabetli ve süratli kararlar alabilmek, uygulayabilmek ve sonunda başarıyı garanti edebilmek için, grubun yapısı ve dinamikleri iyi bilinmeli ve bireylerin bazı kararlara katılmaları sağlanmalıdır. Her grubun bir kişiliği vardır. Bu kişilik bireylerin kişiliğinden farklıdır. Bireylerin kararlara katılamayacağı durumlar ;
. kararın konusu gizlilik gerektiriyorsa,
. bireylerden bağımsız bir konuysa,
. bireye güven sorunu yaşanıyorsa,
. bireyin taraf olması muhtemelse , kararlara katılması kısıtlanabilir.
Liderin verdiği kararlar hedefe yönelik, açık, anlaşılır, tutarlı olmalı , bütünlük ve süreklilik ilkelerini gözetmelidir. Karar sürecinde lideri sınırlayan hususlar ;
. sorunların iyi anlaşılamaması, . bilgi yetersizliği,
. seçeneklerin yetersizliği, . sübjektif davranışların varlığı,
. örnek izleme yanılgısına düşmek, . alışkanlıklar, teamüller,
. zaman yetersizliği, . korku ve güvensizlikler,
. kişisel seçimlere yönelmek, . maddi yetersizlikler,
. beklenmedik ve öngörülemeyen diğer etkenlerdir.
Liderler grup elemanlarının becerilerinden yararlanır. Bunun için iletişim ve koordinasyon önem kazanır. İletişim yukarıdan aşağıya, emir ve talimat verme, aşağıdan yukarıya ise, teklif ve arz şeklinde olur. Lider, bireylerin görüşlerini almak, kararlara katılmalarını sağlamak ve boyun eğmelerini temin için onları etkileme yöntemlerini kullanır. Başlıca etkileme yöntemleri ;
. boyun eğme ile etkileme, en çabuk etkilemedir.
. özdeşleşme yoluyla etkileme, en sürükleyici etkilemedir.
. benimsetme yoluyla etkileme, en kalıcı etkileme yöntemidir.
Liderlerin “ durun bakalım, ben demiştim, bir düşünelim, bilmiyorum, sanmıyorum, sindiremiyorum, görelim bakalım” gibi kavramları kullanmaya hakları da yoktur, zamanları da yoktur. Araştırmalar bir kişinin mensubu olduğu kurumun gelişmesine azami 5 yıl katkıda bulunabileceğini göstermiştir. Toplum olarak lider çıkaramadığımız sıkca söylenir. İnsanlarımız “ ben bu konuda farklıyım, kendimi kanıtlamalıyım “ demekten çekiniyor. Birey olarak inisayitif kullanamıyoruz. Halbuki, günümüzde liderini eleştirebilecek veya ikna edebilecek kişilere ihtiyacımız vardır. Temennilerin ve iyimserliklerin sorunları çözmiyeceği bilinen ve gözlenen bir gerçektir. Sorunların çözümleri için bedel ödemeye hazır olunmalı ve insanlarımız becerilerini göstermelidir. Toplumda var olan kabiliyetleri ortaya çıkaracak mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Avukat Naci Sozen
Liderlik, belirli bir zaman kesitinde ve belirli bir ortamda oynanan etkili bir roldür. Lider de bu rolü oynayan kişidir. Lider geleceğe dönük bir vizyonu (resmi, görüntüsü) olan, grubunu etkileyerek yön veren ve sürükleyen kişidir. Lider yetişmez doğar diyen görüşler çoğunlukta olmasına rağmen, eğitim ve deneyimle liderin yetişebileceğini savunan fikirler de vardır. Lider ve liderlik konusunda herkesin kabul edebileceği tanımlar bulmak, ilkeler koymak ve deneyler yapmak zordur.
Lider ve idareci farklı şeylerdir. İyi lider, aynı zamanda iyi bir idarecidir diyemeyiz. Atatürk iyi bir lider ve iyi bir idareciydi. Hitler lider oldu, fakat idareci olamadı. Sosyal liderler makamları olmayan, Humeyni ve Gandi gibi liderlerdir. Statü liderleri ise makam sahibidirler. Liderler bireylerin benimsemesi ve seçimle gelir, zorlama olmaz. Günümüzde yumuşatılmış lider tipi geçerlidir. Liderliğe gelmek ve liderlikte kalabilmek bir birinden farklı şeylerdir.
Toplumda alt gruplar veya menfaat grupları her zaman vardır. Lider bu grupları dengede tutabilmelidir. Bu günün demokrasileri ve bilgi çağında liderlik yapmak zordur. Toplumun aydınlık düzeyi ve refah seviyesi yükseldikce liderlik zorlaşır. Yetki ve sorumluluk kavramları, kanun, denetleme ve kontrol mekanizmaları liderlerin işini zorlaştırır. Bireyler, liderden kitleleri harekete geçirmesini, yenilik ve değişim yaratmasını bekler, istikrar ister. Lider grubunu büyütmek, bütünlüğünü sürdürmek , başarıyı sağlamak ve sürekli kılmak zorundadır. Başarının yerine konacak başka bir şey yoktur. Başarının garanti edilebilmesi için gereken şartlar şunlardır ;
. hedef doğru olarak tesbit edilmelidir,
. lider rolünü iyi oynamalıdır,
. bireyler kendi rollerini iyi bilmelidirler.
Büyük liderler, kendilerini izleyenlerin tutumlarını, davranışlarını, değerlerini, düşüncelerini, hatta, inançlarını bile değiştirebilirler. Geleceğin liderlerinin beyinlerle birlikte, kalbleri de harekete geçirmeleri gerekecektir. Liderliğin kaynağı ne olursa olsun, liderde bazı nitelikler gözlenir. Her toplumun kendi lider tipi ve liderinde aradığı özellikler bir birinden farklıdır. Buna rağmen, dürüstlük, tutarlılık ve bütünlük gibi özelliklerin ortak nitelikler olduğu görülür. Lider grub ve üyelerinden farlılaşan kişidir. Gerçek liderlerde gözlenen olumlu özelliklerden bazıları şunlardır ;
. popülerlik, orijinallik, özgün görüşler, . kendini yenileyebilme,
. bilgi ve beceri birikimi, . iyi ilişkiler kurabilme,
. olumsuz duyguları kontrol edebilme, . geleceğe dönük vizyonu olma,
. dengeli davranış, kararlılık, . cesaret , ihtiras, sabır,
. denetleyicilik, hitabet, ikna gücü, . fiziksel güçlülük, örnek olma,
Sorunları aşırı derecede küçümseyen veya abartılı şekilde büyüten kişiler liderlik rolüne girişemez. Küçümseyen davranış, sorunların birikmesine neden olur. Abartarak büyüten ise çözümlere yanaşmaz, başarısızlık korkusu yaşar. Liderlerde gözlenen olumsuz özelliklerden bazıları şunlardır ;
. bencillik, sorumluluk duymamak, . pişman olmamak,
. kuralları kendi yararına yorumlamak, . sözünü tutmamak,
. kendi yalanına inanmak, sahtekarlık, . sadece ben yapabilirim inancı,
. cazip hedefler gösterememek, . otoriteye çok fazla güvenme,
. liderlikle yöneticiliği karıştırmak, . başarıları karıştırmak,
. liderlikte kalma taktiklerinde ihmal, . değerleri karıştırmaktır.
Dünya bir sahne, insanlar ise birer aktördür. İnsanlar, sosyal durumları, görev ve sorumlulukları ne olursa olsun, tamamen kendilerini oynamazlar, biraz rol yaparlar. Rol oranı arttıkca kişilik özellikleri kaybolmaya başlar. Kişilik özellikleri davranışlara hakim olursa, rol oranı en az seviyede kalır.
Liderler bazı yetkileri devredebilirler, fakat sorumluluğu asla devredemezler. Doğru hedefler göstermek, isabetli ve süratli kararlar alabilmek, uygulayabilmek ve sonunda başarıyı garanti edebilmek için, grubun yapısı ve dinamikleri iyi bilinmeli ve bireylerin bazı kararlara katılmaları sağlanmalıdır. Her grubun bir kişiliği vardır. Bu kişilik bireylerin kişiliğinden farklıdır. Bireylerin kararlara katılamayacağı durumlar ;
. kararın konusu gizlilik gerektiriyorsa,
. bireylerden bağımsız bir konuysa,
. bireye güven sorunu yaşanıyorsa,
. bireyin taraf olması muhtemelse , kararlara katılması kısıtlanabilir.
Liderin verdiği kararlar hedefe yönelik, açık, anlaşılır, tutarlı olmalı , bütünlük ve süreklilik ilkelerini gözetmelidir. Karar sürecinde lideri sınırlayan hususlar ;
. sorunların iyi anlaşılamaması, . bilgi yetersizliği,
. seçeneklerin yetersizliği, . sübjektif davranışların varlığı,
. örnek izleme yanılgısına düşmek, . alışkanlıklar, teamüller,
. zaman yetersizliği, . korku ve güvensizlikler,
. kişisel seçimlere yönelmek, . maddi yetersizlikler,
. beklenmedik ve öngörülemeyen diğer etkenlerdir.
Liderler grup elemanlarının becerilerinden yararlanır. Bunun için iletişim ve koordinasyon önem kazanır. İletişim yukarıdan aşağıya, emir ve talimat verme, aşağıdan yukarıya ise, teklif ve arz şeklinde olur. Lider, bireylerin görüşlerini almak, kararlara katılmalarını sağlamak ve boyun eğmelerini temin için onları etkileme yöntemlerini kullanır. Başlıca etkileme yöntemleri ;
. boyun eğme ile etkileme, en çabuk etkilemedir.
. özdeşleşme yoluyla etkileme, en sürükleyici etkilemedir.
. benimsetme yoluyla etkileme, en kalıcı etkileme yöntemidir.
Liderlerin “ durun bakalım, ben demiştim, bir düşünelim, bilmiyorum, sanmıyorum, sindiremiyorum, görelim bakalım” gibi kavramları kullanmaya hakları da yoktur, zamanları da yoktur. Araştırmalar bir kişinin mensubu olduğu kurumun gelişmesine azami 5 yıl katkıda bulunabileceğini göstermiştir. Toplum olarak lider çıkaramadığımız sıkca söylenir. İnsanlarımız “ ben bu konuda farklıyım, kendimi kanıtlamalıyım “ demekten çekiniyor. Birey olarak inisayitif kullanamıyoruz. Halbuki, günümüzde liderini eleştirebilecek veya ikna edebilecek kişilere ihtiyacımız vardır. Temennilerin ve iyimserliklerin sorunları çözmiyeceği bilinen ve gözlenen bir gerçektir. Sorunların çözümleri için bedel ödemeye hazır olunmalı ve insanlarımız becerilerini göstermelidir. Toplumda var olan kabiliyetleri ortaya çıkaracak mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Avukat Naci Sozen
Kadrolu ve Maaşlı Doktorunuz Var mı ?
KADROLU VE MAAŞLI DOKTORUNUZ VAR MI ?
Devletimizin muhtelif kademeleri ve mevkilerinde görev yapmış, değişik yer ve unvanlarda çalışmış bürokratlarımızın geçmişle ilgili anılarını okudukca ve bizzat kendilerinden, zaman içinde tanık oldukları veya yaşadıkları olayları dinledikce gülüyoruz ve " bu kadarı da olur mu ? " demekten kendimizi alamıyoruz.
İşte bir anı daha dinliyoruz. Bundan 40-50 yıl önceleri, 3659 sayılı Barem Kanunu yürürlüktedir. Memurlardan, kanun kapsamına, yani, barem dışına çıkarılanlar fazla ücret alıyor. Keyfi dereceler verilip, sevilen insanlara avantajlar sağlanabiliyor. Her memur ve çalışan, barem dışına çıkmak, dolayısıyla biraz fazla para almak istiyor.
İmar ve İskan Bakanlığı'dan bağlılarına bir yazı geliyor. İktisadi Devlet Teşekkülleri tarafından, alınan yazıda " kurumunuzda asli maaşlı DOKTOR bulunup bulunmadığının 15 gün içinde yazılı olarak bildirilmesi " istenmektedir. Bu kurumlardan birinin hukuk bürosuna yeni atanmış olan üstadımıza, bu yazı, cevap verilmesi için havale edilmiştir. Görevi alan üstadımız, hemen araştırmayı yapar ve hazırladığı Bakanlığa cevap yazısını daktilo edilmesi için orta yaşlı daktilocu Bayan Remziye Hanıma verir. Yazıda, kısaca " kurumumuzda asli maaşlı doktor bulunmamaktadır " ifadesi yer almaktadır.
Remziye Hanım, tik-tak sesleri arasında yazıyı daktiloda özenle yazar. Bir kaç yerinde hata yapılmış ve düzeltilmiştir. Üstadımız, yazının tekrar yazılmasını istemeden hemen imza sümeni içine yerleştirir ve kendisi parafe ederek şefine gönderir. Kısa bir süre sonra, şefin çağırması üzerine hemen huzura koşar. Şef, elindeki yazı sümenini uzatırken " Şükrü Bey, yazıda " doktor " kelimesini kullanmışsın, her mesleğin doktoru olur, sen bu yazıyı TABİP olarak değiştir ve yeniden imzaya getir " diye talimatını verir.
Bu talimatı alan genç hukukcu " başüstüne " deyip odadan çıkar ve değişikliği yaparak yazıyı sekretere uzatır. Sekreter, bu tekrar yazım işinden hoşlanmaz , fakat, yazıyı yazmaya başlar. Yazıyı yeni şekliyle şefe götüren görevli, hemen şef parafını (kısa imzasını) alır ve sevinçle yazıyı Müdür Yardımcısı masasına koyar. Bir müddet sonra yardımcının kendisini çağırdığı duyar ve hemen huzura koşar.
Yardımcının odasına giren memur, imza dosyasının amirin elinde olduğunu görünce irkilir ve durur. Yardımcı ise dosyayı işaret ederek " beyim, siz Cumhuriyet çocuğusunuz, yazıyı nasıl tabip diye yazarsınız, bu yazıyı HEKİM olarak değiştirin " talimatını verir. Bu talimatı ve dosyayı alan genç hukukcu, değişikliği yapar ve yazının yeniden yazılması için, göreceği tepkiden çekinerek sekretere uzatır. Sekreter iyice sinirlenmiştir. Yazı ricalar üzerine tekrar yazılır ve şef ile yardımcı parafları alınarak müdür makamına gönderilir.
Genç hukukcu, bu kısa yazıyı nice güçlüklerle müdüre kadar çıkarmayı başardığını ve onaylanıp geldiğinde kurum dışına ilk yazısını göndermiş olacağını düşünerek bir çay söyler ve bir de sigara yakarak işin keyfini çıkarmaya çalışır. Fakat, çok geçmeden müdürün makamından odalarına bağlı olan zil çalar, Şükrü Bey makamda beklenmektedir. Makama giderken, yazının ilk imzaya sunduğu şekli ile değişikliklerin yapıldığı nüshaları yanında götürür.
Müdürün odasına giren genç hukukcumuz, masaya 3 adım mesafede durur ve emirleri bekler. Dosyayı elinde tutan müdür, kuruma bakanlıktan gelen yazıda " doktor " dendiği halde, yazıda niçin " hekim " diye yazdığını sorar. Belli ki, yazının arkasına iliştirilmiş olan bakanlık yazısını incelemiş ve bu değişikliği merak etmiştir. Bunun üzerine, ileri atılan kahramanımız, elindeki 3 cevap yazısını gösterir ve " ben sizin dediğiniz gibi doktor yazdım, şefim tabip olarak değiştirdi, yardımcınız ise hekim olarak değiştirdi" diyerek, bu yazılşarı gösterir.
Duydukları ve gördüklerinden şaşıran müdür, bir taraftan gülümserken, diğer taraftan yumuşak bir üslupla " siz, yine ilk yazdığınız gibi DOKTOR yazın ve yine sizin yazdığınız gibi olsun " talimatını verir. Dosyayı alan memurumuz, yazının kendi isteği doğrultusunda yazılacağına sevinirken, sekretere tekrar nasıl yazıdıracağını da düşünmektedir. Neyse, ricalarla yazı tekrar yazdırılır. Artık sorun çözülmüş ve yazıda DOKTOR kelimesinin kullanılması kararı verilmiştir.
Dosya, paraf makamlarından, gerekli açıklamalar yapılarak geçirilir ve müdüre çıkarılır. Müdür, yazıyı onaylarken " şef ve yardımcının istekleri olmadı, senin istediğin şekilde yazıldı, sana verilen bu değeri unutma " demeyi de ihmal etmez. Kahramanımız da, bu kadar engelleri aşarak onaylattığı yazıyı gönderilmek üzere ilgili kısma veriri ve çaycıya bağırır ; " Hüseyin Efendi bana bir kahve getir, şekerli olsun ".
Kahve gelir ve sigara da yakılarak keyifle içilmektedir. Kahramanımızın yanına yaklaşan kıdemli bir görevli " arkadaş, fazla kasılma, senin bu yazını Sayın Bakan hiç görmez, orada işe yeni girmiş bir memurun eline geçer, senin çektiğin zahmetleri hiç hissetmeden listesini işaretler ve yazıyı tozların içine atar " diye açıklamalar yapar. Bunları duyan kahramanımız " olsun, yazı benim hazırladığım şekliyle gitti ya, o bana yeter " diyerek havasını devam ettirir.
DERLEYEN
AVUKAT NACİ SÖZEN
Nisan 2004 / ANKARA
Devletimizin muhtelif kademeleri ve mevkilerinde görev yapmış, değişik yer ve unvanlarda çalışmış bürokratlarımızın geçmişle ilgili anılarını okudukca ve bizzat kendilerinden, zaman içinde tanık oldukları veya yaşadıkları olayları dinledikce gülüyoruz ve " bu kadarı da olur mu ? " demekten kendimizi alamıyoruz.
İşte bir anı daha dinliyoruz. Bundan 40-50 yıl önceleri, 3659 sayılı Barem Kanunu yürürlüktedir. Memurlardan, kanun kapsamına, yani, barem dışına çıkarılanlar fazla ücret alıyor. Keyfi dereceler verilip, sevilen insanlara avantajlar sağlanabiliyor. Her memur ve çalışan, barem dışına çıkmak, dolayısıyla biraz fazla para almak istiyor.
İmar ve İskan Bakanlığı'dan bağlılarına bir yazı geliyor. İktisadi Devlet Teşekkülleri tarafından, alınan yazıda " kurumunuzda asli maaşlı DOKTOR bulunup bulunmadığının 15 gün içinde yazılı olarak bildirilmesi " istenmektedir. Bu kurumlardan birinin hukuk bürosuna yeni atanmış olan üstadımıza, bu yazı, cevap verilmesi için havale edilmiştir. Görevi alan üstadımız, hemen araştırmayı yapar ve hazırladığı Bakanlığa cevap yazısını daktilo edilmesi için orta yaşlı daktilocu Bayan Remziye Hanıma verir. Yazıda, kısaca " kurumumuzda asli maaşlı doktor bulunmamaktadır " ifadesi yer almaktadır.
Remziye Hanım, tik-tak sesleri arasında yazıyı daktiloda özenle yazar. Bir kaç yerinde hata yapılmış ve düzeltilmiştir. Üstadımız, yazının tekrar yazılmasını istemeden hemen imza sümeni içine yerleştirir ve kendisi parafe ederek şefine gönderir. Kısa bir süre sonra, şefin çağırması üzerine hemen huzura koşar. Şef, elindeki yazı sümenini uzatırken " Şükrü Bey, yazıda " doktor " kelimesini kullanmışsın, her mesleğin doktoru olur, sen bu yazıyı TABİP olarak değiştir ve yeniden imzaya getir " diye talimatını verir.
Bu talimatı alan genç hukukcu " başüstüne " deyip odadan çıkar ve değişikliği yaparak yazıyı sekretere uzatır. Sekreter, bu tekrar yazım işinden hoşlanmaz , fakat, yazıyı yazmaya başlar. Yazıyı yeni şekliyle şefe götüren görevli, hemen şef parafını (kısa imzasını) alır ve sevinçle yazıyı Müdür Yardımcısı masasına koyar. Bir müddet sonra yardımcının kendisini çağırdığı duyar ve hemen huzura koşar.
Yardımcının odasına giren memur, imza dosyasının amirin elinde olduğunu görünce irkilir ve durur. Yardımcı ise dosyayı işaret ederek " beyim, siz Cumhuriyet çocuğusunuz, yazıyı nasıl tabip diye yazarsınız, bu yazıyı HEKİM olarak değiştirin " talimatını verir. Bu talimatı ve dosyayı alan genç hukukcu, değişikliği yapar ve yazının yeniden yazılması için, göreceği tepkiden çekinerek sekretere uzatır. Sekreter iyice sinirlenmiştir. Yazı ricalar üzerine tekrar yazılır ve şef ile yardımcı parafları alınarak müdür makamına gönderilir.
Genç hukukcu, bu kısa yazıyı nice güçlüklerle müdüre kadar çıkarmayı başardığını ve onaylanıp geldiğinde kurum dışına ilk yazısını göndermiş olacağını düşünerek bir çay söyler ve bir de sigara yakarak işin keyfini çıkarmaya çalışır. Fakat, çok geçmeden müdürün makamından odalarına bağlı olan zil çalar, Şükrü Bey makamda beklenmektedir. Makama giderken, yazının ilk imzaya sunduğu şekli ile değişikliklerin yapıldığı nüshaları yanında götürür.
Müdürün odasına giren genç hukukcumuz, masaya 3 adım mesafede durur ve emirleri bekler. Dosyayı elinde tutan müdür, kuruma bakanlıktan gelen yazıda " doktor " dendiği halde, yazıda niçin " hekim " diye yazdığını sorar. Belli ki, yazının arkasına iliştirilmiş olan bakanlık yazısını incelemiş ve bu değişikliği merak etmiştir. Bunun üzerine, ileri atılan kahramanımız, elindeki 3 cevap yazısını gösterir ve " ben sizin dediğiniz gibi doktor yazdım, şefim tabip olarak değiştirdi, yardımcınız ise hekim olarak değiştirdi" diyerek, bu yazılşarı gösterir.
Duydukları ve gördüklerinden şaşıran müdür, bir taraftan gülümserken, diğer taraftan yumuşak bir üslupla " siz, yine ilk yazdığınız gibi DOKTOR yazın ve yine sizin yazdığınız gibi olsun " talimatını verir. Dosyayı alan memurumuz, yazının kendi isteği doğrultusunda yazılacağına sevinirken, sekretere tekrar nasıl yazıdıracağını da düşünmektedir. Neyse, ricalarla yazı tekrar yazdırılır. Artık sorun çözülmüş ve yazıda DOKTOR kelimesinin kullanılması kararı verilmiştir.
Dosya, paraf makamlarından, gerekli açıklamalar yapılarak geçirilir ve müdüre çıkarılır. Müdür, yazıyı onaylarken " şef ve yardımcının istekleri olmadı, senin istediğin şekilde yazıldı, sana verilen bu değeri unutma " demeyi de ihmal etmez. Kahramanımız da, bu kadar engelleri aşarak onaylattığı yazıyı gönderilmek üzere ilgili kısma veriri ve çaycıya bağırır ; " Hüseyin Efendi bana bir kahve getir, şekerli olsun ".
Kahve gelir ve sigara da yakılarak keyifle içilmektedir. Kahramanımızın yanına yaklaşan kıdemli bir görevli " arkadaş, fazla kasılma, senin bu yazını Sayın Bakan hiç görmez, orada işe yeni girmiş bir memurun eline geçer, senin çektiğin zahmetleri hiç hissetmeden listesini işaretler ve yazıyı tozların içine atar " diye açıklamalar yapar. Bunları duyan kahramanımız " olsun, yazı benim hazırladığım şekliyle gitti ya, o bana yeter " diyerek havasını devam ettirir.
DERLEYEN
AVUKAT NACİ SÖZEN
Nisan 2004 / ANKARA
15 Eylül 2007 Cumartesi
Eğitim Mücadelemizden Notlar - (1)
EĞİTİM MÜCADELEMİZDEN NOTLAR..- (1)
Kazancı ve Kazancılılar için “ EĞİTİM “ olayı, yörenin tüm insanları için geçerli olduğu üzere, bir olay olmaktan çıkarak, zamana, coğrafi güçlüklere, cahilliğe, ekonomik sorunlara, mesafelere karşı verilmesi zorunlu bir takım çabalar silsilesi, serüvenler manzumesi ve hatta, bir savaşlar yumağı şeklinde yaşanmış olan bir faaliyettir. Merkezi konumu ve büyüklüğüne rağmen, geçen zaman içinde, bölgenin ve ülkenin eğitim olanaklarından gerektiği şekilde istifade edildiğini söylemek mümkün değildir.
Kazancı merkezinde, Osmanlı dönemlerinden beri din ağırlıklı temel bir eğitim faaliyeti olduğu gerçektir. Bu temel eğitimin bir üst kurumu, yine din adamı yetiştirmeye yönelik olan Sarıvadi (Sarımazı) köyünde bulunan Medrese eğitimi olmuştur. Bu merkezde eğitim gören Kazancılıların son temsilcileri de yakın geçmişte vefat etmişlerdir. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte, Karşıyaka’nın merkezi konumunda olan Kazancıda, 1923 yılında eski yazı (Arapça) olarak temel eğitim tekrar başlamıştır. Eğitmen (Müdür/Öğretmen) olarak Ermenekli Merhum Sami ÖZTAŞ atanmıştır. Harf devrimini takiben, yeni yazı/ Türkçe eğitime 1928 yılında başlanmıştır. Bu kapsamda, önce eğitmenler bir merkeze toplanarak, onlara yeni yazı ve okuma öğretilmiş, sonra da, okullarda uygulama başlatılmıştır.
Sami ÖZTAŞ, 1923 yılından 1948 yılına kadar, aralıksız 25 sene öğretmenlik yapmıştır. İlk okuttuğu çocukların çocuklarını da aynı sıralarda okuttuğu anlatılır. Soy adı kanunu çıkıncaya kadar, öğrencilere verilen karnelerde, öğrencinin adının yanına, sülale adları, aile lakapları veya çocuğun baba – dede adları yazılırmış. Bu şekilde verilmiş bir karne örneği arşivimizde mevcuttur. Eğitim, önceleri 3 yıl olarak başlamış ve 1941 yılında beş yıla çıkarılmıştır.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, ülke çapında geniş bir eğitim seferberliği başlatılarak, bir çok bölgesel okul açılmış olmasına rağmen, uzun yıllar boyunca Kazancılı bir kişi bile kasaba dışına eğitim için gönderilmemiştir. Nihayet, 1941 yılına gelindiğinde, zamanın köy muhtarı olan Hüseyin GÜZEL (Gözel Hüseyin)’in oğlu Mehmet GÜZEL, Konya / Ereğli/İvriz İlköğretmen Okuluna (Köy Enstitüsü) gönderilmiştir. Bu öğrenci, İvriz’de 3 yıl okuduktan sonra sağlık sınıfına seçilerek Eskişehir/Çifteler Sağlık Okuluna intikal etmiş ve orada 2 yıl daha okuduktan sonra da Sağlık Memuru olarak mezun olmuştur. İşte, Kazancıdan eğitim için ilk olarak dışarı giden ve okumuş ilk devlet memuru olan Sayın Mehmet GÜZEL, Halimiye (Tepebaşı), Kazancı, Ermenek ve Karaman’da uzun yıllar sağlık memurluğu yaptıktan sonra emekli olmuş olup, halen Kazancı kasabasında yaşamaktadır.
Kazancı ilkokulunu 1942 yılında bitirenler arasından, çalışkan ve akıllı çocuklar olarak seçilen, Sami TUNCA, İbrahim TÜRKER, Dede UGUZ, Veli KAYACIK, Abdullah ERDEM ve Mustafa ZENGİN birlikte İvriz İlköğretmen Okuluna ikinci gurup olarak gönderilmişlerdir. Sonraki yıllarda, Durmuş ÇETİN, Hüsamettin ERDEM, Kiraz ÇETİN (DEMİRCAN) dahil birkaç çocuk daha gönderilmiş olup, sonrasında bu okula uzun yıllar öğrenci gönderilmemiştir. Bu arada, Konya Doğanhisar Ziraat Okuluna da Ali GÜRBÜZ, Halil YILMAZ, Hüseyin ERDEM, Mustafa KORKMAZ, İbrahim TAŞTEKİN, İbrahim TOKSOY, Tahsin TOMBUL ve Ali DEMİRCAN dahil bir çok kişi gönderilmiştir. Bu okulu bitirenler, ziraatci, kooperatif, tapu, polis memurluklarına atılmışlardır.
Sayın Sami TUNCA’nın anlatımlarına göre, o zamanlar, okula gidiş ve gelişler, okulda okumaktan çok daha zormuş. Mart 1944 içinde yapılan bir Kazancı- Karaman yolculuğu, tam 5 gün sürmüş, kafilede bulunan katırcılara 15 lira valiz taşıma ücreti ödenmiş, parası olanlar, ilave para verip katıra sırayla binmişler. Kafilede bulunan başka köyden bir asker, Bucakkışla yakınlarında, yorgunluk ve kötü hava şartlarının etkisiyle hastalanmış ve ölmüş. Cenaze hemen oracıkta defnedilmiş ve kafile yoluna devam ederek Karaman’a başka kayıp vermeden varmış. Hocamızın değerlendirmesine göre, 20 yaşında bir delikanlı yola dayanamazken, ilk okulu yeni bitirmiş bu çocukların yola dayanmış olmalarının sırrı, “ kalplerindeki okuma ateşi ve büyük adam (memur) olma hayalleri “ imiş.
Kazacılı öğrenciler, İvriz’de çok başarılı olmuşlar. Bir dönem içinde, Sami TUNCA, Okul Kütüphane Kolu Başkanı, Dede UGUZ, Kooperatif Kolu Başkanı, İbrahim TÜRKER, Ahlak Kolu Başkanı seçilmişler. Okulda toplam 43 Ermenekli öğrenci varmış. Bu öğrencilerin hepsi, çağrılırken “Ermenekli “ diyerek çağrılır, sadece, Kazancılılar “ Kazancılı “ diye çağrılırlarmış..
İvriz’den ilk mezunlar 1948 yılında gerçekleşmiş ve İbrahim TÜRKER okulu üstün bir derece ile bitirdiğinden, tercihen, Eğitim Enstitüsü’ne tertip edilmiş, diğerleri muhtelif okullara öğretmen olarak atanmışlardır. İşte, bu mezunlar arasında bulunan merhum Dede UGUZ, 1948 yılında Kazancı İlkokuluna öğretmen (Müdür) olarak atanmış olup, kasabaya memur olarak atanmış ilk Kazancılı olma özelliğini taşımıştır. Bu atamayla birlikte, 25 yıldır müdür olan Sami ÖZTAŞ normal öğretmenliğe düşünce çok üzülmüş, fakat, bunu hiç dışa vurmayarak, çağdaş okuldan mezun olarak başına müdür olarak atanan genç kuşak öğretmenin gururunu kıracak bir davranış sergilememiştir.
Bu atamadan kısa bir zaman sonra, Sami ÖZTAŞ, Ermenek merkeze atamasını çıkartarak Kazancıdan ayrılmıştır. Kazancılılar, bu değerli eğitimcinin hizmetini hiç unutmamış, saygısını daima göstermiş ve öldüğünde topluca cenazesine katılmışlardır. Bu saygıyı fark eden aile de Kazancılıları hep muhabbetle selamlamışlardır. Doktor oğlu merhum Erdal ÖZTAŞ, Kazancıya gelerek hastaları parasız muayene etmiştir. Diğer oğlu merhum Ünal ÖZTAŞ ise, Ermenek Ortaokulunda bizim coğrafya öğretmenimizdi. Kendisi Kazancı doğumlu olarak bizlere karşı özel bir değer verir, coğrafi konularda örnekleri hep Kazancı arazisinden seçerdi. Sami öğretmenin ölümünden sonra, Kazancı halkı, Hasan SONGUR (Çolak Hasan) öncülüğünde, onun bir resmini çerçeveletip kahveye ve sonra okula asmışlardır. Hepsini rahmetle ve saygı ile anıyoruz…
Derleyen : Av. Naci SÖZEN,
Gelecek sayıda ; Ermenek Ortaokuluna Kazancılı bir öğrenci aranıyor..
Kazancı ve Kazancılılar için “ EĞİTİM “ olayı, yörenin tüm insanları için geçerli olduğu üzere, bir olay olmaktan çıkarak, zamana, coğrafi güçlüklere, cahilliğe, ekonomik sorunlara, mesafelere karşı verilmesi zorunlu bir takım çabalar silsilesi, serüvenler manzumesi ve hatta, bir savaşlar yumağı şeklinde yaşanmış olan bir faaliyettir. Merkezi konumu ve büyüklüğüne rağmen, geçen zaman içinde, bölgenin ve ülkenin eğitim olanaklarından gerektiği şekilde istifade edildiğini söylemek mümkün değildir.
Kazancı merkezinde, Osmanlı dönemlerinden beri din ağırlıklı temel bir eğitim faaliyeti olduğu gerçektir. Bu temel eğitimin bir üst kurumu, yine din adamı yetiştirmeye yönelik olan Sarıvadi (Sarımazı) köyünde bulunan Medrese eğitimi olmuştur. Bu merkezde eğitim gören Kazancılıların son temsilcileri de yakın geçmişte vefat etmişlerdir. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte, Karşıyaka’nın merkezi konumunda olan Kazancıda, 1923 yılında eski yazı (Arapça) olarak temel eğitim tekrar başlamıştır. Eğitmen (Müdür/Öğretmen) olarak Ermenekli Merhum Sami ÖZTAŞ atanmıştır. Harf devrimini takiben, yeni yazı/ Türkçe eğitime 1928 yılında başlanmıştır. Bu kapsamda, önce eğitmenler bir merkeze toplanarak, onlara yeni yazı ve okuma öğretilmiş, sonra da, okullarda uygulama başlatılmıştır.
Sami ÖZTAŞ, 1923 yılından 1948 yılına kadar, aralıksız 25 sene öğretmenlik yapmıştır. İlk okuttuğu çocukların çocuklarını da aynı sıralarda okuttuğu anlatılır. Soy adı kanunu çıkıncaya kadar, öğrencilere verilen karnelerde, öğrencinin adının yanına, sülale adları, aile lakapları veya çocuğun baba – dede adları yazılırmış. Bu şekilde verilmiş bir karne örneği arşivimizde mevcuttur. Eğitim, önceleri 3 yıl olarak başlamış ve 1941 yılında beş yıla çıkarılmıştır.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, ülke çapında geniş bir eğitim seferberliği başlatılarak, bir çok bölgesel okul açılmış olmasına rağmen, uzun yıllar boyunca Kazancılı bir kişi bile kasaba dışına eğitim için gönderilmemiştir. Nihayet, 1941 yılına gelindiğinde, zamanın köy muhtarı olan Hüseyin GÜZEL (Gözel Hüseyin)’in oğlu Mehmet GÜZEL, Konya / Ereğli/İvriz İlköğretmen Okuluna (Köy Enstitüsü) gönderilmiştir. Bu öğrenci, İvriz’de 3 yıl okuduktan sonra sağlık sınıfına seçilerek Eskişehir/Çifteler Sağlık Okuluna intikal etmiş ve orada 2 yıl daha okuduktan sonra da Sağlık Memuru olarak mezun olmuştur. İşte, Kazancıdan eğitim için ilk olarak dışarı giden ve okumuş ilk devlet memuru olan Sayın Mehmet GÜZEL, Halimiye (Tepebaşı), Kazancı, Ermenek ve Karaman’da uzun yıllar sağlık memurluğu yaptıktan sonra emekli olmuş olup, halen Kazancı kasabasında yaşamaktadır.
Kazancı ilkokulunu 1942 yılında bitirenler arasından, çalışkan ve akıllı çocuklar olarak seçilen, Sami TUNCA, İbrahim TÜRKER, Dede UGUZ, Veli KAYACIK, Abdullah ERDEM ve Mustafa ZENGİN birlikte İvriz İlköğretmen Okuluna ikinci gurup olarak gönderilmişlerdir. Sonraki yıllarda, Durmuş ÇETİN, Hüsamettin ERDEM, Kiraz ÇETİN (DEMİRCAN) dahil birkaç çocuk daha gönderilmiş olup, sonrasında bu okula uzun yıllar öğrenci gönderilmemiştir. Bu arada, Konya Doğanhisar Ziraat Okuluna da Ali GÜRBÜZ, Halil YILMAZ, Hüseyin ERDEM, Mustafa KORKMAZ, İbrahim TAŞTEKİN, İbrahim TOKSOY, Tahsin TOMBUL ve Ali DEMİRCAN dahil bir çok kişi gönderilmiştir. Bu okulu bitirenler, ziraatci, kooperatif, tapu, polis memurluklarına atılmışlardır.
Sayın Sami TUNCA’nın anlatımlarına göre, o zamanlar, okula gidiş ve gelişler, okulda okumaktan çok daha zormuş. Mart 1944 içinde yapılan bir Kazancı- Karaman yolculuğu, tam 5 gün sürmüş, kafilede bulunan katırcılara 15 lira valiz taşıma ücreti ödenmiş, parası olanlar, ilave para verip katıra sırayla binmişler. Kafilede bulunan başka köyden bir asker, Bucakkışla yakınlarında, yorgunluk ve kötü hava şartlarının etkisiyle hastalanmış ve ölmüş. Cenaze hemen oracıkta defnedilmiş ve kafile yoluna devam ederek Karaman’a başka kayıp vermeden varmış. Hocamızın değerlendirmesine göre, 20 yaşında bir delikanlı yola dayanamazken, ilk okulu yeni bitirmiş bu çocukların yola dayanmış olmalarının sırrı, “ kalplerindeki okuma ateşi ve büyük adam (memur) olma hayalleri “ imiş.
Kazacılı öğrenciler, İvriz’de çok başarılı olmuşlar. Bir dönem içinde, Sami TUNCA, Okul Kütüphane Kolu Başkanı, Dede UGUZ, Kooperatif Kolu Başkanı, İbrahim TÜRKER, Ahlak Kolu Başkanı seçilmişler. Okulda toplam 43 Ermenekli öğrenci varmış. Bu öğrencilerin hepsi, çağrılırken “Ermenekli “ diyerek çağrılır, sadece, Kazancılılar “ Kazancılı “ diye çağrılırlarmış..
İvriz’den ilk mezunlar 1948 yılında gerçekleşmiş ve İbrahim TÜRKER okulu üstün bir derece ile bitirdiğinden, tercihen, Eğitim Enstitüsü’ne tertip edilmiş, diğerleri muhtelif okullara öğretmen olarak atanmışlardır. İşte, bu mezunlar arasında bulunan merhum Dede UGUZ, 1948 yılında Kazancı İlkokuluna öğretmen (Müdür) olarak atanmış olup, kasabaya memur olarak atanmış ilk Kazancılı olma özelliğini taşımıştır. Bu atamayla birlikte, 25 yıldır müdür olan Sami ÖZTAŞ normal öğretmenliğe düşünce çok üzülmüş, fakat, bunu hiç dışa vurmayarak, çağdaş okuldan mezun olarak başına müdür olarak atanan genç kuşak öğretmenin gururunu kıracak bir davranış sergilememiştir.
Bu atamadan kısa bir zaman sonra, Sami ÖZTAŞ, Ermenek merkeze atamasını çıkartarak Kazancıdan ayrılmıştır. Kazancılılar, bu değerli eğitimcinin hizmetini hiç unutmamış, saygısını daima göstermiş ve öldüğünde topluca cenazesine katılmışlardır. Bu saygıyı fark eden aile de Kazancılıları hep muhabbetle selamlamışlardır. Doktor oğlu merhum Erdal ÖZTAŞ, Kazancıya gelerek hastaları parasız muayene etmiştir. Diğer oğlu merhum Ünal ÖZTAŞ ise, Ermenek Ortaokulunda bizim coğrafya öğretmenimizdi. Kendisi Kazancı doğumlu olarak bizlere karşı özel bir değer verir, coğrafi konularda örnekleri hep Kazancı arazisinden seçerdi. Sami öğretmenin ölümünden sonra, Kazancı halkı, Hasan SONGUR (Çolak Hasan) öncülüğünde, onun bir resmini çerçeveletip kahveye ve sonra okula asmışlardır. Hepsini rahmetle ve saygı ile anıyoruz…
Derleyen : Av. Naci SÖZEN,
Gelecek sayıda ; Ermenek Ortaokuluna Kazancılı bir öğrenci aranıyor..
Eğitim Mücadelemizden Notlar - (2)
EĞİTİM MÜCADELEMİZDEN NOTLAR- (2)
Kazancılıların eğitim mücadelesi konusunda tespit ettiğimiz bilinenleri, günümüzün gençleri ile paylaşmak için yayınladığız ilk bölümde, 1948 yılında, İvriz (Ereğli) Köy Enstitüsü (İlk Öğretmen Okulu)’nü bitiren Kazancılı gençlerden, merhum Dede UĞUZ’un, öğretmen (Müdür) olarak kasabamıza atanmış olduğu noktasına gelmiştik. Bu atama sonrasında, Mençek köyünden Mustafa ÇALIŞKAN ve Kazancılı öğretmen merhum Abdullah ERDEM ve diğer öğretmenler zaman içinde kasabamızda görev yapmışlardır. Mustafa ÇALIŞKAN ile 1970’li yıllarda İzmir’de karşılaştık ve ona Kazancı günlerini sordum. Ermenek’ten Kazancıya, birkaç kişiyle birlikte yolculuk ederek gelmiş. Yanında sadece rulo halinde sarılmış bir yorganı varmış. Köye geldiklerinde, onu cami imamına teslim etmişler. Kısa zamanda köylüye ısınmış ve içkili ziyafetli sıra gecelerinin değişmez misafiri olmuş. Hatta, Kazancıda oturan, Anamurlu bir ormancının kızı ile evlenmiş. Kazancı anılarını hiç unutmadığını anlatıyordu.
Cumhuriyetimizin ilanı ile birlikte, Kazancıda ilkokul açılmış olmasının bir ayrıcalık olduğunu belirmek zorundayız. Çünkü, Karşıyaka da uzun süre Kazancı haricindeki köylerde ilkokul yoktu. Çocuğunu ilkokula göndermek isteyen aileler, Ermenek veya Kazancı arasında tercih yapmak ve bu masrafa katlanmak zorundaydılar. Bu dönemde, köyünden Kazancıya okumak için gelen ve Kamiller sülalesinden bir ailenin yanında kalarak ilkokulu bitiren, sonra, yatılı okula giderek Kooperatif memuru olup, Kazancı’da da görev yapan Çatalbadem (Yukarı İrnebol) köyünde emekli memur Sayın Mehmet TAŞDEMİR en yakın örnektir. Kazancının bu okul avantajını gerektiği şekilde kullanamadığını söyleyebiliriz.
Ermenek Ortaokulu 07.11.1949 tarihinde açılmış olup, bu tarihe kadar, bölgede ilkokulu bitiren ve yatılı okullara gitmeyen çocuklar tahsillerine Karaman ve Konya merkezlerinde devam ediyorlardı. Maddi sıkıntı ve coğrafi uzaklık nedenleriyle, sadece, Ermenek merkezden çok sayıda çocuk eğitimlerine devam edebilmiştir. Güneyyurt, Uğurlu, Lemos ve Halimiye gibi merkezlerden az sayıda öğrenci gönderilebilmiştir. İşte, bu sıkıntılı dönemlerde, Kazancıdan ilk olarak Merhum Avukat Fethi ERDEM, sonrasında Emekli Hakim Ali KOÇAŞ, ailelerinin varlıklı ve ileri görüşlü olması nedenleriyle eğitimlerine Konya’da devam ederek Hukuk Fakültesini bitirmişlerdir. İşte, Kazancılı olarak ilk üniversite mezunu olanlar bu öncü kişilerdir. Bu dönemde, Konya Sanat Mektebinde okumuş olan merhum Hasan EREN’i de anmamız gerekiyor.
Ülkemizde çok partili dönemin başlaması, özgürlük ve refahın yaygınlaşması dönemi olmasına rağmen, 1950’li yıllarda da ilkokulu bitirenler, sadece, yatılı öğretmen okulu, ziraat okulu ve askeri okullara gönderilebilmiş, karşımızdaki Ermenek Ortaokuluna yıllarca öğrenci gönderilememiştir. Ermenek ortaokulunda, 1956-1957 eğitim yılında okuyan 143 öğrenci arasında Kazancılı öğrenci yoktur. O yıl, Haziran ayında tatil için şehre gelen öğretmenimiz Sami TUNCA, Ortaokul müdürü Yahya BARAY ile karşılaşır. Müdür Bey, Sami Hocaya hitaben “ hocam, Kazancıdan hiç öğrencimiz yok, gelecek sene en az bir öğrenci bekliyoruz, yardımcı olun “ diyerek adeta yalvarır. Kazancıya gelen Sami TUNCA, gerekli araştırmayı yapar, ilgililerle görüşür ve ilkokulu birkaç yıl önce bitirmiş olan Sayın Sinan ÇELEBİ, ilk Kazancılı öğrenci olarak Ermenek Ortaokuluna gönderilir. Bu okulu 1961 yılında bitiren ilk Kazancılı olan Sinan ÇELEBİ, maliye meslek okulunu bitirerek memur olur. Kendisini 1998 yılında, görev yaptığı İstanbul Defterdarlığı (Cağaloğlu) binasında ziyaret etmiştim. Koridorun başında, üzerinde “ GELİR MÜDÜRÜ “ yazan kapının arkasındaki odada tek başına oturuyordu. Yani, Ermenek ortaokulunda bir Kazancılı bulunsun fikriyle eğitime başlatılan Sinan Ağabeyimiz, bir devlet kadar kalabalık olan İstanbul şehrinin Gelir Müdürü idi. Odacının, çaylarımızı getirirken sergilediği büyük saygıyı izledikten sonra, çok duygulandım, göz yaşlarımı gizledim ve “Kazancılı” olmaktan haklı bir gurur duydum.. Ankara’daki büroma 2007 Nisan ayı içinde gelen ortaokul edebiyat öğretmenimiz Sayın Naci AYDINLI, geçmiş eğitim dönemlerini anarken “ sizin Kazancılı Sinan isminde bir öğrencinin de öğretmeniydim, şimdi nerede? “ diye sordu. Aradan 46 yıl geçmiş olmasına rağmen hala hafızasından silinmemişti. Bu müthiş durum karşısında kayıtsız kalamazdım. Hemen birkaç kişiyi aradıktan sonra Sinan Beye ulaştım ve bunca yıla rağmen kendisini unutmayan öğretmeniyle konuşturdum.
Bu arada, Konya’ya Kuran Kursu eğitimi için gönderilmiş olan Sayın Hasan SOYDEMİR (Emekli Astsubay), bu şehirdeki eğitiminin ikinci yılı sonunda, Ermenek Ortaokuluna nakil yaptırarak buradan mezun olmuş ve Askeri Okula girmiştir. Ermenek Ortaokuluna öğrenci gönderme yolu açılmıştı. 1959 yılında, Durmuş SAYDAM ve Halil ATALAY, bir yıl sonra, Mustafa ÇETİN, İbrahim ZENGİN, Sami YILDIZ, Ahmet YILDIZ, Muhammet ERDOĞAN ve Rasim YILMAZ, 1962 yılında ise Nurullah AKTAŞ ve Hasan ÇAĞLAYAN ortaokula başlamışlardı. Nihayet, 1963 yılından Kazancı ilk okulunu 37 kişi bitirmiş olmasına rağmen, orta okula sadece ben (Naci SÖZEN) kayıt yaptırdım. Okula başladığımda, bazı köylerden 25-30 kişinin okulda olduğunu gördüm. Görmel köyünden, okulda olanların sayısı Kazancılıların iki katıydı. Bir aileden iki erkek ve bir kız çocuk, aynı evde kalarak okuyordu. Kazancılılar az sayıda olmalarına rağmen başarı seviyeleri çok yüksekti. Mustafa ÇETİN, hem okul başkanı, hem de yurt başkanı, diğerlerinden 3 kişi sınıf başkanıydı. Aynı yılın ortasında, koridordaki iftihar listesinde mevcut 8 sınıfı olan okuldan toplam 16 kişinin resmi asılmıştı. Bu listede Kazancılı öğrencilerden, Mustafa ÇETİN, İbrahim ZENGİN, Nurullah AKTAŞ (Dede Hoca ) ve Naci SÖZEN olmak üzere 4 kişinin resmi vardı.
Bu dönem içinde, Kazancılıların eğitim mücadelesine önemli katkılar yapan öğretmenlerimiz, Durmuş ÇETİN, Kiraz ÇETİN, Hüsamettin ERDEM, Sami TUNCA, Sarıvadili Mehmet SOYDEMİR, Gargaralı Ali ÇÖMLEK, İzmirli Gökcen, Antalyalı Naci ÖZMAN gibi öğretmenlerimizin emeklerini de saygı ile anmalıyız. Sami TUNCA, köye 1959 yılında atanmış olup, 1960 ihtilali sırasında öğretmenlik yanında muhtarlık da yapmıştır. Hocamız, 1958 yılında “Okulum “ isimli bir şiir kitabı yayınlamış olup, bu kitabını bizlere hediye ediyordu. Bu kitap, bir Kazancılı tarafından bastırılmış ilk kitap ve kitap da yer alan Kazancılı isimli şiiri de köyümüz hakkında yazılmış olan ilk şiir olma özelliğini taşımıştır.
Ermenek ortaokulu 1964 yılını takip eden yıllarda, her yıl artan sayıda Kazancılı öğrenci barındırmaya başlamıştı. Bu dönemde, Ermenek merkezde öğretmenlik yapmakta olan merhum Abdullah ERDEM, ortaokulda da derslere girdiğinden olacak, diğer öğretmenleri kıskandıracak şekilde bir ün ve ağırlık taşıyordu. Ermenek tarihinde, eğitimle ilgili her olay veya resimde kendisini görmek mümkündür. Bu dönemlerde, Ermenek İlk Öğretim Müdürlüğüne atanan ve bu hizmeti rekor sayılacak şekilde, yani, 17 Haziran 1967 – 17 Kasım 1987 yılları arasında, 20 yıl yürütmüş olan Sayın Hüsamettin ERDEM’in, bölge ile birlikte Kazancılıların eğitimlerine katkıları ve bilhassa, bazı öğrencilerin okula gönderilmesi için harcadığı özel çabaları her türlü taktirin üzerinde olmalıdır. Hocamız, bu hizmet döneminde, değişen aralıklarla Ermenek Kaymakamlığına da vekalet etmiş olduğunu belirtelim. Böylece, Ermenek’te Kaymakamlığa vekaleti ile ilçede en üst seviyede yönetici görevi üstlenmiş ilk ve son (şimdilik) Kazancılı olma özelliğini de taşımaktadır.
Kazancılı ailelerin, Ortaokul eğitimine sıcak bakmamalarının önemli bir nedeni, bu okulu bitirenlerin bir mesleğe sahip olamamaları ve mutlaka liseye veya başka bir yatılı okula gitmek zorunda olmaları hususudur. Ortaokulu okutmakta çok zorlanan ailenin, daha uzağa, lise eğitimini göze alması mümkün gözükmüyordu. Yatılı okulu kazanamazsa da çocuk tahsiline son vermek zorunda kalacaktı. Halbuki, ilkokul sonrası yatılı meslek okuluna gidenler okul bitince hemen maaşa bağlanmakta ve göreve başlamaktaydı. Nitekim. Ortaokulu Ermenek’te bitiren Kazancılılar, lise eğitimi için Karaman, Konya, Mersin gibi uzak şehirlere gitmişlerdi. 1967 yılına gelindiğinde, lise ve sonrasında üniversite eğitimlerine öğrenci gönderebilmek için ailelerin üzerindeki yükün bir kısmının kaldırılması ve daha çok çocuğun ortaokula gitmesinin sağlanması, bunun içinde, en kolay yolun Kazancıya bir ortaokul yapılmasının gerekli olduğu hususu konuşulmaya başlanmıştı…
Yazan : Av. Naci SÖZEN, Mayıs 2007 /ANKARA
Gelecek sayıda ; Kazancı Ortaokulunun Kuruluş Öyküsü….
Kazancılıların eğitim mücadelesi konusunda tespit ettiğimiz bilinenleri, günümüzün gençleri ile paylaşmak için yayınladığız ilk bölümde, 1948 yılında, İvriz (Ereğli) Köy Enstitüsü (İlk Öğretmen Okulu)’nü bitiren Kazancılı gençlerden, merhum Dede UĞUZ’un, öğretmen (Müdür) olarak kasabamıza atanmış olduğu noktasına gelmiştik. Bu atama sonrasında, Mençek köyünden Mustafa ÇALIŞKAN ve Kazancılı öğretmen merhum Abdullah ERDEM ve diğer öğretmenler zaman içinde kasabamızda görev yapmışlardır. Mustafa ÇALIŞKAN ile 1970’li yıllarda İzmir’de karşılaştık ve ona Kazancı günlerini sordum. Ermenek’ten Kazancıya, birkaç kişiyle birlikte yolculuk ederek gelmiş. Yanında sadece rulo halinde sarılmış bir yorganı varmış. Köye geldiklerinde, onu cami imamına teslim etmişler. Kısa zamanda köylüye ısınmış ve içkili ziyafetli sıra gecelerinin değişmez misafiri olmuş. Hatta, Kazancıda oturan, Anamurlu bir ormancının kızı ile evlenmiş. Kazancı anılarını hiç unutmadığını anlatıyordu.
Cumhuriyetimizin ilanı ile birlikte, Kazancıda ilkokul açılmış olmasının bir ayrıcalık olduğunu belirmek zorundayız. Çünkü, Karşıyaka da uzun süre Kazancı haricindeki köylerde ilkokul yoktu. Çocuğunu ilkokula göndermek isteyen aileler, Ermenek veya Kazancı arasında tercih yapmak ve bu masrafa katlanmak zorundaydılar. Bu dönemde, köyünden Kazancıya okumak için gelen ve Kamiller sülalesinden bir ailenin yanında kalarak ilkokulu bitiren, sonra, yatılı okula giderek Kooperatif memuru olup, Kazancı’da da görev yapan Çatalbadem (Yukarı İrnebol) köyünde emekli memur Sayın Mehmet TAŞDEMİR en yakın örnektir. Kazancının bu okul avantajını gerektiği şekilde kullanamadığını söyleyebiliriz.
Ermenek Ortaokulu 07.11.1949 tarihinde açılmış olup, bu tarihe kadar, bölgede ilkokulu bitiren ve yatılı okullara gitmeyen çocuklar tahsillerine Karaman ve Konya merkezlerinde devam ediyorlardı. Maddi sıkıntı ve coğrafi uzaklık nedenleriyle, sadece, Ermenek merkezden çok sayıda çocuk eğitimlerine devam edebilmiştir. Güneyyurt, Uğurlu, Lemos ve Halimiye gibi merkezlerden az sayıda öğrenci gönderilebilmiştir. İşte, bu sıkıntılı dönemlerde, Kazancıdan ilk olarak Merhum Avukat Fethi ERDEM, sonrasında Emekli Hakim Ali KOÇAŞ, ailelerinin varlıklı ve ileri görüşlü olması nedenleriyle eğitimlerine Konya’da devam ederek Hukuk Fakültesini bitirmişlerdir. İşte, Kazancılı olarak ilk üniversite mezunu olanlar bu öncü kişilerdir. Bu dönemde, Konya Sanat Mektebinde okumuş olan merhum Hasan EREN’i de anmamız gerekiyor.
Ülkemizde çok partili dönemin başlaması, özgürlük ve refahın yaygınlaşması dönemi olmasına rağmen, 1950’li yıllarda da ilkokulu bitirenler, sadece, yatılı öğretmen okulu, ziraat okulu ve askeri okullara gönderilebilmiş, karşımızdaki Ermenek Ortaokuluna yıllarca öğrenci gönderilememiştir. Ermenek ortaokulunda, 1956-1957 eğitim yılında okuyan 143 öğrenci arasında Kazancılı öğrenci yoktur. O yıl, Haziran ayında tatil için şehre gelen öğretmenimiz Sami TUNCA, Ortaokul müdürü Yahya BARAY ile karşılaşır. Müdür Bey, Sami Hocaya hitaben “ hocam, Kazancıdan hiç öğrencimiz yok, gelecek sene en az bir öğrenci bekliyoruz, yardımcı olun “ diyerek adeta yalvarır. Kazancıya gelen Sami TUNCA, gerekli araştırmayı yapar, ilgililerle görüşür ve ilkokulu birkaç yıl önce bitirmiş olan Sayın Sinan ÇELEBİ, ilk Kazancılı öğrenci olarak Ermenek Ortaokuluna gönderilir. Bu okulu 1961 yılında bitiren ilk Kazancılı olan Sinan ÇELEBİ, maliye meslek okulunu bitirerek memur olur. Kendisini 1998 yılında, görev yaptığı İstanbul Defterdarlığı (Cağaloğlu) binasında ziyaret etmiştim. Koridorun başında, üzerinde “ GELİR MÜDÜRÜ “ yazan kapının arkasındaki odada tek başına oturuyordu. Yani, Ermenek ortaokulunda bir Kazancılı bulunsun fikriyle eğitime başlatılan Sinan Ağabeyimiz, bir devlet kadar kalabalık olan İstanbul şehrinin Gelir Müdürü idi. Odacının, çaylarımızı getirirken sergilediği büyük saygıyı izledikten sonra, çok duygulandım, göz yaşlarımı gizledim ve “Kazancılı” olmaktan haklı bir gurur duydum.. Ankara’daki büroma 2007 Nisan ayı içinde gelen ortaokul edebiyat öğretmenimiz Sayın Naci AYDINLI, geçmiş eğitim dönemlerini anarken “ sizin Kazancılı Sinan isminde bir öğrencinin de öğretmeniydim, şimdi nerede? “ diye sordu. Aradan 46 yıl geçmiş olmasına rağmen hala hafızasından silinmemişti. Bu müthiş durum karşısında kayıtsız kalamazdım. Hemen birkaç kişiyi aradıktan sonra Sinan Beye ulaştım ve bunca yıla rağmen kendisini unutmayan öğretmeniyle konuşturdum.
Bu arada, Konya’ya Kuran Kursu eğitimi için gönderilmiş olan Sayın Hasan SOYDEMİR (Emekli Astsubay), bu şehirdeki eğitiminin ikinci yılı sonunda, Ermenek Ortaokuluna nakil yaptırarak buradan mezun olmuş ve Askeri Okula girmiştir. Ermenek Ortaokuluna öğrenci gönderme yolu açılmıştı. 1959 yılında, Durmuş SAYDAM ve Halil ATALAY, bir yıl sonra, Mustafa ÇETİN, İbrahim ZENGİN, Sami YILDIZ, Ahmet YILDIZ, Muhammet ERDOĞAN ve Rasim YILMAZ, 1962 yılında ise Nurullah AKTAŞ ve Hasan ÇAĞLAYAN ortaokula başlamışlardı. Nihayet, 1963 yılından Kazancı ilk okulunu 37 kişi bitirmiş olmasına rağmen, orta okula sadece ben (Naci SÖZEN) kayıt yaptırdım. Okula başladığımda, bazı köylerden 25-30 kişinin okulda olduğunu gördüm. Görmel köyünden, okulda olanların sayısı Kazancılıların iki katıydı. Bir aileden iki erkek ve bir kız çocuk, aynı evde kalarak okuyordu. Kazancılılar az sayıda olmalarına rağmen başarı seviyeleri çok yüksekti. Mustafa ÇETİN, hem okul başkanı, hem de yurt başkanı, diğerlerinden 3 kişi sınıf başkanıydı. Aynı yılın ortasında, koridordaki iftihar listesinde mevcut 8 sınıfı olan okuldan toplam 16 kişinin resmi asılmıştı. Bu listede Kazancılı öğrencilerden, Mustafa ÇETİN, İbrahim ZENGİN, Nurullah AKTAŞ (Dede Hoca ) ve Naci SÖZEN olmak üzere 4 kişinin resmi vardı.
Bu dönem içinde, Kazancılıların eğitim mücadelesine önemli katkılar yapan öğretmenlerimiz, Durmuş ÇETİN, Kiraz ÇETİN, Hüsamettin ERDEM, Sami TUNCA, Sarıvadili Mehmet SOYDEMİR, Gargaralı Ali ÇÖMLEK, İzmirli Gökcen, Antalyalı Naci ÖZMAN gibi öğretmenlerimizin emeklerini de saygı ile anmalıyız. Sami TUNCA, köye 1959 yılında atanmış olup, 1960 ihtilali sırasında öğretmenlik yanında muhtarlık da yapmıştır. Hocamız, 1958 yılında “Okulum “ isimli bir şiir kitabı yayınlamış olup, bu kitabını bizlere hediye ediyordu. Bu kitap, bir Kazancılı tarafından bastırılmış ilk kitap ve kitap da yer alan Kazancılı isimli şiiri de köyümüz hakkında yazılmış olan ilk şiir olma özelliğini taşımıştır.
Ermenek ortaokulu 1964 yılını takip eden yıllarda, her yıl artan sayıda Kazancılı öğrenci barındırmaya başlamıştı. Bu dönemde, Ermenek merkezde öğretmenlik yapmakta olan merhum Abdullah ERDEM, ortaokulda da derslere girdiğinden olacak, diğer öğretmenleri kıskandıracak şekilde bir ün ve ağırlık taşıyordu. Ermenek tarihinde, eğitimle ilgili her olay veya resimde kendisini görmek mümkündür. Bu dönemlerde, Ermenek İlk Öğretim Müdürlüğüne atanan ve bu hizmeti rekor sayılacak şekilde, yani, 17 Haziran 1967 – 17 Kasım 1987 yılları arasında, 20 yıl yürütmüş olan Sayın Hüsamettin ERDEM’in, bölge ile birlikte Kazancılıların eğitimlerine katkıları ve bilhassa, bazı öğrencilerin okula gönderilmesi için harcadığı özel çabaları her türlü taktirin üzerinde olmalıdır. Hocamız, bu hizmet döneminde, değişen aralıklarla Ermenek Kaymakamlığına da vekalet etmiş olduğunu belirtelim. Böylece, Ermenek’te Kaymakamlığa vekaleti ile ilçede en üst seviyede yönetici görevi üstlenmiş ilk ve son (şimdilik) Kazancılı olma özelliğini de taşımaktadır.
Kazancılı ailelerin, Ortaokul eğitimine sıcak bakmamalarının önemli bir nedeni, bu okulu bitirenlerin bir mesleğe sahip olamamaları ve mutlaka liseye veya başka bir yatılı okula gitmek zorunda olmaları hususudur. Ortaokulu okutmakta çok zorlanan ailenin, daha uzağa, lise eğitimini göze alması mümkün gözükmüyordu. Yatılı okulu kazanamazsa da çocuk tahsiline son vermek zorunda kalacaktı. Halbuki, ilkokul sonrası yatılı meslek okuluna gidenler okul bitince hemen maaşa bağlanmakta ve göreve başlamaktaydı. Nitekim. Ortaokulu Ermenek’te bitiren Kazancılılar, lise eğitimi için Karaman, Konya, Mersin gibi uzak şehirlere gitmişlerdi. 1967 yılına gelindiğinde, lise ve sonrasında üniversite eğitimlerine öğrenci gönderebilmek için ailelerin üzerindeki yükün bir kısmının kaldırılması ve daha çok çocuğun ortaokula gitmesinin sağlanması, bunun içinde, en kolay yolun Kazancıya bir ortaokul yapılmasının gerekli olduğu hususu konuşulmaya başlanmıştı…
Yazan : Av. Naci SÖZEN, Mayıs 2007 /ANKARA
Gelecek sayıda ; Kazancı Ortaokulunun Kuruluş Öyküsü….
Eğitim Mücadelemizden Notlar - (3)
EĞİTİM MÜCADELEMİZDEN NOTLAR – (3)
( KAZANCI ORTAOKULU’NUN KURULUŞ ÖYKÜSÜ )
Kazancı Kasabasında 1967 yılına gelindiğinde, eğitim yılı sonunda ilkokulu bitiren ortalama 40 öğrenciden, sadece 4-5 kişinin Ermenek Ortaokuluna gidebildiğini görürüz. Kazancıda bir ortaokul açılmasının gerektiği ve bu konuda bir girişim başlatılması sıkça söylenir olmuştu. Bu dönemde, ortaokul eğitimi, memur olunmaya da olanak sağlayan çok önemli bir fırsattı. Liseye ve daha yükseğine gidilemese bile, ortaokul eğitimi diplomasıyla bir çok iş olanağı vardı.
Kasabadan bazı iyiliksever kişiler, her yıl, okulların kapanmasına yakın, çalışkan ve zeki çocukların isimlerini tespit ediyor, onların aileleri ve yakın akrabalarıyla görüşüp ortaokula gönderilmelerini sağlamaya çalışıyorlardı. Bu amaçla, çocukların babalarının ekin biçmekte oldukları tarlalara kadar gidip görüşen öğretmenler, teşvik ve telkinde bulunanlar bile vardı. Hatta, ortaokula gidecek durumda ve zeki iki oğlu olan bir veliye, sadece küçük oğlunun gönderilmesini kabul ettirebilen zamanın öğretmeni, kayıt döneminde, gizliden önce büyük çocuğun kaydını yaptırmış ve böylece her ikisinin de okuması sağlanmıştır.
1968 yılı Şubat ayında, yarıyıl tatili için köye gelmiştik. Tesadüf olacak ki, öğretmenimiz Sayın Sami TUNCA tatilden yararlanarak Kazancıya geldi. Bir akşam, halen faaliyette olan “ Sülüklerin Kahvesi “ adıyla anılan kahvenin girişten sağ köşesinde bir masanın etrafında oturuyorduk. Saat, gece 23.00 suları, kahvede çok az insan kalmıştı. Masamızda, Öğretmen Mustafa ÇETİN ve birkaç kişi daha vardı. Konu yine Kazancıda bir ortaokul açılmasına geldi ve bir girişimde bulunmaya karar verildi. Sabah ilk fırsatta Sami TUNCA ile görüşülecek ve Kasabanın (Nahiye) ileri gelenleriyle konunun tartışılması sağlanacaktı.
İkinci gün, Hocayı aramaya başladık. Kendisine, Okul konusundaki konuşmaları aktardık ve köyün ileri gelenleriyle konuşup mümkünse zaman geçirmeden bir toplantı yapılmasını sağlamasını istedik. Birkaç gün içinde herkes okul konusunu tartışıyordu. İleri gelenler ve muhtarlığın kararıyla ilanlar yapıldı ve köylü, ilkokulun (tek katlı eski okul) bir sınıfında toplandı. Kazancıda bir Ortaokul açılması, binasının köylü tarafından yapılması ve sonrasında öğretmen atandırılması hususları tartışıldı. Bazı kişiler, köylü katkısıyla böyle bir binanın yapılmasının mümkün olamayacağını, köylünün, ancak, ücretsiz işçilik yapabileceğini, mutlaka devlet gücünün olması gerektiğini, söylüyordu. Okul yapılsa bile, devletin öğretmen ataması ve okulun açılması kararını vermesi hususlarında bile sorunlar çıkabileceğini söyleyenler vardı.
Öğretmenimiz Sami TUNCA, “ okul yapılır yapılmaz öğretmen atanmasını sağlarız “ deyince, köy imamı Merhum Yusuf Hoca (GÜRBÜZ) söz alarak “ siz öğretmen atanmasını sağlayın, okulun yapılmasını beklemeye gerek kalmadan, caminin yarısı veya tamamını okul olarak tahsis ederim. Ben namazı okul yapılana kadar başka bir yerde kıldırırım” dedi. İşte, bir cami imamından beklenmedik bu cesur ve çağdaş çıkış, okul açılması konusunda herkesi umutlandırdı. Tam bu sırada, merhum Kara Ahmet (ÖZDEN) söz alarak “ ben şimdiden okul için 4 kile buğday ve 2 kavak veriyorum “ dedi. Nihayet, Kazancı için dönüm noktası sayılabilecek olan Ortaokul inşaatına başlandı. Törenlerle atılan temel ve imece usulü işçilik, sınırlı maddi yardımlar derken bina zamanında tamamlanamadı. Fazla gecikmenin önlenmesi için, Sayın Hüsamettin ERDEM öncülüğünde ve Ermenekli bazı hatırlı kişilerin yardımı ile binanın sıvaları yapılmamış ve kapı-pencere takılmamış olduğu halde, Ermenek Kaymakamına “ inşaat tamamlandı “ yazısı imzalatılarak üst makamlara gönderilmiştir. Bu yazıyı takiben, öğretmen atamaları yapılmış ve açılma emri verilmiş olup, eğitim, ilk yıl (1969 ) bir kahvede (Divadın Kahvesi), ikinci yıl Jandarma Karakolu üst katında yapılmıştır. Nihayet, üçüncü yıldan itibaren eğitime yeni yapılan okul binasında devam edilebilmiştir.
Bu Ortaokul, ilkokulu bitiren her Kazancılı çocuğun, ortaokul okuma şansını elde etmesi demekti. Nitekim, kasaba dışına okumaya gönderilemeyecek durumdaki bir çok öğrenci burada eğitimine devam ederek, sonrasında yatılı okullara gitti ve meslek sahibi oldu. Okulumuz, Kazancılı çocuklar dışında, çevredeki köylerin çocuklarının okumasına da vesile olduğundan, bölgemize ve toplumumuza faydası küçümsenmeyecek boyutlardadır.
Ortaokulumuzun ilk Müdürü (Kurucu Müdür) Sayın Mehmet ŞENEL olup, sırasıyla 10 müdür değiştikten sonra, Sayın Cafer TAŞTEKİN, Kazancılı “ilk Ortaokul Müdürü” olarak atanmıştır. Bir dönem, okulda müdürlük yapmış olan Sayın Osman TOSUN, bizlere gönderdiği maillerde, Kazancı günlerini unutamadığını bildirmekte, Kazancı sitelerine anılarını yazmakta ve okul bahçesine kendi elleriyle diktiği kavak ve çam ağaçlarının durumunu sormaktadır. Kendisine, okulun lise olarak son durumunu ve gök yüzüne yükselen kavak ağaçlarını gösteren resimleri gönderdik…
Kazancı İlkokulu ve Ortaokulunu bitiren gençler, eğitimlerine devam ederek bir çok meslek mensubu olmuşlar ve ülkemizin her köşesine, hatta, dünyaya açılmışlardır. Zaman içinde, ortaokulun da yetersiz olduğu ortaya çıkmış ve 1989 yılında Kazancı Lisesi açılmıştır. Ermenek Lisesinin 1968 yılında açılmış olduğunu düşünürsek, devletimizin ihmali ve gecikmenin ne boyutlarda olduğu anlaşılacaktır. Eğitim sistemimizde yapılan son yasal düzenlemeler nedeniyle, ortaokul, ilkokulla birleştirilerek “ İlköğretim Okulu” niteliğine dönüştürülmüş, Lise, tek başına eğitime devam etmekte olup, müdürü de, Kazancılı Sayın Ayşe TAŞTEKİN ( ilk bayan müdür )’dir.
Okul ve okuma fırsatı verildiğinde ve üniversiteye gitme imkanı elde edildiğinde, Kazancılı gençlerin nerelere kadar gidebilecekleri bir çok örneği ile görülmüş ve halende okuyan gençlerden izlenebilmektedir. Bu konuda, ilk dönemlerde eğitime başlamış olanlardan başlayarak birkaç örnekleme-hatırlatma yapmak gerekirse ;
. Ortaokul sonrası, Konya Lisesi ve Üniversiteye giden Kazancılı Halil ATALAY, Ankara Eğitim Fakültesini ( ilk eğitim uzmanı) ) bitirmiştir. Şimdilerde çok sayıda Kazancılı üniversite mezunu eğitimci ve okuyan öğrenci mevcuttur.
. Ortaokul sonrası, Konya, Karaman liselerini bitiren ve öğretmen olan Sayın Mustafa ÇETİN, Durmuş SAYDAM, Sami YILDIZ, Nurullah AKTAŞ ve İbrahim ZENGİN başta olmak üzere geçlerimizin eğitimi için çaba harcamışlar, polis olan Sayın Ahmet YILDIZ, Muhammet ERDOĞAN ve Rasim YILMAZ polis olarak topluma hizmet etmişlerdir.
. Karaman Lisesi sonrası Hava Harp Okuluna (İstanbul) giden Naci SÖZEN Teğmen olarak ( ilk subay) mezun olmuştur. Halen 3-4 Kazancılı subay görevde, 3-4 öğrenci de subay okullarında (Askeri Lise/ Harp Okulu) eğitimdedirler.
. Lise eğitimi, sonrası Eğe Üniversitesi Tıp Fakültesine giden Kürşat ERDEM, buradan mezun olduktan sonra (ilk doktor ve cerrah) ihtisas yaparak uzun yıllar Şebinkarahisar kentinde görev yapmıştır. Bu görevi sırasında yüzlerce Kazancılı oralara giderek ameliyatlar olmuş ve tedavilerini yaptırmıştır. Ayrıca, burada açılan Sağlık Meslek Lisesine çok sayıda Kazancılı öğrencinin gitmesine ve meslek/iş sahibi olmasına da vesile olmuştur. Sonrasında, bir çok Kazancılı genç Tıp Fakültelerine girmiş olup, halen Kazancılı 5-6 doktor görev başındadır.
. Eğitim mücadelesinin verildiği dönemlerde, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanan Hacı Mehmet SONGUR, eğitim sonrası bir çok ilçede kaymakamlık ( ilk siyasal mezunu/ ilk kaymakam) yapmış olup, halen üst düzey devlet görevi yürütmektedir.
. Lise eğitimi sonrası Üniversiteye giden Mesut GÜRBÜZ, İktisat eğitimi sonrası başladığı ( ilk İktisat Fakültesi mezunu) işini halen sürdürmektedir.
. Kazancıda başlayan eğitimine Üniversite ve ABD’de devam eden Doçent Sayın Mustafa ÖZDEN ise, Harran Üniversitesinde başladığı ve yürütmekte olduğu önemli görev ile (ilk üniversite öğretim üyesi ) eğitime ve bilime katkı sağlamaktadır.
. Kazancıda başlayan eğitimine, lise ve Üniversite aşamalarını da ekleyip, inşaat mühendisi olan İzzet KORKMAZ, uzun yıllar ( ilk mühendis) devlet görevi yürütmüştür.
. Bu yazımızda yer veremediğimiz veya atlamış olduğumuz gençler bizi bağışlasın. Aslında, Kazancılıların geçmişte verdikleri ve halen vermekte oldukları “ Eğitim Mücadelesi “ her türlü taktirin üstündedir. Nitekim, günümüzde, yurdumuzun her köşesinde ve her meslekte hizmet yürütmekte olan Kazancılıların isimleri sayamayacak kadar çoktur.
Eğitimde gelinen bu başarılı durumun yeterli olduğunu ve her gencin eğitim olanağına sahip bulunduğunu söylemek elbette mümkün değildir. Orta öğretimini Kazancıda yapma imkanı bulan gençlerimizin, yüksek öğretime gitmelerinin hiç de kolay olmadığı, sınavları kazansalar bile bir çoğunun maddi imkansızlıklar nedeniyle eğitim yapamayacak durumda oldukları da bir gerçektir. Bu nedenle, daha çok gencimizin eğitim imkanı bulmasına ve zeki çocukların üniversitede okumasına katkı sağlamak amacıyla, son günlerde dile getirilen “ Kazancıda bir yüksek okul açılması “ konusunun desteklenmesi ve takip edilmesi yanında, uzun süreden beri kurulmasını arzu ettiğimiz “ Kazancı Eğitim ve Kültür ve Yardımlaşma Derneği “ projesini hayata geçirmek gerektiğine inanıyoruz ve kasabadaki her kesimden ve kuruluştan bu konularda destek bekliyoruz.
Derleyen : Av. Naci SÖZEN , Haziran 2007 / ANKARA
( KAZANCI ORTAOKULU’NUN KURULUŞ ÖYKÜSÜ )
Kazancı Kasabasında 1967 yılına gelindiğinde, eğitim yılı sonunda ilkokulu bitiren ortalama 40 öğrenciden, sadece 4-5 kişinin Ermenek Ortaokuluna gidebildiğini görürüz. Kazancıda bir ortaokul açılmasının gerektiği ve bu konuda bir girişim başlatılması sıkça söylenir olmuştu. Bu dönemde, ortaokul eğitimi, memur olunmaya da olanak sağlayan çok önemli bir fırsattı. Liseye ve daha yükseğine gidilemese bile, ortaokul eğitimi diplomasıyla bir çok iş olanağı vardı.
Kasabadan bazı iyiliksever kişiler, her yıl, okulların kapanmasına yakın, çalışkan ve zeki çocukların isimlerini tespit ediyor, onların aileleri ve yakın akrabalarıyla görüşüp ortaokula gönderilmelerini sağlamaya çalışıyorlardı. Bu amaçla, çocukların babalarının ekin biçmekte oldukları tarlalara kadar gidip görüşen öğretmenler, teşvik ve telkinde bulunanlar bile vardı. Hatta, ortaokula gidecek durumda ve zeki iki oğlu olan bir veliye, sadece küçük oğlunun gönderilmesini kabul ettirebilen zamanın öğretmeni, kayıt döneminde, gizliden önce büyük çocuğun kaydını yaptırmış ve böylece her ikisinin de okuması sağlanmıştır.
1968 yılı Şubat ayında, yarıyıl tatili için köye gelmiştik. Tesadüf olacak ki, öğretmenimiz Sayın Sami TUNCA tatilden yararlanarak Kazancıya geldi. Bir akşam, halen faaliyette olan “ Sülüklerin Kahvesi “ adıyla anılan kahvenin girişten sağ köşesinde bir masanın etrafında oturuyorduk. Saat, gece 23.00 suları, kahvede çok az insan kalmıştı. Masamızda, Öğretmen Mustafa ÇETİN ve birkaç kişi daha vardı. Konu yine Kazancıda bir ortaokul açılmasına geldi ve bir girişimde bulunmaya karar verildi. Sabah ilk fırsatta Sami TUNCA ile görüşülecek ve Kasabanın (Nahiye) ileri gelenleriyle konunun tartışılması sağlanacaktı.
İkinci gün, Hocayı aramaya başladık. Kendisine, Okul konusundaki konuşmaları aktardık ve köyün ileri gelenleriyle konuşup mümkünse zaman geçirmeden bir toplantı yapılmasını sağlamasını istedik. Birkaç gün içinde herkes okul konusunu tartışıyordu. İleri gelenler ve muhtarlığın kararıyla ilanlar yapıldı ve köylü, ilkokulun (tek katlı eski okul) bir sınıfında toplandı. Kazancıda bir Ortaokul açılması, binasının köylü tarafından yapılması ve sonrasında öğretmen atandırılması hususları tartışıldı. Bazı kişiler, köylü katkısıyla böyle bir binanın yapılmasının mümkün olamayacağını, köylünün, ancak, ücretsiz işçilik yapabileceğini, mutlaka devlet gücünün olması gerektiğini, söylüyordu. Okul yapılsa bile, devletin öğretmen ataması ve okulun açılması kararını vermesi hususlarında bile sorunlar çıkabileceğini söyleyenler vardı.
Öğretmenimiz Sami TUNCA, “ okul yapılır yapılmaz öğretmen atanmasını sağlarız “ deyince, köy imamı Merhum Yusuf Hoca (GÜRBÜZ) söz alarak “ siz öğretmen atanmasını sağlayın, okulun yapılmasını beklemeye gerek kalmadan, caminin yarısı veya tamamını okul olarak tahsis ederim. Ben namazı okul yapılana kadar başka bir yerde kıldırırım” dedi. İşte, bir cami imamından beklenmedik bu cesur ve çağdaş çıkış, okul açılması konusunda herkesi umutlandırdı. Tam bu sırada, merhum Kara Ahmet (ÖZDEN) söz alarak “ ben şimdiden okul için 4 kile buğday ve 2 kavak veriyorum “ dedi. Nihayet, Kazancı için dönüm noktası sayılabilecek olan Ortaokul inşaatına başlandı. Törenlerle atılan temel ve imece usulü işçilik, sınırlı maddi yardımlar derken bina zamanında tamamlanamadı. Fazla gecikmenin önlenmesi için, Sayın Hüsamettin ERDEM öncülüğünde ve Ermenekli bazı hatırlı kişilerin yardımı ile binanın sıvaları yapılmamış ve kapı-pencere takılmamış olduğu halde, Ermenek Kaymakamına “ inşaat tamamlandı “ yazısı imzalatılarak üst makamlara gönderilmiştir. Bu yazıyı takiben, öğretmen atamaları yapılmış ve açılma emri verilmiş olup, eğitim, ilk yıl (1969 ) bir kahvede (Divadın Kahvesi), ikinci yıl Jandarma Karakolu üst katında yapılmıştır. Nihayet, üçüncü yıldan itibaren eğitime yeni yapılan okul binasında devam edilebilmiştir.
Bu Ortaokul, ilkokulu bitiren her Kazancılı çocuğun, ortaokul okuma şansını elde etmesi demekti. Nitekim, kasaba dışına okumaya gönderilemeyecek durumdaki bir çok öğrenci burada eğitimine devam ederek, sonrasında yatılı okullara gitti ve meslek sahibi oldu. Okulumuz, Kazancılı çocuklar dışında, çevredeki köylerin çocuklarının okumasına da vesile olduğundan, bölgemize ve toplumumuza faydası küçümsenmeyecek boyutlardadır.
Ortaokulumuzun ilk Müdürü (Kurucu Müdür) Sayın Mehmet ŞENEL olup, sırasıyla 10 müdür değiştikten sonra, Sayın Cafer TAŞTEKİN, Kazancılı “ilk Ortaokul Müdürü” olarak atanmıştır. Bir dönem, okulda müdürlük yapmış olan Sayın Osman TOSUN, bizlere gönderdiği maillerde, Kazancı günlerini unutamadığını bildirmekte, Kazancı sitelerine anılarını yazmakta ve okul bahçesine kendi elleriyle diktiği kavak ve çam ağaçlarının durumunu sormaktadır. Kendisine, okulun lise olarak son durumunu ve gök yüzüne yükselen kavak ağaçlarını gösteren resimleri gönderdik…
Kazancı İlkokulu ve Ortaokulunu bitiren gençler, eğitimlerine devam ederek bir çok meslek mensubu olmuşlar ve ülkemizin her köşesine, hatta, dünyaya açılmışlardır. Zaman içinde, ortaokulun da yetersiz olduğu ortaya çıkmış ve 1989 yılında Kazancı Lisesi açılmıştır. Ermenek Lisesinin 1968 yılında açılmış olduğunu düşünürsek, devletimizin ihmali ve gecikmenin ne boyutlarda olduğu anlaşılacaktır. Eğitim sistemimizde yapılan son yasal düzenlemeler nedeniyle, ortaokul, ilkokulla birleştirilerek “ İlköğretim Okulu” niteliğine dönüştürülmüş, Lise, tek başına eğitime devam etmekte olup, müdürü de, Kazancılı Sayın Ayşe TAŞTEKİN ( ilk bayan müdür )’dir.
Okul ve okuma fırsatı verildiğinde ve üniversiteye gitme imkanı elde edildiğinde, Kazancılı gençlerin nerelere kadar gidebilecekleri bir çok örneği ile görülmüş ve halende okuyan gençlerden izlenebilmektedir. Bu konuda, ilk dönemlerde eğitime başlamış olanlardan başlayarak birkaç örnekleme-hatırlatma yapmak gerekirse ;
. Ortaokul sonrası, Konya Lisesi ve Üniversiteye giden Kazancılı Halil ATALAY, Ankara Eğitim Fakültesini ( ilk eğitim uzmanı) ) bitirmiştir. Şimdilerde çok sayıda Kazancılı üniversite mezunu eğitimci ve okuyan öğrenci mevcuttur.
. Ortaokul sonrası, Konya, Karaman liselerini bitiren ve öğretmen olan Sayın Mustafa ÇETİN, Durmuş SAYDAM, Sami YILDIZ, Nurullah AKTAŞ ve İbrahim ZENGİN başta olmak üzere geçlerimizin eğitimi için çaba harcamışlar, polis olan Sayın Ahmet YILDIZ, Muhammet ERDOĞAN ve Rasim YILMAZ polis olarak topluma hizmet etmişlerdir.
. Karaman Lisesi sonrası Hava Harp Okuluna (İstanbul) giden Naci SÖZEN Teğmen olarak ( ilk subay) mezun olmuştur. Halen 3-4 Kazancılı subay görevde, 3-4 öğrenci de subay okullarında (Askeri Lise/ Harp Okulu) eğitimdedirler.
. Lise eğitimi, sonrası Eğe Üniversitesi Tıp Fakültesine giden Kürşat ERDEM, buradan mezun olduktan sonra (ilk doktor ve cerrah) ihtisas yaparak uzun yıllar Şebinkarahisar kentinde görev yapmıştır. Bu görevi sırasında yüzlerce Kazancılı oralara giderek ameliyatlar olmuş ve tedavilerini yaptırmıştır. Ayrıca, burada açılan Sağlık Meslek Lisesine çok sayıda Kazancılı öğrencinin gitmesine ve meslek/iş sahibi olmasına da vesile olmuştur. Sonrasında, bir çok Kazancılı genç Tıp Fakültelerine girmiş olup, halen Kazancılı 5-6 doktor görev başındadır.
. Eğitim mücadelesinin verildiği dönemlerde, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanan Hacı Mehmet SONGUR, eğitim sonrası bir çok ilçede kaymakamlık ( ilk siyasal mezunu/ ilk kaymakam) yapmış olup, halen üst düzey devlet görevi yürütmektedir.
. Lise eğitimi sonrası Üniversiteye giden Mesut GÜRBÜZ, İktisat eğitimi sonrası başladığı ( ilk İktisat Fakültesi mezunu) işini halen sürdürmektedir.
. Kazancıda başlayan eğitimine Üniversite ve ABD’de devam eden Doçent Sayın Mustafa ÖZDEN ise, Harran Üniversitesinde başladığı ve yürütmekte olduğu önemli görev ile (ilk üniversite öğretim üyesi ) eğitime ve bilime katkı sağlamaktadır.
. Kazancıda başlayan eğitimine, lise ve Üniversite aşamalarını da ekleyip, inşaat mühendisi olan İzzet KORKMAZ, uzun yıllar ( ilk mühendis) devlet görevi yürütmüştür.
. Bu yazımızda yer veremediğimiz veya atlamış olduğumuz gençler bizi bağışlasın. Aslında, Kazancılıların geçmişte verdikleri ve halen vermekte oldukları “ Eğitim Mücadelesi “ her türlü taktirin üstündedir. Nitekim, günümüzde, yurdumuzun her köşesinde ve her meslekte hizmet yürütmekte olan Kazancılıların isimleri sayamayacak kadar çoktur.
Eğitimde gelinen bu başarılı durumun yeterli olduğunu ve her gencin eğitim olanağına sahip bulunduğunu söylemek elbette mümkün değildir. Orta öğretimini Kazancıda yapma imkanı bulan gençlerimizin, yüksek öğretime gitmelerinin hiç de kolay olmadığı, sınavları kazansalar bile bir çoğunun maddi imkansızlıklar nedeniyle eğitim yapamayacak durumda oldukları da bir gerçektir. Bu nedenle, daha çok gencimizin eğitim imkanı bulmasına ve zeki çocukların üniversitede okumasına katkı sağlamak amacıyla, son günlerde dile getirilen “ Kazancıda bir yüksek okul açılması “ konusunun desteklenmesi ve takip edilmesi yanında, uzun süreden beri kurulmasını arzu ettiğimiz “ Kazancı Eğitim ve Kültür ve Yardımlaşma Derneği “ projesini hayata geçirmek gerektiğine inanıyoruz ve kasabadaki her kesimden ve kuruluştan bu konularda destek bekliyoruz.
Derleyen : Av. Naci SÖZEN , Haziran 2007 / ANKARA
12 Eylül 2007 Çarşamba
Kazancı Coğrafyası
Kazancı coğrafyası, Taşeli (Taşlık yer) adıyla da bilinen, Orta Torosların tam orta yerinde bulunan dağlık bir bölgedir.. Yöremiz, Göksu Vadisi’nin güney yamaçlarında ve Ermenek İlçesi ile Güney-Kuzey ekseninde simetrik bir konumdadır. Arazimizin, Yayla- Sahil ayırımının yapıldığı yerde ve etrafını çevreleyen sıra tepelerin bittiği sınırda kurulu olan Kazancı, Ermenek-Anamur yolu üzerinde olup, Anamur'a 85 km, Ermenek'e ise 26 km mesafededir. Kasaba, Merkez mahalle, Yukarı mahalle, Bucak, Uluköy, Türbesekisi, Tepecik ve Gökçeler Mahalleleri olmak üzere 7 mahalleden meydana gelen Kazancı’nın 2000 yılı sayımına göre, nüfusu 5163, seçmen sayısı 1997 kişidir. Kazancının deniz seviyesinden yüksekliği (Belediye binası önü) 1173 metredir.
Ermenek bölgesinin en geniş ve verimli arazilerine sahip olan Kazancı coğrafyası, doğusunda Çatalbadem, İkizçınar ve Çavuş köyleri, batısında Gökçekent (Akmanastır), Ardıçkaya (Nadire) köyleri ve Anamur ilçesi arazileri, kuzeyinde Çavuş ve Gökçekent köyleri arazileri, güneyinde Çatalbadem köyü ile Anamur ve Bozyazı ilçeleri arazileri ile çevrilidir. Kasabayı, doğudan Kuzeye ve Batıya doğru, Kuşaklı beleni, Elmalıoluk/Teveklin tepesi, Kızıltaş, Sivrice belen, Akyokuş, Taşönü, Dönmenin yokuş ve Asar beleni bir V veya U şeklinde çevreler. Kasaba ve bu sıra tepeler yukarısına Yaylalar, aşağısına ise Sahil (sulanan sıcak yerler ) arazileri denir. Arazimizi, Güneyden - Kuzeye uzanarak, doğu ve batı kesimi olarak ikiye ayıran ana dere, Kızılalan dan başlar, kasaba içinden geçer ve Göksu çayına karışır. Eskiden bu derenin bir tarafı ekin olduğunda, diğer tarafa nadas veya sebze ekilirdi. Bu durum, “ekin salısı, nadas salısı” tanımlarıyla ifade edilirdi.
Kasabanın en büyük su kaynağı Aybahım (Aybeyim) pınarları olup, eskilerde bu suyun altında 7 adet su değirmeni işletilirdi. Bu kaynaktan başka, yaylalarda kuyular ve oluklar, sahillerde de değişik su pınarları mevcuttur. Kabalak, Yenicesu, Toros, Körkuyu, Popas, Kırkkuyu, Karakovanlık başta olmak üzere yaylalarımız mevcuttur. Bu yaylalarda bulunan dağ ve tepelerden , Bozdağ, Payamlıtepe, Yüksekeğrik, Kartal tepe, Kürtlü tepe, Buzluca ve Ortabozdağ sayılabilir. Yaylalardaki ova ve düzlükler, Burçaklanı, Kızılalan, Yenicesuyun alan, İlabadının Düz diye adlandırılır.
Sulanan arazilere “ sahil “ arazileri denir. Değirmen Alanı, Bozyer, Sulukara, Gönneli, Yavaşpınar, Akbelen, Demircilik, Masırlık, Göğesdos, Karacayer, İğdeli, Balduvar, Gazanpınar, Duvararası, Kütüklü, Göynük gibi adlarla anılan yerler vardır. Bikri örtüsü ve yaşayan hayvanlar yönünden hem Akdeniz bölgesinin, hem de Orta Anadolu’nun özelliklerini taşır. Yaylalardaki inlerden, oba yerlerine, ağaç ve bikri türlerinden hayvan çeşitlerine kadar olan ayrıntılı listeler ilerde yayınlanacaktır. Arazilerimizin ekili alanlarının büyük kısımları,, ilk devrilerde, Gülnarlılar hakimiyetine, Osmanlı döneminde Anamurlu Beylerin mülkiyetine, Cumhuriyet öncesi ise Ermenekli Ağaların eline geçmiştir. Bu dönemler ve el değiştirme öyküleri zamanı geldikçe yayınlanacaktır. Halen, çok az da olsa bazı araziler Ermeneklilerin elindedir.
Coğrafyamızın bizlere, geçmişten bu güne, çıkardığı en önemli zorluk ulaşım konusunda olmuştur. Bölgeye “ tekerleğin değmediği yer “ denmiş olması boşuna değildir. Ermenek merkeze ilk motorlu araç, Silifke-Gülnar üzerinden 1929 yılında getirilmiştir. Konya valisine “ medeniyet getiren ilk motorlu vasıta Ermenek’e gelmiştir “ diye telgraf bile çekilmiştir. Konya valisi bu telgrafa inanmamış ve karşı telle “ vasıta nerden, nasıl getirildi? “ diye sormuştur. Kazancıya ilk vasıta, bu tarihten 20 yıl sonra gelmiştir. Ermenek yolları, Kaymakam Osman Fikri Bey zamanında, (yolcu kaymakam denirmiş) halk birliği ile yapılmıştır. İşte, bu aşamada, Ermenek-Kazancı yolu da ele alınmış ve çevre köylerin katkıları da sağlanarak araba yolu Kazancıya bağlanmıştır. Bir müddet sonra, Anamur tarafından, yaylaların kerestelerini deniz kenarına taşımak için, Çandır ovasına kadar getirilmiş olan araba yolunu, Kazancıya bağlamak ve Koçaş ormanlarının kerestelerini de denize indirmek için girişim başlatılmıştır. Köylünün fedakar çalışmaları sonunda kasabadan Çandır boğazına kadar olan yol da çıkarılmıştır. Bu yol yapımındaki katkıları nedeniyle Kazancılılara özel teşekkür yazısı (emri) gelmiştir. Bizim çocukluğumuzda, kereste kamyonları köyden Anamur tarafına giderdi.
Kazancı coğrafyası, biz Kazancılılara, meyvecilik, hayvancılık, sebzecilik, tahıl ekimi, arıcılık, dahil her konuda imkan sunmuş, ağaçları, çalıları ve otlarıyla her canlıya gıda olmuştur. Her yerde olduğu gibi bizim bölgemizde de tabiat (çevre) sorumsuzca ve asırlarca tahrip edilmiştir. Yaylalarımızdaki asırlık ardıçlar, andızlar, meşeler başta olmak üzere ağaçlar, nergis, dağ menekşeleri, çiğdem, sümbül, lale, salep ve dağ yer elması gibi bitkiler yok edilmiştir. Arazilerin süsü sayılan, keklikler, tavşanlar azalmış, saksağan, sincap, vaşak, bülbül gibi hayvanlar görünmez olmuştur. Küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklı tehlikesi, kimyasal ilaçlar ve zehirlemelerle, arıların bile topluca ölmekte olduğu düşünülürse, herkese çevreyi koruma konusunda sorumluluk düştüğü anlaşılacaktır.
Kazancı arazisi, şifalı ve buz gibi akan pınarları, serin havası, nemsiz ve oksijen dolu havası ve lezzetli besinleriyle yayla sayılan, tam yaz tatili geçirilecek bir yerdir. Sıcak Akdeniz sahillerinde bunalan insanlar yazları buraya gelerek ev kiralamakta ve gönüllerince yaşamaktadırlar. Gelecekte önem kazanacak olan " YAYLA TURİZMİ " bakımından da önemli bir potansiyele sahiptir. Konya- Sarıveliler- Ermenek ve Karaman- Ermenek hatlarından gelecek ulaşım yollarının, mutlaka Kazancı üzerinden Akdeniz istikametine gideceği gerçeği iyi değerlendirilmelidir. Kültür şenlikleri veya yayla festivalleri de tanıtım konusunda önemlidir.
Bu coğrafyamızın olumlu etkileri ve insanı kendisine bağlayan özellikleridir ki, Kazancı dışında görev yapan memurlar ve işçi olarak çalışan bir çok Kazancılı, doğduğu topraklara geri dönmüş, emekli olanların hepsi yeni ev yaptırmışlardır. Kasaba, yörede en uygun “ EMEKLİ KENTİ “ olmaya adaydır. Ayrıca, çevresi ve konumu itibariyle de “ İLÇE OLMAYA ADAY “ kasabalardan biridir. Baraj yapımının neden olacağı kayıplardan, Yol-köprü-ulaşım sorunu başta olmak üzere,bir çok yönden zarar göreceğimiz muhakkaktır. Yinede, barajdan arazi kaybına uğramayacağımızı bilmek bizi teselli etmektedir.
HAZIRLAYAN : Av. NACİ SÖZEN, Haziran 2007 / KAZANCI
ERMENEK / KARAMAN
Ermenek bölgesinin en geniş ve verimli arazilerine sahip olan Kazancı coğrafyası, doğusunda Çatalbadem, İkizçınar ve Çavuş köyleri, batısında Gökçekent (Akmanastır), Ardıçkaya (Nadire) köyleri ve Anamur ilçesi arazileri, kuzeyinde Çavuş ve Gökçekent köyleri arazileri, güneyinde Çatalbadem köyü ile Anamur ve Bozyazı ilçeleri arazileri ile çevrilidir. Kasabayı, doğudan Kuzeye ve Batıya doğru, Kuşaklı beleni, Elmalıoluk/Teveklin tepesi, Kızıltaş, Sivrice belen, Akyokuş, Taşönü, Dönmenin yokuş ve Asar beleni bir V veya U şeklinde çevreler. Kasaba ve bu sıra tepeler yukarısına Yaylalar, aşağısına ise Sahil (sulanan sıcak yerler ) arazileri denir. Arazimizi, Güneyden - Kuzeye uzanarak, doğu ve batı kesimi olarak ikiye ayıran ana dere, Kızılalan dan başlar, kasaba içinden geçer ve Göksu çayına karışır. Eskiden bu derenin bir tarafı ekin olduğunda, diğer tarafa nadas veya sebze ekilirdi. Bu durum, “ekin salısı, nadas salısı” tanımlarıyla ifade edilirdi.
Kasabanın en büyük su kaynağı Aybahım (Aybeyim) pınarları olup, eskilerde bu suyun altında 7 adet su değirmeni işletilirdi. Bu kaynaktan başka, yaylalarda kuyular ve oluklar, sahillerde de değişik su pınarları mevcuttur. Kabalak, Yenicesu, Toros, Körkuyu, Popas, Kırkkuyu, Karakovanlık başta olmak üzere yaylalarımız mevcuttur. Bu yaylalarda bulunan dağ ve tepelerden , Bozdağ, Payamlıtepe, Yüksekeğrik, Kartal tepe, Kürtlü tepe, Buzluca ve Ortabozdağ sayılabilir. Yaylalardaki ova ve düzlükler, Burçaklanı, Kızılalan, Yenicesuyun alan, İlabadının Düz diye adlandırılır.
Sulanan arazilere “ sahil “ arazileri denir. Değirmen Alanı, Bozyer, Sulukara, Gönneli, Yavaşpınar, Akbelen, Demircilik, Masırlık, Göğesdos, Karacayer, İğdeli, Balduvar, Gazanpınar, Duvararası, Kütüklü, Göynük gibi adlarla anılan yerler vardır. Bikri örtüsü ve yaşayan hayvanlar yönünden hem Akdeniz bölgesinin, hem de Orta Anadolu’nun özelliklerini taşır. Yaylalardaki inlerden, oba yerlerine, ağaç ve bikri türlerinden hayvan çeşitlerine kadar olan ayrıntılı listeler ilerde yayınlanacaktır. Arazilerimizin ekili alanlarının büyük kısımları,, ilk devrilerde, Gülnarlılar hakimiyetine, Osmanlı döneminde Anamurlu Beylerin mülkiyetine, Cumhuriyet öncesi ise Ermenekli Ağaların eline geçmiştir. Bu dönemler ve el değiştirme öyküleri zamanı geldikçe yayınlanacaktır. Halen, çok az da olsa bazı araziler Ermeneklilerin elindedir.
Coğrafyamızın bizlere, geçmişten bu güne, çıkardığı en önemli zorluk ulaşım konusunda olmuştur. Bölgeye “ tekerleğin değmediği yer “ denmiş olması boşuna değildir. Ermenek merkeze ilk motorlu araç, Silifke-Gülnar üzerinden 1929 yılında getirilmiştir. Konya valisine “ medeniyet getiren ilk motorlu vasıta Ermenek’e gelmiştir “ diye telgraf bile çekilmiştir. Konya valisi bu telgrafa inanmamış ve karşı telle “ vasıta nerden, nasıl getirildi? “ diye sormuştur. Kazancıya ilk vasıta, bu tarihten 20 yıl sonra gelmiştir. Ermenek yolları, Kaymakam Osman Fikri Bey zamanında, (yolcu kaymakam denirmiş) halk birliği ile yapılmıştır. İşte, bu aşamada, Ermenek-Kazancı yolu da ele alınmış ve çevre köylerin katkıları da sağlanarak araba yolu Kazancıya bağlanmıştır. Bir müddet sonra, Anamur tarafından, yaylaların kerestelerini deniz kenarına taşımak için, Çandır ovasına kadar getirilmiş olan araba yolunu, Kazancıya bağlamak ve Koçaş ormanlarının kerestelerini de denize indirmek için girişim başlatılmıştır. Köylünün fedakar çalışmaları sonunda kasabadan Çandır boğazına kadar olan yol da çıkarılmıştır. Bu yol yapımındaki katkıları nedeniyle Kazancılılara özel teşekkür yazısı (emri) gelmiştir. Bizim çocukluğumuzda, kereste kamyonları köyden Anamur tarafına giderdi.
Kazancı coğrafyası, biz Kazancılılara, meyvecilik, hayvancılık, sebzecilik, tahıl ekimi, arıcılık, dahil her konuda imkan sunmuş, ağaçları, çalıları ve otlarıyla her canlıya gıda olmuştur. Her yerde olduğu gibi bizim bölgemizde de tabiat (çevre) sorumsuzca ve asırlarca tahrip edilmiştir. Yaylalarımızdaki asırlık ardıçlar, andızlar, meşeler başta olmak üzere ağaçlar, nergis, dağ menekşeleri, çiğdem, sümbül, lale, salep ve dağ yer elması gibi bitkiler yok edilmiştir. Arazilerin süsü sayılan, keklikler, tavşanlar azalmış, saksağan, sincap, vaşak, bülbül gibi hayvanlar görünmez olmuştur. Küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak artan kuraklı tehlikesi, kimyasal ilaçlar ve zehirlemelerle, arıların bile topluca ölmekte olduğu düşünülürse, herkese çevreyi koruma konusunda sorumluluk düştüğü anlaşılacaktır.
Kazancı arazisi, şifalı ve buz gibi akan pınarları, serin havası, nemsiz ve oksijen dolu havası ve lezzetli besinleriyle yayla sayılan, tam yaz tatili geçirilecek bir yerdir. Sıcak Akdeniz sahillerinde bunalan insanlar yazları buraya gelerek ev kiralamakta ve gönüllerince yaşamaktadırlar. Gelecekte önem kazanacak olan " YAYLA TURİZMİ " bakımından da önemli bir potansiyele sahiptir. Konya- Sarıveliler- Ermenek ve Karaman- Ermenek hatlarından gelecek ulaşım yollarının, mutlaka Kazancı üzerinden Akdeniz istikametine gideceği gerçeği iyi değerlendirilmelidir. Kültür şenlikleri veya yayla festivalleri de tanıtım konusunda önemlidir.
Bu coğrafyamızın olumlu etkileri ve insanı kendisine bağlayan özellikleridir ki, Kazancı dışında görev yapan memurlar ve işçi olarak çalışan bir çok Kazancılı, doğduğu topraklara geri dönmüş, emekli olanların hepsi yeni ev yaptırmışlardır. Kasaba, yörede en uygun “ EMEKLİ KENTİ “ olmaya adaydır. Ayrıca, çevresi ve konumu itibariyle de “ İLÇE OLMAYA ADAY “ kasabalardan biridir. Baraj yapımının neden olacağı kayıplardan, Yol-köprü-ulaşım sorunu başta olmak üzere,bir çok yönden zarar göreceğimiz muhakkaktır. Yinede, barajdan arazi kaybına uğramayacağımızı bilmek bizi teselli etmektedir.
HAZIRLAYAN : Av. NACİ SÖZEN, Haziran 2007 / KAZANCI
ERMENEK / KARAMAN
Kazancı Yöresinde Türk İzleri
KAZANCI YÖRESİNDE TÜRK İZLERİ
Kazancı Kasabasının, 1270 yıllarında, Karamanoğlu Beyliği Uçbeylerinden olan Kazancı Bey tarafından kurulduğunu ve yöreye yerleştirilen Türklerin, Roma devrinden kalma köylerle bir müddet yayana bir hayat yaşadıklarını önceki yazılarımızda delilleriyle birlikte belirtmiştik. İlk Kazancılılar, şimdiki, Gülnar bölgesinden geldiklerinden, yöremizin ilk sahipleri de Gülnarlılar olmuştur. Bu bölgede, ilk göçlerin Doğudan Batıya doğru olduğunu, asırlar sonra, Güneyden Kuzeye döndüğünü de söylemeliyiz.
Gülnar bölgesinden gelen göçerler, Akkuyu, İlanlıca ve Körkuyu istikametini takip ederek, bir kısmı, İlabadı ve Ortagöl geçidinden Kırkkuyu yaylasına, diğer kolu ise, Kabalak, Çömlekci, Karakovanlık ve Popas geçidini takip ederek Yüksek Eğrik yaylasına ulaşırlarmış. Bu göçerlere, Osmanlı devrinde, yaz mevsiminde olmak üzere, Kırkkuyu yaylasında 45 günlük Yaylak Fermanı verilmiştir. Bir asır öncesine gelindiğinde, bu fermana dayanarak gelmeyi sürdüren çobanlar, Kazancılılar, Anamur Yörükleri ve diğer civar köylülerle kavgalara tutuşmuşlardır. Son olarak, inatla gelmeye devam eden Gülnarlı Halil Ağa isminde bir kişi, Yörüklerden Mahmutoğlu ve Celiloğlu aileleriyle adeta savaş yapmışlardır. Kavga sonunda ailesiyle birlikte perişan şekilde bu kişide bölgeyi terk etmiştir.
Gülnarlılar devrinden kalma izlerin en başında, Kırkkuyu yöresindeki Bazar Alanı adıyla anılan yer gelir. Düz bir arazi olan burada, belli günlerde Pazar kurulurmuş. Yıllar önce bu düzlükteki eski su kuyusu yerleri rahatlıkla görülebiliyordu. Tozlu pınarı yakınlarındaki Kanlı Say ismi de bu devirden kalmadır. Uluköy mahallesinden bir kişi, bu say (düz kaya) üzerinde oturan 3 Gülnarlı çobanını öldürmüş ve bu adla anılmıştır.
Gülnarlılar döneminden kalma izlerden biri de, Popas kuyusu arkasında bulunan Hemid Seydi mezarıdır. Ermiş bir kişi olarak bilinen bu zat, sürüleri olan Gülnarlı zengin bir ağanın çobanıdır. Bu bölgede ölmüş olduğundan buraya defnedilmiştir. Hala, bu mezarı ziyaret etmeye uzak diyarlardan insanlar gelmektedir. Bu bölgedeki en yüksek tepe olan Yüksek Eğrik dağının adı da bu devirlerden kalmadır. Gülnarlı çobanlar, azıkları bittiğinde veya özel bir durum olduğunda bu tepede ateş yakarak Gülnar ile haberleşirlermiş. Ateşin yandığı zamana göre anlamı olurmuş. Bilinen mesajlardan biri, ateş belli bir zamanda yakıldığında, azıklarının bittiğini haber verirmiş. Zaten Eğrik kelimesi azık demekmiş.
Gülnarlıların, Akkuyu mevkiinde tarla çıkarmaya başladıkları, buna, İrnebol, Kazancı ve Yörüklerin itirazı üzerine kavga çıktığı, Ermenek kadısına gidildiği ve sonuçta bu arazinin Kazancıya verildiği önceki yazılarımızda yer almıştır. Gülnarlıların göç dönüşünde konakladıkları yerlerden biri de Develikoyağı (Develi Koyak) adıyla bilinen yerdir. Toros yaylasındaki Sakat Dedesi de Gülnarlıdır.
Karakovanlık bölgesinde bulunan ve Gelin Mezarı adıyla anılan düzlük arazi, Gülnar’a götürülürken burada ölen ve aynı yere defnedilen bir gelinden isim almıştır. Burası definecilerce sürekli kazılmaktadır.
Kazancı ve çevre mahalleler kurulduktan sonra, Aşağımahalle mezarlığı içinde yapılmış olan Muslu Dede türbesi, günümüze kadar varlığını sürdürmüş en eski Türk izidir. Burada din eğitimi verilirmiş. Şimdilerde bakıma muhtaç ve yıkık vaziyettedir. Bu bölgenin altındaki arazi halen İmarat ismiyle anılır. Bu ismin aslı İmarethane (aşevi) olup, vakıf arazilerinin gelirleriyle burada fakirler için kurulmuş bir yemekhane işletilirmiş.
Uluköy zamanın en önemli merkeziymiş. Karamanoğlu devrinde, Uluköy Vakfı kurulmuş ve şimdiki Yukarı Mahalle mezarlığının kuzey kısmında yıkıntısı bulunan Ulu Çami inşa edilmiştir. İstanbul Başbakanlık Arşivleri Dairesi (1) listesinde, Osmanlı Dönemi (Karamanoğlu Devri) vakıfları listesi kayıtları şöyle ; “ Ermenek’e bağlı Uluköy Vakfı ; burada yaptırılan Ulucami için tarlalar, değirmenler, bahçeler vakfedilmiştir “ ifadesi yer alır. Bu vakıf arazilerinin çeşitli yerlerde olduğu, 1950 yıllarına gelindiğinde, kalan 3 vakıf arazisinin köy muhtarlığı mülkiyetinde olduğundan, alınan kararla vatandaşlara satıldığı, halen bu yerlerin “vakıf tarlası” olarak anıldığı insanların bilgisi dahilindedir.
Vakfı bulunan bu tarihi Ulucami, 1905 yıllarında yıkılmış ve yerine Aşağımahalle “ Odanın Önü “ adıyla anılan yere, eski cami yapılmıştır. Burada, eskiden, Köy Odası varmış. Bu cami de 1960 yıllarında yıkılmış ve yerine şimdiki cami yapılmıştır. Yöremizdeki yer adları, tarih öncesi adlar dahil olmak üzere, günümüze kadar geçen zaman içinde verilmiş olan adlarla birlikte, karma bir şekilde kullanılmaktadır. Geçmiş devirlere ait olan, Körkuyu, Toros, Yenicesu yaylaları, Çömlekçi, Kzılcayer, Maşat ve Kabalak yörelerinde bulunan mezarlıklar yok edilmiş veya kendiliğinden yok olmuştur. Ulu bir kişi olduğu bilinen Sakat Dedesi mezarı bile delik deşik haldedir. Kamanoğulları Beyi Alaüddin Ali Bey, ordusu ile Değirmenalanı mevkiini geçip, şimdiki Kazanpınar çevresine konaklamıştır. Burada bir yere Alaüddin Geçidi (şimdiki adı Aladın Geçidi ), yani, “Alaaddinin geçtiği yer “ adı verilmiştir. Art (At) Beleni de eski Türklerde at sırtında oynanan “ cirit ” oyunlarının oynandığı yerdir. Kireçlik yöresinde bulunan “ Hıdırellez ve Dede “ isimleriyle anılan yerler de Türk izleridir.
Yöremizdeki Türk izlerinin en önemlisi, benzeri olmayacak kadar mükemmel olan Alaköprü (Görmeli Köprüsü )’dür. Bu eser de yakında baraj suları altında kalacaktır. Yazımızda geçen, Kanlı Say, Halil Ağa, Hemid Seydi gibi bir çok kişi ve olay , ayrıca, öykü olarak yazılacaktır. Sonuç olarak, yöremizde tarihimizi ve kültürümüzü yaşatacak düzeyde bir eser (iz) olmadığını itiraf etmeliyiz. Tarihi eserler, yörede yaşayan insan ve kültürlerim MÜHÜRÜ olarak kabul edilir. Nitekim, Ankara’da yapılan bir toplantıda “ Alaköprü kurtarılmalıdır “ konusu tartışılırken, söz alan Prof. Tahsin KESİCİ, bu eserin Taşeli’ne vurulmuş bir “Türk Mühürü “ olduğunu ve mutlaka kurtarılması gerektiğini ifade etmiştir. Tarihi eserlerimizin daha iyi korunması ve yaşatılması dileğiyle….
Yazan : Av. Naci SÖZEN (Araştırmacı – Yazar )
(Gelecek sayıda ; Tarihte ve Anadolu’da Kazancılılar )
Kazancı Kasabasının, 1270 yıllarında, Karamanoğlu Beyliği Uçbeylerinden olan Kazancı Bey tarafından kurulduğunu ve yöreye yerleştirilen Türklerin, Roma devrinden kalma köylerle bir müddet yayana bir hayat yaşadıklarını önceki yazılarımızda delilleriyle birlikte belirtmiştik. İlk Kazancılılar, şimdiki, Gülnar bölgesinden geldiklerinden, yöremizin ilk sahipleri de Gülnarlılar olmuştur. Bu bölgede, ilk göçlerin Doğudan Batıya doğru olduğunu, asırlar sonra, Güneyden Kuzeye döndüğünü de söylemeliyiz.
Gülnar bölgesinden gelen göçerler, Akkuyu, İlanlıca ve Körkuyu istikametini takip ederek, bir kısmı, İlabadı ve Ortagöl geçidinden Kırkkuyu yaylasına, diğer kolu ise, Kabalak, Çömlekci, Karakovanlık ve Popas geçidini takip ederek Yüksek Eğrik yaylasına ulaşırlarmış. Bu göçerlere, Osmanlı devrinde, yaz mevsiminde olmak üzere, Kırkkuyu yaylasında 45 günlük Yaylak Fermanı verilmiştir. Bir asır öncesine gelindiğinde, bu fermana dayanarak gelmeyi sürdüren çobanlar, Kazancılılar, Anamur Yörükleri ve diğer civar köylülerle kavgalara tutuşmuşlardır. Son olarak, inatla gelmeye devam eden Gülnarlı Halil Ağa isminde bir kişi, Yörüklerden Mahmutoğlu ve Celiloğlu aileleriyle adeta savaş yapmışlardır. Kavga sonunda ailesiyle birlikte perişan şekilde bu kişide bölgeyi terk etmiştir.
Gülnarlılar devrinden kalma izlerin en başında, Kırkkuyu yöresindeki Bazar Alanı adıyla anılan yer gelir. Düz bir arazi olan burada, belli günlerde Pazar kurulurmuş. Yıllar önce bu düzlükteki eski su kuyusu yerleri rahatlıkla görülebiliyordu. Tozlu pınarı yakınlarındaki Kanlı Say ismi de bu devirden kalmadır. Uluköy mahallesinden bir kişi, bu say (düz kaya) üzerinde oturan 3 Gülnarlı çobanını öldürmüş ve bu adla anılmıştır.
Gülnarlılar döneminden kalma izlerden biri de, Popas kuyusu arkasında bulunan Hemid Seydi mezarıdır. Ermiş bir kişi olarak bilinen bu zat, sürüleri olan Gülnarlı zengin bir ağanın çobanıdır. Bu bölgede ölmüş olduğundan buraya defnedilmiştir. Hala, bu mezarı ziyaret etmeye uzak diyarlardan insanlar gelmektedir. Bu bölgedeki en yüksek tepe olan Yüksek Eğrik dağının adı da bu devirlerden kalmadır. Gülnarlı çobanlar, azıkları bittiğinde veya özel bir durum olduğunda bu tepede ateş yakarak Gülnar ile haberleşirlermiş. Ateşin yandığı zamana göre anlamı olurmuş. Bilinen mesajlardan biri, ateş belli bir zamanda yakıldığında, azıklarının bittiğini haber verirmiş. Zaten Eğrik kelimesi azık demekmiş.
Gülnarlıların, Akkuyu mevkiinde tarla çıkarmaya başladıkları, buna, İrnebol, Kazancı ve Yörüklerin itirazı üzerine kavga çıktığı, Ermenek kadısına gidildiği ve sonuçta bu arazinin Kazancıya verildiği önceki yazılarımızda yer almıştır. Gülnarlıların göç dönüşünde konakladıkları yerlerden biri de Develikoyağı (Develi Koyak) adıyla bilinen yerdir. Toros yaylasındaki Sakat Dedesi de Gülnarlıdır.
Karakovanlık bölgesinde bulunan ve Gelin Mezarı adıyla anılan düzlük arazi, Gülnar’a götürülürken burada ölen ve aynı yere defnedilen bir gelinden isim almıştır. Burası definecilerce sürekli kazılmaktadır.
Kazancı ve çevre mahalleler kurulduktan sonra, Aşağımahalle mezarlığı içinde yapılmış olan Muslu Dede türbesi, günümüze kadar varlığını sürdürmüş en eski Türk izidir. Burada din eğitimi verilirmiş. Şimdilerde bakıma muhtaç ve yıkık vaziyettedir. Bu bölgenin altındaki arazi halen İmarat ismiyle anılır. Bu ismin aslı İmarethane (aşevi) olup, vakıf arazilerinin gelirleriyle burada fakirler için kurulmuş bir yemekhane işletilirmiş.
Uluköy zamanın en önemli merkeziymiş. Karamanoğlu devrinde, Uluköy Vakfı kurulmuş ve şimdiki Yukarı Mahalle mezarlığının kuzey kısmında yıkıntısı bulunan Ulu Çami inşa edilmiştir. İstanbul Başbakanlık Arşivleri Dairesi (1) listesinde, Osmanlı Dönemi (Karamanoğlu Devri) vakıfları listesi kayıtları şöyle ; “ Ermenek’e bağlı Uluköy Vakfı ; burada yaptırılan Ulucami için tarlalar, değirmenler, bahçeler vakfedilmiştir “ ifadesi yer alır. Bu vakıf arazilerinin çeşitli yerlerde olduğu, 1950 yıllarına gelindiğinde, kalan 3 vakıf arazisinin köy muhtarlığı mülkiyetinde olduğundan, alınan kararla vatandaşlara satıldığı, halen bu yerlerin “vakıf tarlası” olarak anıldığı insanların bilgisi dahilindedir.
Vakfı bulunan bu tarihi Ulucami, 1905 yıllarında yıkılmış ve yerine Aşağımahalle “ Odanın Önü “ adıyla anılan yere, eski cami yapılmıştır. Burada, eskiden, Köy Odası varmış. Bu cami de 1960 yıllarında yıkılmış ve yerine şimdiki cami yapılmıştır. Yöremizdeki yer adları, tarih öncesi adlar dahil olmak üzere, günümüze kadar geçen zaman içinde verilmiş olan adlarla birlikte, karma bir şekilde kullanılmaktadır. Geçmiş devirlere ait olan, Körkuyu, Toros, Yenicesu yaylaları, Çömlekçi, Kzılcayer, Maşat ve Kabalak yörelerinde bulunan mezarlıklar yok edilmiş veya kendiliğinden yok olmuştur. Ulu bir kişi olduğu bilinen Sakat Dedesi mezarı bile delik deşik haldedir. Kamanoğulları Beyi Alaüddin Ali Bey, ordusu ile Değirmenalanı mevkiini geçip, şimdiki Kazanpınar çevresine konaklamıştır. Burada bir yere Alaüddin Geçidi (şimdiki adı Aladın Geçidi ), yani, “Alaaddinin geçtiği yer “ adı verilmiştir. Art (At) Beleni de eski Türklerde at sırtında oynanan “ cirit ” oyunlarının oynandığı yerdir. Kireçlik yöresinde bulunan “ Hıdırellez ve Dede “ isimleriyle anılan yerler de Türk izleridir.
Yöremizdeki Türk izlerinin en önemlisi, benzeri olmayacak kadar mükemmel olan Alaköprü (Görmeli Köprüsü )’dür. Bu eser de yakında baraj suları altında kalacaktır. Yazımızda geçen, Kanlı Say, Halil Ağa, Hemid Seydi gibi bir çok kişi ve olay , ayrıca, öykü olarak yazılacaktır. Sonuç olarak, yöremizde tarihimizi ve kültürümüzü yaşatacak düzeyde bir eser (iz) olmadığını itiraf etmeliyiz. Tarihi eserler, yörede yaşayan insan ve kültürlerim MÜHÜRÜ olarak kabul edilir. Nitekim, Ankara’da yapılan bir toplantıda “ Alaköprü kurtarılmalıdır “ konusu tartışılırken, söz alan Prof. Tahsin KESİCİ, bu eserin Taşeli’ne vurulmuş bir “Türk Mühürü “ olduğunu ve mutlaka kurtarılması gerektiğini ifade etmiştir. Tarihi eserlerimizin daha iyi korunması ve yaşatılması dileğiyle….
Yazan : Av. Naci SÖZEN (Araştırmacı – Yazar )
(Gelecek sayıda ; Tarihte ve Anadolu’da Kazancılılar )
Tarihte ve Anadolu'da Kazancılılar
TARİHTE VE ANADOLU’DA KAZANCILILAR
Türk Tarihi ve diğer milletlere ait kaynaklar incelendiğinde, Kazancı, Kazancılı, Kazancık, Kazancıklı ve Kazanculu adları ile anılan bir oymak olduğu, Osmanlı kaynaklarına göre, Yörükhan Taifesinden bir Türkmen Boyunun adının da Kazancı Boyu olduğu anlaşılmaktadır. 1880’de tespit edilen Hazar Ötesi Türkmen Oymakları listesinde, Kazancılılar, Horasan’da yaşayan Sarık Türkmenlerine bağlı bir oymak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim zamanında, Çepni oymaklarından birinin adının Kazancı oymağı olduğu görülür. Azerbaycan güneyinde, 19. Yüzyılda, Karasu ırmağı kenarında yaşayan Şahseven Türkmenleri arasında Kazanlu adında bir oymak da vardır. Kazan Türklerinin de Kazancılılar ile aynı boydan geldikleri söylenmektedir.
Türkmenistan Üniversitesi rektörünün verdiği bilgilere göre, Kazancıklı Bölgesi Türkmenistan kuzeyinde, kayalık bir bölgedir. 16. Yüzyılda burada yaşayan Kazancılılar gruplar halinde Anadolu’ya göç etmişlerdir. Karacaoğlan da 16 yaşında iken elinde sazı ile bu grupların birine katılarak Anadolu’ya geçmiştir. Karacaoğlan Taşeli Bölgesinde (Ermenek, Mut, Gülnar, Anamur ve Karaman) yaşadığına göre bu bilginin doğru olduğu söylenebilir.
Türk Tarih Kurumu kayıtlarındaki Osmanlı Kaynaklarına göre, Kazancılı Cemaati, Adana, Maraş, Kırşehri, Karahisari Şarki Sancakları, Gülnar, Ermenek, Samsun ve Bafra çevresine yerleştirilmiştir. Boylar, yerleştikleri yere “ Kazancı “ ismini vermişlerdir. Bir çok ailede soy ismi olarak Kazancı ismini almıştır.
Halen, Nahcivan Ellince de bir Kazancı köyü ve Ermenistan Artik yöresinde Kazancı adlı köy vardır. Kırım’da Kazancı köyü, Gagauzlar’da Kazancık isimli yer adı, Özbek Konrat kabilesinde Gazancılı oymağı vardır.
Anadolu’da KAZANCI adını taşıyan yerleşim merkezleri şunlardır;
a. Kazancı köyü, Ilgaz ilçesi – Çankırı
b. Kazancı köyü, Hınıs ilçesi – Erzurum
c. Kazancı köyü, Akyazı ilçesi – Kocaeli
d. Kazancı köyü, Ermenek ilçesi – Karaman
e. Kazancı köyü, Kavak ilçesi – Samsun
f. Kazancı köyü, Feke ilçesi – Adana
g. Kazancı köyü, Turhal ilçesi – Tokat
Mahalle adı olarak KAZANCI adındaki yerler ,
a. Kazancı Mahallesi, Kuruköy, Çine / Aydın
b. Kazancı Mahallesi, Uluborlu / Isparta
c. Kazancı Mah. Kazanci köyü, Kavak / Samsun
d. Kazancı Mah, Satuk köyü, Devrek / Zonguldak
Ayrıca, Kazancık köyü, Pınarbaşı ilçesi – Kayseri
Kazancık köyü, Şarkışla ilçesi - Sivas
Ayrıca, birçok ünlü ailenin soy ismi Kazancı olarak alınmış durumdadır.
- Alanya ,Söbüce yaylasında Kazancı Dede Türbesi vardır.
- Anadolu’daki Kazancılıların dağılımı ve kültür hizmetleri konusunda 1950 yıllarından itibaren muhtelif kişilerce yapılmış çalışmalar ve tespitleri içeren notlar elimize geçmiş olup, yakında bu konudaki yazımızı yayınlayacağız.
- Kahramanmaraş’ın en ünlü ailelerinden biri Kazancı soy adını taşır. Ünlü hukukcuların yetişdiği bir ailedir.
İstanbul Taksim’de Kazancı Yokuşu isminde bir semt vardır. Karaman merkezde ve Ermenek Keben mahallesinde de Kazancı soyadlı aileler vardır. Ermenek’te düzenlenen “Tarih, Atatürk ve Türkçe” konulu panele katılan Türkmenistanlı Prof. Bedri SARIYEV ile Kazancı (önceki) Belediye Başkanı Sayın Cafer TAŞTEKİN ve benim tanışmamız, bizi yeni ve doğru bilgilere ulaştırdı. Sohbet sırasında, kendisinin Kazancılı olduğunu söyleyince, konuşmaları yanlış anladığını sanarak “ Kazancılı olan biziz, size Türkmenistan’da Kazancılılar var mı ? “ diye soruyoruz dedik. Pasaportunu çıkararak gösterdi ve “ Türkmenistan’ın Balkan vilayetinin Kazancı (Gazancıy ) kasabasındanım “ diyerek sayfaların fotokopisini verdi.
Daha sonra, Ankara’da, Kazancı Belediye Başkanı Sayın Uğuz TEKİN ile tanışmalarını takiben, Belediye Meclisi kararıyla kendisi, Kazancılıların “Fahri Hemşehrisi “ ilan edildi ve hemşehrilik beratı verildi. Böylece, Kazancılıların Türkmenistan’dan geldiği, halen oralarda Kazancılıların yaşamakta olduğu kesinlik kazandı. Pasaport ve beratın suretleri ile Bedri Beyin fotoğrafı yazıya eklenmiştir.
Sayın Bedri Bey, bizleri de tanıdıktan sonra, panelde yaptığı konuşmada, özetle, “ bizler, Türkmenistan’dan 800 yıl önce turnalar uçup gittiler, acep nerelere kondular? diye merak edip dururduk, buraya gelince turnaların nereye konduklarını öğrendim “ demiş ve biz Kazancılıları işaret etmiştir. Bu konuşmalar çok duygu ve hasret dolu konuşmalardı. Kendisini Kazancı Kasabasına getirmek ve insanımızla tanıştırmak arzusundayız. Türkiye çapındaki Kazancılılar ile irtibat kurulması ilerde gerçekleşebilecek hususlardır.
(Gelecek sayıda “ Kazancı ve Kazancılıların Coğrafyası” konulu yazı yayınlanacaktır )
Yazan : Av. Naci SÖZEN, Haziran 2007 /ANKARA
Türk Tarihi ve diğer milletlere ait kaynaklar incelendiğinde, Kazancı, Kazancılı, Kazancık, Kazancıklı ve Kazanculu adları ile anılan bir oymak olduğu, Osmanlı kaynaklarına göre, Yörükhan Taifesinden bir Türkmen Boyunun adının da Kazancı Boyu olduğu anlaşılmaktadır. 1880’de tespit edilen Hazar Ötesi Türkmen Oymakları listesinde, Kazancılılar, Horasan’da yaşayan Sarık Türkmenlerine bağlı bir oymak olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim zamanında, Çepni oymaklarından birinin adının Kazancı oymağı olduğu görülür. Azerbaycan güneyinde, 19. Yüzyılda, Karasu ırmağı kenarında yaşayan Şahseven Türkmenleri arasında Kazanlu adında bir oymak da vardır. Kazan Türklerinin de Kazancılılar ile aynı boydan geldikleri söylenmektedir.
Türkmenistan Üniversitesi rektörünün verdiği bilgilere göre, Kazancıklı Bölgesi Türkmenistan kuzeyinde, kayalık bir bölgedir. 16. Yüzyılda burada yaşayan Kazancılılar gruplar halinde Anadolu’ya göç etmişlerdir. Karacaoğlan da 16 yaşında iken elinde sazı ile bu grupların birine katılarak Anadolu’ya geçmiştir. Karacaoğlan Taşeli Bölgesinde (Ermenek, Mut, Gülnar, Anamur ve Karaman) yaşadığına göre bu bilginin doğru olduğu söylenebilir.
Türk Tarih Kurumu kayıtlarındaki Osmanlı Kaynaklarına göre, Kazancılı Cemaati, Adana, Maraş, Kırşehri, Karahisari Şarki Sancakları, Gülnar, Ermenek, Samsun ve Bafra çevresine yerleştirilmiştir. Boylar, yerleştikleri yere “ Kazancı “ ismini vermişlerdir. Bir çok ailede soy ismi olarak Kazancı ismini almıştır.
Halen, Nahcivan Ellince de bir Kazancı köyü ve Ermenistan Artik yöresinde Kazancı adlı köy vardır. Kırım’da Kazancı köyü, Gagauzlar’da Kazancık isimli yer adı, Özbek Konrat kabilesinde Gazancılı oymağı vardır.
Anadolu’da KAZANCI adını taşıyan yerleşim merkezleri şunlardır;
a. Kazancı köyü, Ilgaz ilçesi – Çankırı
b. Kazancı köyü, Hınıs ilçesi – Erzurum
c. Kazancı köyü, Akyazı ilçesi – Kocaeli
d. Kazancı köyü, Ermenek ilçesi – Karaman
e. Kazancı köyü, Kavak ilçesi – Samsun
f. Kazancı köyü, Feke ilçesi – Adana
g. Kazancı köyü, Turhal ilçesi – Tokat
Mahalle adı olarak KAZANCI adındaki yerler ,
a. Kazancı Mahallesi, Kuruköy, Çine / Aydın
b. Kazancı Mahallesi, Uluborlu / Isparta
c. Kazancı Mah. Kazanci köyü, Kavak / Samsun
d. Kazancı Mah, Satuk köyü, Devrek / Zonguldak
Ayrıca, Kazancık köyü, Pınarbaşı ilçesi – Kayseri
Kazancık köyü, Şarkışla ilçesi - Sivas
Ayrıca, birçok ünlü ailenin soy ismi Kazancı olarak alınmış durumdadır.
- Alanya ,Söbüce yaylasında Kazancı Dede Türbesi vardır.
- Anadolu’daki Kazancılıların dağılımı ve kültür hizmetleri konusunda 1950 yıllarından itibaren muhtelif kişilerce yapılmış çalışmalar ve tespitleri içeren notlar elimize geçmiş olup, yakında bu konudaki yazımızı yayınlayacağız.
- Kahramanmaraş’ın en ünlü ailelerinden biri Kazancı soy adını taşır. Ünlü hukukcuların yetişdiği bir ailedir.
İstanbul Taksim’de Kazancı Yokuşu isminde bir semt vardır. Karaman merkezde ve Ermenek Keben mahallesinde de Kazancı soyadlı aileler vardır. Ermenek’te düzenlenen “Tarih, Atatürk ve Türkçe” konulu panele katılan Türkmenistanlı Prof. Bedri SARIYEV ile Kazancı (önceki) Belediye Başkanı Sayın Cafer TAŞTEKİN ve benim tanışmamız, bizi yeni ve doğru bilgilere ulaştırdı. Sohbet sırasında, kendisinin Kazancılı olduğunu söyleyince, konuşmaları yanlış anladığını sanarak “ Kazancılı olan biziz, size Türkmenistan’da Kazancılılar var mı ? “ diye soruyoruz dedik. Pasaportunu çıkararak gösterdi ve “ Türkmenistan’ın Balkan vilayetinin Kazancı (Gazancıy ) kasabasındanım “ diyerek sayfaların fotokopisini verdi.
Daha sonra, Ankara’da, Kazancı Belediye Başkanı Sayın Uğuz TEKİN ile tanışmalarını takiben, Belediye Meclisi kararıyla kendisi, Kazancılıların “Fahri Hemşehrisi “ ilan edildi ve hemşehrilik beratı verildi. Böylece, Kazancılıların Türkmenistan’dan geldiği, halen oralarda Kazancılıların yaşamakta olduğu kesinlik kazandı. Pasaport ve beratın suretleri ile Bedri Beyin fotoğrafı yazıya eklenmiştir.
Sayın Bedri Bey, bizleri de tanıdıktan sonra, panelde yaptığı konuşmada, özetle, “ bizler, Türkmenistan’dan 800 yıl önce turnalar uçup gittiler, acep nerelere kondular? diye merak edip dururduk, buraya gelince turnaların nereye konduklarını öğrendim “ demiş ve biz Kazancılıları işaret etmiştir. Bu konuşmalar çok duygu ve hasret dolu konuşmalardı. Kendisini Kazancı Kasabasına getirmek ve insanımızla tanıştırmak arzusundayız. Türkiye çapındaki Kazancılılar ile irtibat kurulması ilerde gerçekleşebilecek hususlardır.
(Gelecek sayıda “ Kazancı ve Kazancılıların Coğrafyası” konulu yazı yayınlanacaktır )
Yazan : Av. Naci SÖZEN, Haziran 2007 /ANKARA
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)